Kurtuluş Savaşı ve Türkiye’nin kuruluşu; yoklukların, olanaksızlıkların ve çaresizliklerin kesişme noktasında başarılmıştır. Yoklar ve olmazlar ile yola çıkan ATATÜRK asla yılgınlık göstermemiş, başaramama gibi bir umutsuzluğa düşmemiştir. Bunun en büyük nedeni Türk ulusuna olan güvenidir. Ulus bu güvenin gereğini Kurtuluş Savaşı’nda yerine getirmiştir. O, yurt sorunlarının çözümünde de bu gücün bilinciyle hareket etmiştir.
ATATÜRK, Türkiye’nin özellikle dış devletlerle olan ilişkilerinde yediden yetmişe tüm ulusun gücünü yanında gördüğünden, büyük ve asil Türk ulusuna yaraşır bir politika izlemiştir. Geçmişte büyük devletler karşısında izlenen ezik ve Türk ulusunu küçültücü yaklaşımlar son bulmuştur. Bu sayededir ki Türkiye Cumhuriyeti ATATÜRK döneminde dünyanın en saygın ve dostluğu en fazla aranan ülkesi konumuna gelmiştir. Aşağıdaki anekdot ATATÜRK’ün Türk ulusuna, Türk ulusunun da ATA’sına olan güvenini yansıtması açısından güzel bir örnektir:
Hastalığını kapsayan son yıllarında, kendisi, Hatay meselesinden pek üzüntülü idi. Hatay, Misakı Millî sınırları içinde ve fakat o güne kadar yurt bütünlüğüne katılamayan Türk toprağı idi. ”Yurtta sulh, cihanda sulh.” vecizesinin sahibi büyük insan, çok sevdiği gençleri ölüme sürüklememek için Türkiye’yi savaşa sokmadan, Hatay’ı Fransa mandasından kurtarmak için çırpınıyordu. Doktorların kendisine uzun ve tam dinlenme tavsiye etmelerine rağmen ATATÜRK bu tavsiyeyi tutmadı. Hatay davasına büsbütün sarıldı. Son zamanlarında sanki hastalığı değil, en büyük derdi Hatay meselesi; en büyük arzusu Hatay’ı Türk toprağına katmaktı. Bir akşam umumî bir yerde rastladığı Fransız büyükelçisine yine bu meseleyi açmıştı. Bir aralık “Beni üzüyorsunuz!” dedi.
Türkçe söylemişti. Salonda bu sözü duyan bir genç ayağa kalkarak:
-ATATÜRK, sen üzülme! Arkanda biz varız! diye bağırdı.
ATATÜRK başını sesin geldiği yana çevirdi. Yüzünde bir sevgi açılışı vardı. Gözlerini gence ve arkadaşlarına dikerek:
-Biliyorum çocuğum. Bunu bildiğim için, böyle konuşuyorum, dedi.
Yıldırım; s. 55.