Siyasi bir zorlukla karşılaşınca <<Atatürk var, diye teselli buluyordum, yazılarına kayıtsız kalmadığı bir Türk yazarını gerektiğinde korur!>> diyordum. Kaç kere dizlerine kapanmak hülyası beni bir hac gibi avuttu.
Yabancı illerde bana değil, en inatçı ve geri kafalı bir muhalife bile Atatürk, Türk olmanın gururunu zorla taşıttı ve onu gönderdiği gurbette, gurbetten çok daha acı olan milli gurur yoksulluğundan kurtardı. Ben o milli gururla yaşadım ve belini doğrultmuş vatanıma o sayede beli bükülmemiş, dinç ve zevki döndüm.
(Yazar, Milli Mücadeleye karşı tutumundan ötürü yurttan uzaklaşmıştı.)
***
Atatürk’ün kudretini göremeyen ve nüfuzunu tanımayan bir adamdım.
Gurbet yolunu tuttuğum gün ilk uğradığım yabancı şehirde, baktım. O’nun nüfuzu çoktan yerleşmiş.. İstilâya, haksızlığa, hayal sukutuna, belki de lâyık olduğu cezaya uğramış müslüman halk kendisine O’nun şöhretini mihrap, ismini iman yapmış, arkasında saf saf el kavuşturup rüküa durmuş secdeye varacaktı.
Her yıl, o şöhreti, muvaffakiyeti, heyecanı büyülttü, genişletti, yükseltti. Önce müslüman ümmetinin, sonra da yenilmiş Avrupalı ulusların bağrından özlemin ahları koptu; inlediler: <<Ah, keşke bizim de bir Mustafa Kemalimiz olsa!>>
Tarih Coğrafya Dünyası, 1959, Cilt II, sayı 9-10