1922 yılının Mart ayında bir gün Başkumandan Atatürk’ten bir ‘Tehiri Musubi İdamdır” (geç gitmesine sebep olanlar idam edilirler) kaydı olan bir telgraf geldi.
Telgrafın birinci maddesinde, “Bu emirden sadece ordu komutanları ve kurmay başkanları haberdar olacak, kolordu komutanlarına bile bilgi verilmeyecektir” deniyor; ikinci maddesinde ise, “Büyük Taaruz Nisan ayı içinde yapılacaktır. Ona göre hazırlıkların tamamlanması” emrediliyordu. Bu emri okurken odada sadece ikinci ordu komutanı Yakup Şevki Paşa ile birlikte ben vardım.
Büyük taaruz haberini duyunca ben de çok heyecanlanmıştım. Hatta elimden, okuduğum kağıt masanın üzerine düşmüştü. Yakup Şevki Paşa gayet sakin bir sesle, “Oğlum, bir kağıt-kalem al. Buna bir cevap yazalım” emrini verdi.
O zamanlar cephelerde daktilo bulunmazdı. Bu nedenle ordunun bütün emir ve yazılarını, sır sakladığım ve yazım güzel olduğu için ben yazardım.
Kağıt-kalemi alıp Paşa’nın söylediklerini yazmaya başladım.
24 sayfayı bulan çok uzun ve çok geniş kapsamlı bir cevap yazdırdı. Cevapta, “Böyle bir taarruzun Nisan ayında yapılması doğru olmaz. Havalar yağmurlu; etraf çamur içinde olur. Ulaşım ve erzak temini fevkalade zordur.
Halbuki, ecdadımızın daima tercih ettiği gibi ağustos ayı, taarruz için fevkalade uygundur. Her taraf kuru ve ulaşım çok kolay olur. Zaptedilen bölgelerdeki ürünlerden askere yetecek kadar yiyecek bulmak da çok kolaylaşır.
Ayrıca makineli tüfeklerimiz yeterli sayıda değildir. Mutlaka her bölüğe en az bir makineli tüfek verilmelidir.
Topçu mermilerimiz de azdır.
Bu şartlarda taarruz başarısız olur” diye bütün sebepleri ve eksiklikleri madde madde yazdırdı.
Cevap, Ankara’ya kurye ile acele yollandı. Aradan dört gün geçmişti. Ordu komutanı nöbetçi emir subayı bendim. Bu nedenle uyanıktım. Sabahın saat dördünde bir motor sesi duydum. Hemen binamızın sokak kapısına fırladım. Küçük, dört kişilik bir Ford otomobilin kapıya yanaşmakta olduğunu gördüm. Otomobil ordu karargâhımızın kapısının önünde durdu.
İçinden, bir de baktım Atatürk indi. Bize doğru dönerek kendisini ordu komutanının yanına götürmemizi emrettiler. Ben heyecanla koşarak elini öptüm.
Sonra Atatürk’ü merdivenlerden çıkarak ordu komutanının yatak odasına götürdüm. Biz odaya girince, Yakup Şevki Paşa yataktan heyecanla fırladı. Atatürk’le öpüştüler.
Atatürk, “Bizi yalnız bırakın” dedi. İki general sabaha kadar taarruzu tartıştılar. Sabah saat sekize doğru, bir kahvaltı ve ordu kurmay başkanı Hüseyin Hüsnü Erkilet Paşa’yı da emrettiler. Üçü birlikte öğleye kadar çalıştılar. Öğle ve akşam bizler dahil, hep birlikte yemek yedik.
Akşam yemekten sonra, yine Şevki Paşa’nın odasına çekilip gece dörde kadar haritalar üzerinde tartıştılar. Durumu sadece ben biliyor, fakat bana sual soran hiç kimseye bir şey söylemiyordum. Çünkü öyle emir almıştım.
Sabaha karşı saat dört sularında Atatürk, Ankara istikametine doğru yeniden yola çıktı. Önde şoför ve muavini, arkada Atatürk ve jandarma yaver Siirtli Binbaşı Mahmut Bey oturuyorlardı.
Yanlarında sadece bir muavinde, bir de Mahmut Bey’de olmak üzere iki küçük filinta bulunuyordu. Bu kış kıyamette, martın en soğuk ve karlı günlerinde, kağnı yollarından geçerek, kimselere görünmeden, bir gece evvel gelip ertesi gece hiç uyumadan geri dönmek ne büyük bir güç ve cesaretti.
Bu seyahatin sebebi, daha önce yazdığımız 24 sayfalık gerekçe idi. Atatürk, Ankara’da bizim cevabımızı alır almaz, trenle Biçer istasyonuna, oradan da otomobille Bolvadin’e gelmiş ve bizim karargâhta Paşa’yla son durumu yüz yüze tartışmışlardı.
Atatürk, Ankara’ya varınca, ordulara ve batı cephesine bir şifre göndermişler ve şifrede, “İkinci ordu komutanının teklifleri uygun görülmüş ve eksikliklerin tamamlanması için gereklere emir verilmiş ve taarruz tarihi ertelenmiştir” diyerek Yakup Şevki Paşa’nın önerilerine uyduğunu açıklamaktan çekinmemişlerdi.
Sadık Atak’tan
Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar, Yurdakul Yurdakul