Türkiye Büyük Millet Meclisi halifenin değildir ve olamaz. Türkiye Büyük Millet Meclisi yalnız ve yalnız ulusundur. Ulusun seçtiği vekillerden oluşmuştur. Bu meclis yalnız ve yalnız ulusun emrine göre hareket etmek zorundadır. Ulus bu hakkını ne olursa olsun bir kimseye bırakamaz, veremez.
Ocak 1921, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II
Türk ulusunun ve onun biricik temsilcisi yüce meclisin, yurt ve ulusun bağımsızlığını, yaşamını güvence altında bulundurmaya çalışırken, halifelik ve padişahlıkla, halife ve padişahla bu kadar çok ilgilenilmesi sakıncalıdır. Şimdilik bunlardan hiç söz etmemek yüksek çıkarlarımız gereğidir. Eğer amaç bugünkü halife ve padişaha bağlı olan bağlılığı bir daha söyleyip belirtmekse, bu kişi haindir; düşmanların yurda ve ulusa kötülük yapmak için kullandıkları araçtır. Buna “Halife ve Padişah”deyince ulus, onun emirlerine uyarak düşmanların isteklerini yerine getirmek zorunda kalır. Hain, ya da makamın güç ve yetkisini kullanması yasak edilmiş olan kişi zaten padişah ve halife olamaz. “Öyleyse onu tahttan indirip yerine hemen başkasını seçeriz” demek istiyorsanız, buna da bugünkü durum ve koşullar elverişli değildir. Çünkü padişahlıktan ve halifelikten çıkarılması gereken kişi ulusun içinde değil, düşmanın elindedir. Onu yok sayarak başka birini halife ve padişah olarak tanımak düşünülüyorsa, o zaman bugünkü halife ve padişah haklarından vazgeçmeyerek İstanbul’daki hükümetiyle, bugün olduğu gibi, makamını koruyup çalışmalarını sürdürebileceğine göre, ulus ve yüce meclis temel amacını unutup halifeler sorunu ile mi uğraşacak? Ali ve Muaviye çağını mı yaşayacağız? Kısacası, bu sorun geniş, ince ve önemlidir. Çözümü bugünün işlerinden değildir.
Eylül 1922, Nutuk
Bu Meclis Türkiye halkının meclisidir. Bu meclisin nitelik ve yetkisi yalnız ve ancak Türkiye halkının ve Türk yurdunun varlığı ve yazgısıyla ilgilidir ve ancak ona etki yapabilir. Meclisimiz kendi kendine bütün Müslümanlık dünyasını kapsayan bir güç elde edemez. Baylar, Türk ulusu ve onun temsilcilerinden kurulmuş olan meclisimiz, kendi varlığını halife sanını taşıyan ya da taşıyacak olan bir kişinin eline veremez ve vermeyecektir! Bundan ötürü Müslümanlık dünyasında kargaşa varmış, ya da olacakmış; bunların hepsi anlamsız ve yalan sözlerdir; kim söylemişse yalan söylemiştir, yalan söylüyor.
Kasım 1922, Nutuk
Olaylarla, bilimle, teknikle, yasa ile sonsuzluğa kavuşmuş olan bu egemenliği geçersiz kılacak, ona zarar verecek ne bu ülkenin içinde, ne de dışında hiçbir güç yoktur ve olamaz. Bütün Müslüman dünyasının gerçekten kurtuluşuna kadar iyice korunmasını üzerimize aldığımız halifelik makamının varlığı, Türkiye devletinin ne bağımsızlığı, ne yönetimi, ne de egemenliği ile çatışma durumunda değildir. Bu makam ve bu makamda oturan yüksek kişinin varlığı, bir neden yaratılmazsa sakıncalı sayılamaz. Ancak şurası kesin olarak bilinmelidir ki, herhangi bir makam ve kişi tarafından bu sakıncaya yol açıldığı gün, işin kuramsal yönü biter, eylem ve uygulama başlar.
