Baylar, bende bazı arkadaşlarım gibi Batı uluslarını, bütün dünya uluslarını tanırım. Fransızları tanırım, Almanları tanırım, Rusları ve bütün dünya uluslarını kişisel olarak tanırım ve bu tanışmam savaş meydanlarında olmuştur, ateş altında olmuştur, ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek inanmanızı isterim ki, bizim ulusumuzun içgücü bütün ulusların içgücünden üstündür.
Temmuz 1920, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt I
Bayanlar, baylar, açıkça söyleyeyim ki, biz, üç buçuk yıl öncesine kadar sadece bir topluluk halinde yaşıyorduk. Bizi istedikleri gibi yönetiyorlardı. Dünya bizi temsilcilerimize göre tanıyordu. Üç buçuk yıldır tam anlamıyla ulus olarak yaşıyoruz. Bunun maddi ve belirgin tanığı yönetimi, biçimi ve niteliğidir ki, onu yasa Büyük Millet Meclisi diye adlandırmıştır.
Ekim 1922, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II
Bizim ulusumuz, ulusallığını anlamazlıktan gelişinin çok ağır cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu içindeki çeşitli topluluklar hep ulusal inanlara sarılarak, ulusallık ülküsünün gücüyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir ulus olduğumuzu aralarından kovulunca anlayabildik. Gücümüz zayıflar zayıflamaz, onurumuzu kırarak aşağıladılar. Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmalığımızmış (1).
(1) Atatürk’ün ABD elçisi Bristol ile konuşmasından.
Mart 1923, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II
Bir ulus için mutluluk olan bir şey, başka bir ulus için felaket olabilir. Aynı neden ve koşullar birini mutlu ettiği halde başka birini mutsuz edebilir. Onun için bu ulusa gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü biliminden, bulgularından ve gelişmelerinden yararlanalım, ama asıl temeli içimizde atmak zorundayız. Ulusumuzun tarihini, ruhunu, geleneklerini gerçek, sağlam ve doğru bir bakışla görmeliyiz. Açıkça söyleyelim ki, hala ve hala genç aydınlarımızın halkla uyum halinde olmaları kesin gerçekleşmemiştir. Ülkeyi kurtarmak için bu iki anlayış arasındaki ayrılığı gidermek, yürümeye başlamadan önce de bu iki anlayış arasında uyumu sağlamak gerekir. Bunun için halkın yürümesini hızlandırması, aydınların da çok hızlı gitmesi gerekmektedir. Ancak halka yaklaşmak, halkla kaynaşmak daha ziyade aydınlara düşen bir ödevdir. Gençlerimiz ve aydınlarımız niçin yürüdüklerini ve ne yapacaklarını önce kendi kafalarında iyice kararlaştırmalıdırlar. Yüzyıllardır düşmanlarımız Avrupa topluluklarına Türklere karşı kin ve düşmanlık düşüncesi aşılamışlardır. Batı kafasına yerleşmiş olan bu düşünceler özel bir anlayış meydana getirmiştir. Bu anlayış her şeye ve bütün olup bitenlere karşın hala sürmektedir. Ve Avrupa’da hala Türk’ün her türlü ilerleyişe düşman olan, ruh ve düşünce bakımından gelişmeye elverişli olmayan bir adam olduğu sanılmaktadır. Bu büyük bir yanılgıdır. Sorunu basitleştirmek için size şu örneği ileri süreceğim: Tutunuz ki karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve her türlü araç emrinde; ötekisiyse yoksul ve elinde hiç bir araç yok. Bu araçlar konusunun dışında ikincisinin ruhsal bakımından ötekisinden hiç farkı yok, ötekisinden aşağı da değil. İşte Avrupa ile Türkiye birbirine karşı bu durumdadır.
27 Eylül 1923, Hakimiyet-i Milliye
Türkiye halkı, soy, din ve kültür bakımından birleşik, birbirine karşılıklı saygı ve özveri duyguları besleyen, yazgısı ve
çıkarları ortak olan bir toplumdur.
Kasım 1932, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II