İslam toplumsal yaşamında hiç kimsenin özel bir sınıf halinde varlığını sürdürmeye hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler, dinin buyruklarına uygun olarak hareket etmiş olmazlar. Bizde rahiplik yoktur; hepimiz eşitiz ve dinimizin buyruklarını hepimiz eşit olarak öğrenmek zorundayız. Her birey dinini, inancını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da okuldur.
Ocak 1923, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II
Ölüleri yardıma çağırmak uygar bir topluluk için utanç vericidir. Yurdumuzda bulunun tarikatların amacı kendilerine bağlı olan kimseleri dünyada ve manevi hayatta mutluluğa kavuşturmaktan başka ne olabilir? Bugün bilimin, tekniğin, bütün kapsamıyla uygarlığın saçtığı ışıklar karşısında filan yada falan şeyin yol göstericiliğiyle maddi ve manevi mutluluğu arayacak kadar ilkel insanların Türkiye’nin uygar topluluğunda bulunabileceğini hiçbir zaman kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır (sürekli alkışlar). Uygarlığın buyurduğunu ve istediğini yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikatların başında bulunanlar bu sözünü ettiğim gerçeği bütün açıklığıyla kavrayacak ve tekkelerini hemen kendiliklerinden kapayacak ve kendilerine bağlı olanların erginliğe ulaşmış olduklarını elbette kabul edeceklerdir.
Ağustos 1925, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II
Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve yazgılarını ve canlarını falcıların, büyücülerin, üfürükçülerin, muskacıların ellerine bırakan insanlardan oluşan bir topluluğa uygar bir ulus denebilir mi? Ulusumuzun gerçek niteliğini yanlış olarak gösterebilen ve yüzyıllarca göstermiş olan bu gibi insanların ve kurumların Yeni Türkiye Devleti’nde, Türkiye Cumhuriyeti’nde varlıklarını daha da sürdürmeleri doğru olur muydu?
***
Efendiler, tekke ve zaviyelerle türbelerin kapatılması ve bütün tarikatlarla, şeyhlik, dervişlik, müritlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve türbe bekçiliği vs. gibi bir takım sanların kaldırılıp yasak edilmesi de Takrir-i Sükun yasası yürürlükte iken yapılmış işlerdir. Bu konuda yapılan işler ve uygulamaların toplumumuzun boş inanlara bağlı ilkel bir topluluk olmadığını göstermesi bakımından ne denli gerekli olduğu çok iyi anlaşılır.
Ekim 1927, Nutuk