Mustafa Kemal, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nden dönüyor, o şimdi
Kırşehir’dedir.
“İstanbul’a gitmeyeceğiz” diye haber veriyor.
“Anadolu en büyük hazinemizdir” diye müjdeliyor.
“Milletin sinesinde ölünceye kadar, kurtuluş yolunu birlikte arayacağız”
diye yolu çiziyor.
Uyuyan, uyuduğu sanılan Ankara, bu sesi duymuş, bu çağrıyı almış ve o an
silkinerek terkedilmişliğinden, yalnızlığından uyanmıştır.
Şimdi bütün şehir ayaktadır. Onu karşılamak üzere yollara dökülmüştür.
Kurtarıcıyı ve onun gerçeğini tanımış, ona inanmıştır. Ve işte O geliyor! Eşkıya bile dağdan inmiş, mahkumlar hapishaneden bırakılmış. Şehirli-köylü
silahlanmış, kurtarıcıyı karşılamak üzere Kızıl Yokuş’ta toplanmış. Davullar,
zurnalar, onların ritmine pala sallayıp savaş oyunları oynayan Seymenler ve
Ahi örgütlerinden arta kalan esnaf…
Mustafa Kemal Paşa, bugünü hiç unutmayacak, unutmayacağını da o günkü
konuşmasında belirtecektir. Böyle bir kucaklaşmaya ihtiyacı vardır çünkü.
Bir vatanı kurtarmak üzere yola çıkılmıştır, ama inanılmaz yokluklar içinde.
Ordu yok, örgüt yok, silah yok. Ve dünya güçleri karşısına dikilmiş. En kötüsü para da yok.
Heyet-i Temsiliye’nin muhasebecisi Mazhar Müfit (Kansu) Bey’in ifadesine
göre, kasada sadece 48 kuruş kalmış.
“Ekmekçiye bile verecek paramız yok” diyor anılarında Mazhar Müfit Bey.
Ama Paşa, bankalardan veya herhangi bir kurumdan borç almaya da izin
vermiyor.
Ne yapacaktık?
Benim bir kürküm vardı; Erzurumlu Nafiz Bey’e müracaatla sattırılmasını istedim. Nafiz Bey:
– Aralık ayı içerisindeyiz ne giyeceksin? Diye sattırmamakta ısrar ettiyse de bu ısrar kulağıma girmezdi. Aç mı kalacaktık? Nihayet onu da
sattık. Kimse de satılacak bir şey kalmamıştı. Paşanın sözü ile bu hususta bir çare bulamayarak, “Hele bakalım sabah olsun, yine düşünürüz” ile odalarımıza çekildik.
Ankara’da ikinci günün sabahında Mazhar Müfit Bey’e, Müftü Rıfat Efendi’nin geldiği bildirilince, Türk töresinden, alışkanlıklarından bir türlü vazgeçemeyen genç muhasebeci,
– Eyvah! diye feryat ediyor.
– Müftü efendiye kahve ikram etmek lazım.
Kahve var ama şeker yok, benim iki parça şekerim var, onu da çekmecenin
gözünde saklamışım. Ya şekerli kahve isterse… Şeker çok pahalı olduğu için,
herkes kendi şekerini kendi bulmak zorunda. Ama nasıl bulacaklardı ki?
Kimse de para kalmamıştı.
Mazhar Bey’in telaşı boşunadır. Müftü Rıfat Börekçi çok nazik bir edayla:
– Sıkıntıda olduğunuzu haber aldık. Az da olsa yardımda bulunmayı
vazife bildik.
Mazhar Müfit Bey duyduklarına inanamaya dursun… Rıfat Börekçi tek tek
sayarak kendisine Ankara halkının Kuva-yı Milliye’ye ilk yardımı olan bin lirayı sunuyor.
Mustafa Kemal’in bu olayı karşılayışı çok hoş:
– Demek ki Allah bize yardım ediyor, demek ki doğru yoldayız.
Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, c. 2, Ankara: TTK., 1997, s.
506-507; Araz, a.g.e., s.32-34