Savaş yönetimi ile siyaset ve siyaset ile savaş yönetimi, bunların ikisi birdir. Siyaset dediğimiz zaman, yalnız dış siyaseti amaçlamıyoruz. Bundan başka iç siyaseti, ekonomik siyaseti de düşünüyoruz. Her tür siyaset sahnesi Millet Meclisi’dir. Her türlü siyasetin uygulama ve yürütme aracı hükümettir. Savaş yönetimiyle siyasetin çalışma alanlan arasında bir sınır çizmek istenirse, denilebilir ki, dış siyaset savaşın yönetimine öncülük eder. Iç siyaset ile ekonomik siyaset savaşın yönetimine bağlıdır. Bu düşünceyi iyice kavrayabilmek için savaşın doğası hakkında, hiç olmazsa kısa bir incelemeye gerek vardır. Savaş, düşmanı bizim arzumuzu kabule zorlamak için yapılan şiddetli bir harekettir. Bu hareketin hedefi, düşmanı savunmadan aciz bırakmaktır. Bu da düşmanın bütün maddi ve manevi kuvvetlerini kırarak, ezerek onu yere sermekle mümkün olur. Ancak bu halde, düşman devlet barışa zorlanır veya düşman millet teslim olur. Savaşın doğasının gereği budur. Savaşı yönetenler, savaş hareketinin hedefe ulaşacağı dakikaya kadar, düşman hakkında doğal olarak hiç bir tür iyilik düşünemez. Savaş gibi tehlikeli işlerde, iyilik yüzünden doğacak hatalar en kötü hatalardır. Savaşı yönetenler bu suça düşmemek isterlerse, ülke ve milletin maddi ve manevi bütün kuvvetlerini, hiç bir yalancı söze kulak vermeksizin ciddi ve köklü bir şekilde düşman aleyhine yöneltir ve uygular.
Bir savaşı parlak bir hedefe ulaştırabilmek için yüksek hükümet işlerinde büyük bir bilgi sahibi olmak büyük ihtiyaçtır, zorunluluktur. İşte, savaş yönetimiyle siyaset burada birleşir ve kumandan aynı zamanda hükümet adamı olur. Kumandan, hükümet adamı olur; ancak kumandan kalır. Bir taraftan bütün hükümet işlerini kavrama alanında ve etkisinde bulundurur, bir taraftan da eli altında bulunan araçlarla ne yapabileceğini bilir. Hükümetin dış, iç, ekonomik durumunu savaşın hedefinde birleştirir. Bu hedef, siyasi amaçtır, milletin ihtiyaç ve arzusudur.
Siyaset, savaşın doğasıyla uzlaşması mümkün olmayan düşünceler ve etkilere asla kapılmamalıdır. Kapıldığı takdirde savaş üzerinde ve savaşın sonucu üzerinde zararlı olur, öldürücü olur. Bu sebeple, doğrudan doğruya siyaseti yöneten hükümet adamının savaşın doğası ve şekli yönetimi hakkında eksiksiz bilgi sahibi olması gerekir Bu hükümet adamının, savaşı yöneten kumandanla her konuda aynı düşüncede bulunması, anlaşmış olması şarttır.
