Osmanlı toplumunun sosyal yaşamında, İslâm dininin akılcı ruhuna ters düşmesine rağmen kadın ve erkeğin bir arada bulunması uygun görülmezdi. Bu anlayış daha çok tarikatların etkisiyle bağnazlığın yaygınlık kazanmış olduğu şehirlerde etkendi. Bağnazlığın etkisinden uzak olan köy ve kasaba halkı ise, ahlâkı ve erdemi insan olmanın temel koşulu kabul eden Türk kültüründen beslendiğinden kadın ahlâkından kuşku duymamış ve onu yaşam mücadelesinin en büyük destekçisi olarak görmüştür. Bu nedenle köy ve kasaba hayatına kadını sosyal yaşamdan dışlayan haremlik-selâmlık uygulaması girmemiştir.
Kadın ahlâkına duyulan şüphe, insanın kendi ahlâkına olan güvensizliğinin bir yansımasıdır. Namussuzların herkesi namussuz göreceği sosyolojik gerçeği de bunu doğrulamaktadır. Türk halkının sosyal yaşamında kadın ve erkeğin el ele olması kendi mutlu geleceğinin temel koşuludur. Bu nedenledir ki her fırsatta ATATÜRK, kadın-erkek eşitliğini savunmuş ve hayatın her alanında bu iki cinsin birlikte mücadele etmesini istemiştir. Bu düşünce, din simsarlığı ile beslenen gerici ve yobaz çevrelerin tepkisine yol açsa da o, geri adım atmayıp anne ve kız kardeşlerimizin aklından ve ahlâkından şüphe eden bağnazlığı yıkmaya kararlı olduğunu yaptıklarıyla göstermiştir. Ahlâkı cinselliğe indirgeyerek hem İslâmiyet’e hem de Türk ahlâk anlayışına kötülük eden yobazlara karşı, ATATÜRK’ün tavır ve davranışlarını yansıtması bakımından aşağıdaki anekdot mesaj niteliğindedir:
1922 Ekiminin on yedinci günü toplantı yaptı; Ankara devlet merkezi olduğuna göre oradaki Öğretmenler Birliğinin de genel merkez olmasına karar verildi.
Kadın inkılâbı henüz yapılmamıştı ve kadınların toplantılara geldikleri pek az görülüyordu.
O gün toplantıya kadın öğretmenlerden üçü gelmiş, ön sıraya oturmuşlardı; geride olan erkeklerle onlar arasındaki sıralardan birkaçı boş bırakılmıştı.
Ertesi gün Meclisteki sarıklı mebuslar köpürdüler; bu hareketi dinsizlik, ahlâksızlık, küstahlık saydılar; ATATÜRK’e şikâyet ettiler.
ATATÜRK, onları dikkatle dinledi; sonra fena hâlde kızmış göründü. Yanındakilere sordu:
-Öğretmenler Birliği reisi kimdir?
-Mazhar Müfit.
-Çağırın onu!…
Hocalar pek memnun görünüyorlardı. Birkaç dakika sonra Mazhar Müfit gelince, ATATÜRK ona çıkıştı:
-Siz öğretmenler toplantısında ne yapmışsınız? Bu ne ayıp şey!…
ATATÜRK’ün gayet ileri düşünüşlü adam olduğu, hocaların şikâyetlerini de öğrendiği için Mazhar Müfit şaşırdı; bir şeyler söylemek istedi:
-Efendim, yemin ederim ki…
Sözlerini bitirmeye meydan kalmadan, ATATÜRK gürledi:
-Bırak bırak, hepsini biliyorum! Toplantıya kadın öğretmenleri de çağırmışsınız!…
Hocalar medeniyete karşı zafer kazandıklarını zannederek gurur duyuyorlardı. Diğerleri ATATÜRK’ün böyle konuşacağına ihtimal vermediklerinden, hayretle dona kalmışlardı.
ATATÜRK devam etti:
-Fakat onları niçin ayrı sıralara oturttunuz? Siz kendinize mi güvenemiyorsunuz, yoksa Türk kadınının faziletine mi? Bir daha öyle ayrılık görmeyeyim! Anlaşıldı mı?
Hocaların başlarından aşağı buzlu sular dökülmüştü: Süklüm püklüm çıktılar.
Yıldırım; s. 77-78.