Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamağa çalışıyor; kaste ve fiile dayanan taassupkâr hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.¹
Yukarıdaki sözlerin sahibi Atatürk, laiklik ilkesi ve onu takip eden inkılapları ile özgür düşüncenin Türk vatanı üzerinde hakim kılınmasını istiyordu. Zira o ana dek millete din ve iman tavsiye edenlerin şahıslarında aynı ruhun barınmadığını biliyordu. Dünyanın neresinde olursa olsun, hangi din söz konusu olursa olsun, büyük kitlelere yönelik olarak yürürlüğe konan bütün dini kaide ve hareketler; refah, hak ve hukuk gibi insanî kavramların bu dünyada değil başka dünyada elde edilebileceğini iddia ediyor. Gelin görün ki, toplumları ya da toplulukları hedef alan bu hareketlerin yürütücü kuvvetleri daima bu dünyadaki refahını kovalıyor. Dini istismar ederek iktidar, şan ya da şöhret peşinde olanların tamamı -hangi dini kullanıyor olursa olsun- şatafat peşinde koşuyor. Elbette ki burada konuştuğumuz şey, bütün dinlerin ya da herhangi bir dinin Hak-Din olup olmaması değildir. İnsanlığın derdi dinler değil dinleri yönetmek isteyen politik ve siyasal isimlerdir. Zira yeryüzündeki belki de bütün dinler, toplumsal huzuru, barışı ve kardeşliği öğütler. Atatürkçü düşüncenin ve laiklik ilkesinin de bu noktada inançlarla hiçbir derdi yoktur. Laiklik ilkesi dinin ya da dinlerin değil onu istismar edenlerin prangasıdır. Din tüccarı her zaman dinin gerçeklerinden uzak durmuş ve çalışmaktan, azmetmekten sakınmıştır. Hayatını cephelerde ve masa başında çalışarak devrimler yaparak ve daima mücadele vererek geçiren Büyük Atatürk, “Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla alâkası olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler zamanın yeniliklerine uymayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı, İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, beyinledir.”² diyor. Kendisinin de ifade ettiği üzere yeniliklere ve yenilikçi ilkelere karşı çıkanların amacı asla dinin ya da dini düşüncenin âbâd olması değildir. Onlar kendilerine itaatkârlıkta birbirini çiğneyen köleler istemektedirler. Ancak kesin suretle bilinmelidir ki, dünyanın başına gelen bütün musibetler itaat etmekten gelmiştir. Savaşlar, kaoslar, katliamlar, hep itaat edilenler tarafından organize edilmiş, hep de itaat edenler tarafından gerçekleştirilmiştir. İtaat kültürü, sömürge kültürünün kan kardeşidir. Her ikisi de düşünmenin, aklın ve bilimin karşısına dikilmeye çalışmıştır ancak Atatürk devrimleri ve onun koruyucusu olan Türk Gençliği, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında buna hiçbir zaman müsaade etmeyecektir.
Bu çerçevede laiklik, dinin ve dinlerin şuurla kabul görmesini istemektedir. Toplumların, kitlelerin, ülkelerin ya da partilerin dini olmaz, din tüzel kişilikler yerine özel kişiliklere yönelik bir kavramdır. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyetinin bir dini olsa idi, ancak adalet olabilirdi. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayırt edilmesini savunan laiklik ilkesinin varlığı, özgür düşüncenin tesisi ve ona yönelik tacizlerin adil bir biçimde püskürtülmesinin sağlanması demektir.
Türkiye laiktir ve her zaman laik bir cumhuriyet olarak kalacaktır.
¹Asaf İlbay Anlatıyor, Yakınlarından Hatıralar, S. 102-103
²Atatürk’ün S.D. II, S. 128