Bu anlaşma noksan olursa zorluk başlar ve kesinlikle zarar görülür. Genel siyaset ile savaş yönetimi bir kişide birleştiği zaman, durum çok elverişli olur. Buna tarihte örnekler vardır. İskender, Büyük Frederik, Napolyon ve Timur aynı zamanda hem başkumandan hem de siyasi kuvvetin başkanı idiler. Anibal böyle değildi. O, yalnız başkumandan idi. Siyaseti yöneten Kartaca Hükümeti idi. Kanaca Hükümeti izlediği siyasetle Anibali ve ordusunu zor durumda bıraktı. Bıraktı ama bunun sonucu Kartaca Devleti’nin yıkılması oldu. Gazi Mustafa Kemal de, hem başkumandan ve aynı zamanda siyasi kuvvetin başı idi. Bunun böyle olmasında ne kadar fayda bulunduğu sonuçlarıyla meydana çıkmıştır. Gazi Mustafa Kemal, Büyük Millet Meclisinin kendisine kanunla verdiği geniş yetkiyi hiç bir görüş ve etkiye bakmaksızın en üst derecede uygulaması sayesinde başanlı olmuştur. Vatandaşlardan, olağanüstü özveri istedi. O zamanki hükümeti her tür zayıf ve endişeli düşüncelerden ve hareketlerden uzaklaştırdı. Mecliste baş gösteren muhalefet partisinin, savaş ve karşı koyma aleyhindeki düşünce hareketlerini durdurdu.
Birleşen Devletlerin (itilaf devletlerinin) aldatıcı sözlerine önem vermedi. Denilebilir ki, Mustafa Kemal’in sahip olduğu sıfat ve yetkiden yoksun başka herhangi bir kumandanın başına gelen zorluklan, özellikle iç siyasetin uğursuz akımlannı yenebilmesi şüpheli idi. Almanlar kendi yenilgilerini meclislerindeki muhalif politika akımlanna ve hükümetlerinin bu politika akımına kapılarak ordu kumandanlığı ile aynı düşüncede yürümemiş olmalarına yüklerler. Düşünmelidir ki Alman ordularının başında Alman imparatoru bulunuyordu. Demek ki imparator da olsa yalnız devlet başkanının başkumandan makamında bulunması düşünülen kötülükleri ve felaketleri ortadan kaldırmaya yeterli değildir. Mesele başkumandan olan kişinin bir defa bizzat kumandan denilen adam olması, orduya aracısız kumanda ederek yalnız gölge etmemesi ve bir de, hakkıyla siyasi kuvvet ve örgüte yeterliliği ile kavrayışı ile hâkim olabilmelidir. Kumandan makamına getirilen kişinin bilmesi ve ilgililere anlatabilmesi gereken gerçek şudur:
Savaş gibi çok büyük ve önemli bir mesele, nutuklarla ve çoğunluğun kararıyla halledilmez, demir ve kan ile halledilir. Bir de kumandanın gözü önünde tutacağı tek hedef, milleti ve onun bağımsızlığıdır. Bu hedeften sonra ve başka ne gelirse hepsi ikinci derecededir. Yalnız başkumandan için değil, hükümet ileri gelenleri ve millet tem – silcileri ve her vatandaş için milletin hayatını ve bağımsızlığını elde etmekten başka doğrusu bir görev düşünülebilir mi? Bu bahsi bitirebilmek için şunu da söylemek gerekir. Savaş, yalnız ve ancak milletin hayat ve bağımsızlığı ve ülkenin korunması, yalnız bu temiz, soylu ve yüksek menfaatler uğrunda yapılır. Savaşa öncülük eden siyasetin bu çok nazik hal ve zorunluluğunda uzman olması ve durumu anlaması ve tam zamanında kalemi kılıçla değiştirmesi hayati bir meseledir. Savaş, milletin bütün varlığı ile yerine getirilmesini zorunlu kıldığına göre savaşa katılanlann tamamı, ona kurban olacakların tamamı, kısaca bütün milletin onu uygun bulması gerekir. Savaş, millet savaşı olmalıdır.
Savaşa girmek için sebepler gerçekten büyük ve kuvvetli olmalıdır. Savaş, bütün milletin bütün varlığını sarabilmelidir. Savaşa öncülük eden kriz şiddetli olmalıdır. Ancak bu takdirde savaş, kendi doğasına yaklaşır; savaşın hedefiyle siyasetin amacı birleşir. Artık savaş, siyasi şeklini kaybeder. Bundan sonra siyasetin görevi yalnız savaşa hizmet olur.
Medeni Bilgiler, S. 237-238-239-240