Türk ulusu, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ardı arkası kesilmeyen savaşlar sonucunda çok şeyini kaybetti. Eriye eriye tükenme noktasına gelip yaşlılardan, dullardan, sakatlardan ve yetimlerden ibaret kaldı. İçeride ve dışarıda herkesin bitti dediği bu ulus özgürlüğünün söz konusu olduğu Çanakkale ve Bağımsızlık Savaşı’nda bitkinliğine, tükenmişliğine ve yoksulluğuna bakmaksızın yedi düvelin ateş dalgalarına bedenini siper ederek vatanını kurtarmasını bilmiştir. Bu başarısıyla da tüm tutsak uluslara özgürlük sembolü olmuştur.
“Özgürlüğün olmadığı yerde ölüm ve yok oluş vardır. Bütün gelişmelerin anası özgürlüktür.” diyen ATATÜRK, sahip olduğu özgürlük duygusunu ulusundan almıştır. Özgürlükleri için ölümü göze alabilen ulusların asla tutsak edilemeyeceğine inandığından, Bağımsızlık Savaşı’nın en kritik anlarında bile zaferin kazanılacağına olan inancını yitirmemiştir. Türk ulusunun sonsuza kadar özgür ve bağımsız yaşayacağını düşünmekteydi. Bu düşüncenin haklılığını tarih yazmıştır. Aşağıdaki anekdot ATATÜRK’ün Türk ulusundaki özgürlük tutkusuna olan güvenini yansıtması açısından güzel bir örnektir:
Bir gün Müslüman memleketlerden birinde (Mısır’da) bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal’i görmeye gelmişti. Kendisine:
-Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz? diye sordu.
Olabilecek bir şey değildi, ama, insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal:
-Yarım milyonunuz bu uğurda ölür mü? diye sordu.
Adamcağız yüzüne baka kaldı:
-Fakat Paşa Hazretleri yarım milyonun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya… dedi.
-Benimle olmaz, beyefendi hazretleri yalnız benimle olmaz. Ne zaman halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse o vakit gelip beni ararsınız.
Falih Rıfkı Atay; Çankaya, İstanbul, 1969, s. 318.