Osmanlı Devleti’nin çöküşe doğru sürüklendiği son döneminde bazı yöneticiler, yıllarca emeğinden yararlandığı halkı sürü, kendilerini ise çoban olarak görüp, Türk halkının yüksek niteliklerini tanımadan iktidar olmuşlardır. Bu nedenle, başlarına işgal felâketi gelip taht ve taçları tehlikeye düşünce düşmanın insafına sığınmak zavallılığına teslim olmuşlardır .Bu davranışlarıyla üç kıt’ada egemenlik kuran Osmanlı hanedanı ve onun dayandığı Türk milletinin tarihine kara leke sürmüşlerdir. Türk milleti, varlığına kast eden bu kara lekeyle yaşayamazdı. Vatan söz konusu olduğunda yaşama koşarmış gibi ölüme koşan Mehmetçikler,bu gerçeği Çanakkale’de göstermişlerdi İşgallere boyun eğenler bu gerçeği göremeyen gafillerdi. Ancak görenler çoğunluktaydı Bunların başında da komutanlık yaptığı cephelerde Mehmetçiklerin şahsında Türk milletinin büyüklüğünü gören ve bunun gereğini yapmayı ödev kabul eden Mustafa Kemal Paşa vardı. Bu nedenledir ki o, vatanın kurtarılması söz konusu olduğunda bütün resmî görevlerinden istifa ederek milletine sığınmak ve ondan güç almakta tereddüt etmemiştir. Aşağıdaki anekdotun yansıttığı düşünce bu gerçeğin ifadesidir: Erzurum: 3 Temmuz 1919… Ilıca’da Mustafa Kemal’in ilk karşılanması sırasında: Konukların önemli kimseler olduğunu anlayan ihtiyarın zeki gözleri parladı. İri ve ak tüylerle örtülü elini geniş göğsünün üzerine koyarak oturanları selâmladı. Mustafa Kemal Paşa, ta yanı başına kadar geldiği hâlde heybetli duruşunu kaybetmeyen bu ihtiyarın hatırını soruyor, o da gövdesine yaraşan derin ve gür sesiyle teşekkür ediyordu. Bu kısa hoşbeşten sonra, Paşa ihtiyara:
-Ağa böyle nereden geliyorsun? dedi. İhtiyar:
-Paşam, Rus gelirken muhacir olmuştum. Çukurova’da idim Şimdi köyüme dönüyorum, diye cevap verdi. Paşa, zamanın nezaketini ve durumun emniyetsizliğini ileri sürerek böyle zamanda buralara dönmenin pek yerinde olmadığını, kışın sıkıntı çekeceğini anlatmak istedi. Sonunda da:
-Ağa, yoksa oralarda geçinemedin mi? dedi. İhtiyar hemen karşılık verdi.
-Hayır Paşam, Çukurova cennet gibi bir yer. Bir eken yüz biçiyor. Allah millete zeval vermesin. Bize tarla da verdiler, çayır da. Hamd olsun uşaklar da çalışkandırlar. Değil Çukurova gibi bir yerden, taştan bile ekmeklerini çıkarırlar. Geçimimiz padişahta bile yoktu. Çok rahattık. Yalnız son günlerde işittim ki İstanbul’daki “ırzı kırık”lar bizim Erzurum’u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim, bu “namertler” kimin malını kime veriyorlar?
Tunç çehreli, ak sakallı, gün görmüş ihtiyarın iman dolu göğsünden gelen bu ses yine onun gibi tunç çehreli kahraman askerin gözlerini yaşarttı. Bu eski Türk kalesine, ulus işi için, ulusla birlikte çalışmağa gelen bu büyük devlet adamı yaşlı gözlerle arkadaşlarına döndü ve “bu ulusla neler yapılmaz!” dedikten sora ihtiyarla vedalaştı.
Cevat Dursunoğlu Arıburnu, Kemal (Der.); Atatürk, Anekdotlar-Anılar, 1960, s. 137-138.