Ocak 1923, Nutuk
Halifelik makamının böylece tanıdıktan sonra bu makamı Türk ulusunun egemenliğini ortadan kaldıracak bir makam saymak doğru değildir. Bugün halife olan yüksek kişinin bizimle aynı gerçekleri kavradığını takdir (anladığını) sanırım. Ancak bir aksaklık ortaya çıkarsa, bunu yalnız bu makama yöneltmek gerekmez. Böyle bir şeyi yapmak için her şeyden önce düşüncelerini şeriat kılığına sokan bazı cahiller, çıkarcılar ve dalkavuklar ortaya çıkabilir. Bunların, onun bunun ona buna aşılayacağı düşünceleri ve bu düşüncelerin niteliğini önceden kestirip ona göre hazırlıklı olmak her bireyin ve ulusun ödevidir. Şurasını açıkça söylemek gerekir ki, bu ulusun üç buçuk yıla sığdırdığı dava çok büyüktür. Bunu sindirmek bunun sindirimi için güçlü beyinler gerekir. Fransızlar büyük ihtilali yerine oturtmak için tam yüzyıl çalışmışlardır.
Ocak 1923, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II
Halifelik ve Padişahlık birbirinden ayrıldıktan sonra bazı hocalar bir karanlığa düştüler, duraksamaya kapıldılar. O kadar ki kendi dinlerinden ve inançlarından kuşku duymakta olduklarını söylemeye başladılar.”Halife böyle olmaz; halifeye güç, erk ve yetki gerektir” demeye başladılar. Halifeyi Meclis başkanlığına getirmekten söz eder oldular.
***
Halifelik başımıza beladır. Osmanlı Devleti, Padişah Halifeliği üstlenmeden·önce çağının en parlak aşamasını yapmıştır. Halifeliği aldıktan sonra çökmeye başlamıştır. En acı zamanlarımızda bize karşı savaşanlar arasında, halifelik nedeniyle bize bağlı olanlar da vardı.
Ocak 1923, Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı
Bizim dünya karşısındaki en büyük gücümüz ve erkimiz yeni durumumuz ve niteliğimizdir. Halife esir olabilir; halife adını taşıyanlar yabancılara sığınabilirler. Düşman ve halifeler el ele verebilirler ve her şeyi yapmaya girişebilirler. Fakat yeni Türkiye’nin yönetim biçimini, siyasetini, gücünü kesinlikle sarsamazlar.
Mart 1924, Nutuk
Sevgili kardeşlerim, düşünce ve anlayış yeteneğini önemli olaylarla kanıtlamış olan bu ulus, Allah’ın gölgesi, Peygamber’in vekili olduğunu ileri sürmek küstahlığında bulunan halife sanındaki aymazlara, cahillere, iki yüzlülere yurdunda, vicdanında yer verebilir miydi? Bunu sizden soruyorum: (“Asla, kesinlikle hayır” sesleri). Büyük ulus, dünyanın uygarlık ailesi içinde saygın bir yeri olmaya layık Türk ulusu, evlatlarına vereceği eğitimi okul ve medrese adında birbirinden tamamiyle başka iki çeşit kurum arasında bölmeye bugünkü günde katlanabilir miydi? Eğitim ve öğretimi birleştirmedikçe, aynı düşüncede aynı kafada bireylerden oluşmuş bir ulus meydana getirmeye olanak aramak anlamsız, saçma bir şeyle uğraşmak olmaz mıydı?
Ağustos 1925, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II
Halka sordum: Bir Müslüman devleti olan İran ya da Afganistan, halifenin herhangi bir yetkisini tanır mı? Tanıyabilir mi Haklı olarak tanıyamaz. Çünkü böyle bir şey devletin bağımsızlığını, ulusun egemenliğini ortadan kaldırır. Ulusun şuna da dikkatini çektim ki, kendimizi dünyanın egemeni sanmak aymazlığı artık sürüp gitmemelidir. Dünyanın durumunu, dünyadaki gerçek yerimizi tanımamak aymazlığıyla ve aymazlara uymakla ulusumuzu sürüklediğimiz felaketler yetişir artık! Bu acıklı durumu bile bile sürdüremeyiz.
***
Herhangi bir Müslüman devletin, bir kimseye, bütün İslam dünyasının işlerini yönetmesi, yürütmesi yetkisini vermesi akıl ve mantığın kabul edemeyeceği bir şeydir.
***
Baylar, yabancılar halifeliğe saldırıda bulunmuyorlardı. Ama Türk ulusu saldırıdan kurtulmuyordu. Halifeliğe saldıranlar, Müslüman uluslardan Türkü çekemeyenler değildi. Ama Çanakkale’de, Suriye’de, Irak’ta İngiliz ve Fransız bayrakları altında Türklerle vuruşan Müslüman uluslardı. Bunların, Türk ulusuna kolaylıkla saldırmak için alıkonması yeğlenen halifeliğin ortadan kaldırılmasını: “Türklük için kendi kendine kıymaktır” diye nitelemeleri ve cumhuriyetin amacını “Halifeliği ortadan kaldırmak için biz Türkler girişimlerde bulunuyoruz” sözleriyle açıklayıp ilan etmeleri elbette etkisiz kalmadı.
