Küçük köylü Mustafa henüz sekiz yaşında idi. Babası onu Yalova’da bir
çiftliğe yetmiş beş kuruş haftalıkla yanaşma vermişti. Vazifesi sığırtmaçlıktı. Bir gün sığırlarını alıp dağa çıktı. Ağır ağır Balaban Deresi’nin yolunu tuttu. Hava biraz serindi. Sığırlar ısınmak için sağa sola kaçışmaya
başlayınca, arkadaşı çoban Ahmet’i bir telaş aldı. Sığırlardan biri ortada
yoktu. Ahmet, Mustafa’ya:
– Haydi sen sürüyü çekip köye götür. Ben hayvanı bulunca arkandan
gelirim, dedi.
Mustafa sürüyü otlata otlata çiftliğe geliyordu. Derken uzakta yirmi kadar
atlı belirdi. Mustafa böyle atlıları çok sık gördüğünden aldırmadı bile. Baktı
ki, en öndeki ona doğru geliyor. Yaklaşınca attan indi, çiftliğe nereden gidildiğini sordu. Mustafa:
– Siz yanlış yoldan gelmişsiniz. Çiftliğin yolu şurasıdır, dedi ve gösterdi. Atlı onun adını sordu:
– Adım Mustafa !
– Benim de Mustafa demek adaşız.
Sonra:
– Sen Atatürk’ü tanırmısın? Dedi.
– Tanımam.
– Onu sever misin?
– Severim.
– Niçin seversin?
– Paşa olduğu için severim
Atlı gülmeye başladı. Mustafa o tarihte pek cılız bir çocuktu: “Bu adam benimle eğleniyor galiba” diye düşündü.
– Ne iş görürsün sen?
– İşte şu gördüğün sığırları güderim.
– Ne kazanırsın?
– Ayda üç lira.
– Peki söyle ayda üç lira yılda kaç lira eder?
Atlının ve yanındakilerin yardımı ile hesapladı:
– 36 lira eder.
– Sana ben 36 lirayı versem ne yaparsın?
– Hiiiçç … Almam ki…
– Neden almıyorsun?
– 36 lira çok paradır.
Sonra biraz düşünerek:
– Nereden aldın? Diye sorarlar.
Atlı yine gülümseyerek:
– Aferin oğlum, böyle olmalı. Fakat bu parayı yol gösterdiğin için veriyorum sana. Kimse bir şey demez.
Mustafa hâlâ kendisi ile alay edildiğini sanıyordu. Otuz altı lirayı bir şartla
alacağını söyledi. Yolda yemek için taşıdığı cevizi göstererek:
– Bu cevizleri alırsan, ben de parayı alırım, dedi.
Atlı Mustafa’ya bir avuç para verdi, o da atlıya ceviz. Tekrar adını sordu:
– Mustafa! diye tekrarladı.
– Benim de adım Mustafa ama yanında bir de Kemal’i var. Mustafa ile
Kemal bir araya gelince ne olur?
Mustafa’nın kafasının içi birden bire karıştı:
– Sakın bu atlı Mustafa Kemal olmasın! Dedi. Sonra yine içinden
“Odur… Odur… ama” dedi, belli etmedi.
Giderken Mustafa Kemal sordu:
– Beni başka bir yerde görsen tanır mısın?
– Tanımaz mıyım? Mustafa Kemal Paşasın!
Atlılar geçip gittiler. Mustafa köye döndü.
Ertesi gün onu kaplıcalara çağırdılar. Kapıdan içeri girince hiç şaşırmadan,
Atatürk’ün elini öptü:
– Mustafa seni çiftliğin kâhyası yapacağım. İster misin?
– Kâhya ne demek?
– Çobanların en büyüğü demek…
Cevap vermedi:
– Ayda dört lira veriyorum, iyi mi?
– Siz bilirsiniz?
– Hayır Mustafa … Seni kahya yapmayacağım. Okula göndereceğim.
Orada okuma yazma öğreneceksin
Mustafa sevindi:
– Okula yollayın bu daha iyi… dedi.
Mustafa’yı önce bakılmak üzere Şişli Çocuk Hastanesi’ne yolladılar. Bir gece
yarısı Mustafa Kemal hastaneye gitmişti. Onu görünce Mustafa ayağa kalkmak istedi:
– Sen ayağa kalkmayı bırak da buradan nasıl çıkacağını düşün! Dedi ve
devam ederek:
– Hani seninle pazarlık etmiştik. Ayda dört liraya razı olmuştun. Şimdi
ver bakalım hastane paralarını…
Mustafa, sığırtmaçtı, küçüktü ama Paşa’nın şaka yaptığını anlamıştı:
– Sen koskoca Mustafa Kemal Paşasın! Elbette hastane parasını da verirsin!
Mustafa İlkokuldan daha yüksek bir okula, nihayet Kuleli Askeri Lisesi’ne
girdi.
Atatürk öldüğü zaman 19 yaşında bir delikanlı, Kuleli Lisesindeki sınıfında
hüngür hüngür ağlıyordu.
Atay, Babanız Atatürk…, s. 118-119.