İnsanlık tarihindeki gelişim incelenecek olursa görülecektir ki uygarlık adına en önemli sıçramalar insanoğlunun doğayı ve kendini merak duygusuyla neden sonuç ilişkisi içerisinde sorguladığı dönemlerde gerçekleşmiştir. Bilimde ve teknolojide bugün ulaşılmış olan kazanımlar hep bu sorgulamaların neticesinde elde edilmiştir. İnsanlar ne zaman ki çevresinde olup bitenlere kayıtsız kalmışlar ve her şeyde metafizik bir neden aramışlarsa o dönemler insanlık tarihinin karanlık dönemleri olmuştur.
Sadece insanlık tarihi değil Türk tarihine de bakıldığında görülecektir ki, ne zaman Türkler bilime ve bilim adamlarına değer vermişlerse yükselmişler, ne zaman hurafelere dayalı anlayışlara itibar edip bilimin karşısında olmuşlarsa güçsüz kalıp devletlerinden olmuşlardır. Koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nun başına da aynı felâket gelmiştir. Böyle bir felâketin bir daha yaşanmaması için ATATÜRK, dünya sorunlarını metafizik yöntemlerle değil, bilimsel yöntemlerle çözmeyi esas alan bir eğitim sistemi kurmuştur. Bu sitemin başarısında ise en büyük sorumluluğu da öğretmenlere vermiştir. O, 22 Eylül 1924’te Samsun’da öğretmenlerle yaptığı konuşmada şöyle demiştir:
“Efendiler,
Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en hakikî rehber ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında rehber aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemelerini zamanında takip etmek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen dilinin çizdiği kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak demek değildir. Çok mesut bir duygu ile anlıyorum ki hitap ettiklerim bu gerçekleri anlamışlardır. Mutluluğum artıyor. Öğretmenlerimiz, eğitim ve öğretiminden sorumlu oldukları yeni nesli, gerçeğin ışıklarıyla donatılmış bir şekilde yetiştireceklerine söz vermişlerdir. Bu hepimiz için onur verici bir durumdur.”
Atatürkçülük (Birinci Kitap); s. 63.