***
Çürümüş bir hanedanın halife sanıyla başından hiç mi hiç uzaklaşmasına olanak kalmayacak biçimde korunmasını zorunlu kılan bir devlet biçiminde Cumhuriyet yönetimi ilan edilse bile onu yaşatma olanağı yoktur.
***
Büyük Millet Meclisi Halifeliği kaldırdığı sırada, Antalya milletvekili din bilginlerinden Rasih Efendi, Kızılay adına Hindistan’da bulunan bir kurulun başkanlığını yapıyordu. Rasih Efendi Mısır’a uğrayarak Ankara’ya döndü. Benimle görüşmek istedi ve şunları söyledi: Gezdiği ülkelerdeki Müslüman halk benim halife olmamı istiyormuş; Müslümanların yetkili kurulları bu dileği bana bildirmek için Rasih Efendi’yi vekil etmişler. Rasih Efendi’ye verdiğim cevapta Müslümanların gösterdikleri yakınlık ve sevgiye teşekkür ettikten sonra dedim ki: Siz din bilginlerindensiniz; Halifenin devletin başı devlet başkanı demek olduğunu bilirsiniz. Başlarında kralları, imparatorları olan halkın bana ulaştırdığınız dilek ve önerilerini ben nasıl kabul edebilirim? Kabul ettim desem, o halkın başında olan kişiler bunu ister mi? Halifenin buyruk ve yasaklarına uyulur. Beni halife yapmak isteyenler emirlerimi yerine getirebilecekler mi? Bu duruma göre yapacak işi ve anlamı kalmamış, kuruntuya dayanan bir adı takınmak gülünç olmaz mı? Baylar, açıkça ve kesinlikle söylemeliyim ki, Müslüman halkı hala birhalife korkuluğu ile uğraştırıp aldatmaya çalışanlar, yalnız ve ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye’nin düşmanıdırlar. Böyle bir oyuna kapılmak da ancak cahillik ve aymazlık belirtisi olabilir.
***
Egemenliği ve saltanatı hiç kimse, hiç kimseye bilim gereğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla veremez. Egemenlik, saltanat güçle, erkle ve zorla alınır. Osmanoğulları zorla Türk ulusunun egemenliğine ve saltanatına el koymuşlardı. Bu zorbalıklarını altı yüz yıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk ulusu bu saldırganlara fazla ileri gittikleri uyarısında bulunarak ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliği ve saltanatı kendi eline almış bulunuyor. Bu bir olup bittidir. Söz konusu olan, ulusa egemenliği bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız sorunu değildir. Sorun, zaten olup bitti durumuna gelmiş bir gerçeği belirtmekten açıklamaktan başka bir şey değildir. Bu, ne olursa olsun, yapılacaktır. Burada toplananlar, meclis ve herkes sorunu doğal bulursa, sanırım ki uygun olur. Yoksa gerçek gene yöntemine göre saptanacaktır. Fakat ihtimaldir ki, bazı kafalar kesilecektir.
Ekim 1927, Nutuk
Padişahlık döneminden Cumhuriyet dönemine geçebilmek için, hepinizin bildiği gibi, bir geçiş dönemi yaşadık. Bu dönemde iki düşünce ve görüş birbiriyle sürekli olarak çatıştı. Bu düşüncelerden biri, padişahlık döneminin sürdürülmesiydi; bu düşüncenin yanlıları da belliydi. Öteki düşünce, padişahlık dönemine son vererek Cumhuriyet yönetimi kurmaktı. Bu bizim düşüncemizdi. Biz düşüncemizi açıkça belirtmekte sakınca görüyorduk. Ancak görüşümüzü uygulama olanağını koruyup elverişli bir zamanda eyleme geçebilmek için padişahlık yanlılarının düşüncelerini uygulama alanından uzaklaştırmak zorundaydık. Yeni yasalar çıkarılırken, özellikle Anayasa yapılırken, padişah yanlıları, padişah ve halifenin haklan ve yetkisinin açıkça belirtilmesi üzerinde dururlardı. Biz de bunun daha zamanı gelmediğini, ya da buna gerek olmadığını söyleyerek o yanı susarak geçiştirmekte yarar görüyorduk.
Ekim 1927, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II