Uzun süren Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin yöneticileri, önce Mondros Ateşkes Anlaşması’nı sonra da Sevr Antlaşması’nı imzalayarak koşulsuz teslimiyeti kabul etmişlerdi. Teslim edilen koca bir ulusun vatanı, özgürlüğü ve onuru idi. Türk ulusunun büyüklüğünü idrak edemeyen bu gafiller, yılgınlığa düşerek düşmanların uygun gördüğü haysiyetten yoksun, düşük bir yaşama razı olmakla kalmamışlar, düşmanın tutsaklık kemendini Türk ulusunun boynuna bir an önce geçirebilmesi için de yardım etmişlerdir.
İnsanların yaşama tutkularının temelinde onur ve özgürlük duygusu vardır. Bu duygulardan yoksunluk bağımsızlıktan yoksunluğu getirir .Bu duyguların gücü insanların mensubu oldukları ulusa göre değişir. Türk ulusunun tarih boyunca kendi devletine sahip oluşunu ancak bu duyguların gücüyle açıklayabiliriz. Türk insanı bu değerler için her zaman ölümü yaşama tercih etmiştir. ATATÜRK’ün Bağımsızlık Savaşı’na karar verirken bir an bile tereddüt göstermemesinin altındaki gerçek de budur. O, yaşamak için ölümü göze alanların ölmeyeceğini biliyordu. Türkiye Cumhuriyeti bunun en canlı ve anlamlı kanıtıdır. Aşağıdaki diyalog ATATÜRK’ün bu konudaki düşüncelerini oldukça anlamlı bir şekilde yansıtmaktadır:
General Pershing’in kurmay başkanı olan General Harbord Sivas’ta Mustafa Kemal ile görüşürken der ki:
-Türk tarihini okudum. Milletiniz büyük komutanlar yetiştirmiş, büyük ordular hazırlamıştır. Bunları yapan bir millet elbette bir medeniyet sahibi olmalıdır. Takdir ederim. Ama, bugünkü duruma bakalım. Başta Alman müttefikinizle birlikte dört yıl harp ettiniz, yenildiniz, dördünüz bir arada yapamadığınız şeyi, bu durumda tek başınıza yapmayı nasıl düşünebiliyorsunuz? Fertlerin intihar ettikleri zaman zaman görülür. Bir milletin intihar ettiğini mi göreceğiz?
Mustafa Kemal generale şu yanıtı verdi:
-Teşekkür ederim, tarihimizi okumuş, bizi öğrenmişsiniz. Fakat, şunu bilmenizi isterdim ki biz emperyalist pençesine düşen bir kuş gibi yavaş yavaş aşağılık bir ölüme mahkûm olmaktansa babalarımızın oğulları olarak vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ediyoruz.
General ve arkadaşları sessizce ayağa kalktılar.
-Biz de olsak böyle yapardık!
Atay; Çankaya, s. 198-199.