İnsanoğlunun var olduğu andan günümüze kadar en fazla ihtiyaç duyduğu olgu hoşgörüdür. Evden okula okuldan çevreye her zaman sağlıklı iletişimin ve sevginin tek köprüsü hoşgörü olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Açlık ve hastalık bireylerin, hoşgörüsüzlük ise toplumların ölüm nedenidir. İnsanoğlunun yaşamış olduğu her felâketin temelinde hoşgörüsüzlük vardır. Buna açlık, susuzluk, hastalık ve doğal felâketler de dâhil edilebilir. Çünkü insanoğlu kaynaklarını, kendisinden olmayan ve kendisi gibi düşünmeyeni yok etmek için harcadığından gerçek ihtiyaçlar sahipsiz kalmıştır.
ATATÜRK, yaşantısının her döneminde hoşgörülü olmuştur. Baskıcı zihniyetin, insanın insan olma değerini yok ettiğine ve gelişme duygusunu körelttiğine inanmıştır. Demokratik ülkeler ile demokratik olmayan ülkeler arasındaki gelişmişlik farkı bu gerçeğin göstergesidir. ATATÜRK’ün amaçladığı demokratik toplum; baskının olmadığı, fikirlerin serbestçe söylendiği,vatandaş olma bilincinin geliştiği ve hoşgörünün her alanda egemen olduğu bir modeli öngörmektedir. Bu toplum modelinde insan, mürit ve mensup değil özgür birey olacaktır.
Özgürlük ve hoşgörü temeline dayanan demokratik toplumda, tek bir konuda hoşgörülü olma hakkı yoktur. O da koşullanmış düşünceleri ve kişisel çıkarları uğruna toplumun geleceğini karanlığa sürüklemek isteyen düşünce sahiplerinin hareketleri karşısında kayıtsız kalma hakkıdır. Aşağıdaki anekdot ATATÜRK’ün bağışlama ve hoşgörü konusundaki düşüncelerini yansıtması açısından önemlidir:
İmzasını okuyamadığım bir avukat şöyle yazıyor:
“ATATÜRK’ten söz ederken “düşmansız adam” demiştiniz. Kendisinin ağzından duyduklarımı bu münasebetle tekrarlayayım:
1936 yılında, Ankara’da Ankara Palas Oteli’nin alt salonunda Çocuk Esirgeme Kurumunun balosundaydık.
ATATÜRK’ün yemek masasında Bay Şükrü Saraçoğlu bulunuyordu. ATATÜRK, herkesin dans etmesini, eğlenmesini istiyordu… Bugünkü gibi aklımda: Üzerinde koyu kurşunî bir elbise vardı. Elinde düz beyaz keten bir mendil tutuyordu.
Sonradan yanına , Konya milletvekili General Ali Fuat geldi. Arka tarafta uzaktaki bir masada da General Refet oturuyordu. Önder, birdenbire başını çevirdi. Masasına General Refet’i cağırdı. Ve birden, dans, neşe içinde, sesi yükseldi. Müzik de durdu.
Aynen ezberimden söylüyorum, şu sözleri söylediler:
-Uygarlık demek, bağışlama ve hoşgörü demektir. İlkel toplumlardır ki kan davası güderler. Bağışlamaya, hoşgörüye dayanmayan uygarlık, zorbalığa dayanan uygarlıktır ki, çöker… O, uygarlık değildir.
Sesi yavaşladı, yine yükseldi:
-İlkemiz iyi, güzel ve doğrudur… İyi ve güzelsiz, doğru olmaz… Daima, her zaman, her yerde iyi, güzel ve doğrunun birlikte olmasıdır. Her zaman ve her yerde bağışlama…
-Bağışlama ve hoşgörü… Ancak ve ancak ulusal davalarda, ulusal kalkınmada, sonuçları topluma etkili olan işlerimizde hoşgörünün yeri yoktur. Kişisel kinleri, kişisel düşmanlıkları körükleyen ve güdenler ancak ve ancak ilkel toplumlardır…
Vala Nureddin
Arıburnu; Atatürk’ten Anılar, s.117-118.