Ben askerliğin her şeyden ziyade sanat yönünü severim.
1912
Savaşta güçten çok, gücün amaca uygun bir biçimde kullanılmasının önemli olduğu düşünülmelidir.
1915, Belleten Dergisi
Komutanların göstereceği en büyük yiğitlik sorumluluktan korkmamaktır… Namuslu ve onurlu bir komutan için ölüm hiçbir vakit akla gelmez; onu düşündüren hareketin yerinde olup olmadığıdır. Geri çekilme manevrası için bir komutanda büyük ölçüde yerinde karar verme ve ileri görüş nitelikleri bulunmalıdır. Bizim ordumuzu büyük felaketlere uğratan, çoğu zaman geri çekilme manevrası için karar verme gücü olan komutanların bulunmayışıdır. Üstün düşman saldırısı karşısında, çok kez komutanlar askerin kendi kendine yerlerini bıraktıkları zamana kadar karar vermekten ürkerler. Sonra da çekilmeyi bir suç, askeri de suçlu sayarlar.
Temmuz 1918
Ölmek ancak öldürmek erek ve amacına yönelik olmak gerekir. Ancak öldükten sonra hiçbir amaç sağlamayacaksa ölüm neye yarar?
Temmuz 1920, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt I
Tarihte yarılmamış ve yarılmayan cephe yoktur.
Temmuz 1920, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II
Bir askeri harekete uzaktan bakmak ve bakan kişinin kendisinin bulunduğu koşullan içinde onu irdelemek o kişiyi hiç bir zaman doğru bir sonuca götürmez. İnsanları, harekatı irdelerken, o harekatı yürüten komutanların, subayların bulundukları yeri, ellerindeki araçları, karşılaştıkları baskı ve güçlükleri o anda incelemek gerekir.
1920, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt I
Yarım hazırlıkla, yarım önlemlerle yapılacak saldırı çok kez saldırmamaktan çok daha kötüdür. Savunma hattı yoktur. Savunma alanı vardır. O olan da bütün yurttur. Yurdun her karış toprağı, yurttaşın kanıyla sulanmadıkça düşmana bırakılamaz. Onun için, küçük büyük her birlik bulunduğu yerden atılabilir; ama küçük büyük her birlik ilk durabildiği noktadan yeniden düşmana karşı cephe kurup savaşı sürdürür. Yanında birliğin çekilmek zorunda kaldığını gören birlikler ona uyamaz. Bulundukları yerde sonuna kadar dayanmak ve direnmekle yükümlüdürler.
Ağustos 1921, Nutuk
Düşmana karşı kurulan cepheler iki nitelikte düşünülebilir. Kolay anlaşılmak için şöyle diyelim: iç cephe, dış cephe. Temel olan iç cephedir. Dış cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilgiye uğrayabilir. Fakat bu durum hiçbir zaman ülkeyi, bir ulusu yok edemez. Önemli olan, ülkeyi temelinden yıkan, ulusu esirlik durumuna düşüren, iç cephenin çökmesidir. Bu gerçeği bizden daha iyi bilen düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için yüzyıllarca çalışmış ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar başarılı da olmuşlardır. Gerçekten “kaleyi içten almak” dışından zorlamaktan çok daha kolaydır. Bu amaçla içimize kadar sokulabilen ara bozucu mikropların, ajanların bulunduğunu ileri sürmek yerinde olur.
***
Şimdi baylar, düşmana saldırmak için verilmiş olan kesin kararımızı uygulamaya başlamadan önce, hazırlamak ve tamamlamak zorunda bulunduğumuz savaş araçlarının ne olduğunu söyleyeyim: Tam üç aracın hazırlığının yeter ölçüde olduğunu görmek gereğini duyuyorum. Onlardan birincisi, en önemlisi ve temel olanı doğrudan doğruya ulusun kendisidir; varlığı ve bağımsızlığı için ulusun gönlünde ve vicdanında beliren ve gelişen istek ve dileklerin sağlamlığıdır. Ulus, bu içten gelen isteğinin ne denli güçlü olduğunu gösterirse, düşmanlara karşı başarı sağlamak için o denli güçlü bir aracımız olduğuna inanırım. İkinci araç, ulusu temsil eden Meclisin ulusal isteği belirtmekte ve bunun gereklerini inanarak uygulamakta göstereceği kararlılık ve yiğitliktir. Meclis, ulusal isteği ne denli çok dayanışma ve birlik içinde belirtirse, elimizde düşmana karşı o denli güçlü bir üstünlük aracı bulunur. Üçüncü araç, ulusun silahlı evlatlarından meydana gelip düşmanın karşısına çıkarılmış bulunan ordumuzdur.
Ocak 1922, Nutuk
Kesin bir sonuç her zaman saldırıyla alınır. Fakat savunmayla yapılan bir çok görev de vardır. Burada bütün arkadaşların dikkatini bir noktaya çekmek isterim. Kesin sonuca varılmak istenen zamana gelmeden önce, gerçek ve ciddi saldırı zamanından önce, birliklerin savaşma gücünü azaltmaktan, sayılarını düşürmekten kaçınılmalıdır. Bunun için saldın, savunma, işgal savaşı ve kesin savaşın biçiminin, uygulanacağı zaman ve durumun seçilmesinde, arkadaşların zaten var olan soğukkanlılıklarının korunması gerekir. Buna, kuramsal ve uygulamalı uğraşlarımızda çok dikkat etmeliyiz. Bir de, üstlenilen görevle askerlikten yana etkinlikler arasında ciddi bir ilişki vardır.
Şubat 1922, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II
Ben çok acemi komutanlar gördüm. Örneğin, bir alay komutanı yeni tümen komutanı olmuş; ya da bir tümen komutanı yeni kolordu komutanı olmuş; biraz da tecrübesiz! Daha tecrübe edinmeye vakit bulamadan güç durumlar karşısında kalmış. Yaşamı boyunca bir tümene alışmışken, düşman karşısında iki veya üç tümene birden komuta etmek zorunda kalınca duraksaması ve güçlüklerle karşılaşması doğaldır. Bir tümene komuta ettiği zaman tümenin bütün birliklerini, olabildiği kadar, gözü altında birleştirip yönetebilen acemi bir komutan iki üç tümenin gözden uzak yerlerde savaşmasını yönetmek zorunda kaldığı zaman kendi kendine: “Hangi tümenin yanında bulunayım, onun mu, bunun mu? orada mı, burada mı” diye sorar. Hayır! Ne orada bulunacaksın ne de burada! Öyle bir yerde bulunacaksın ki, hepsini yöneteceksin. O zaman “ben hiç birini gereği gibi göremem” der. Elbet gözlerinle göremezsin! Aklınla, anlayışınla görmen gerekir.
Mayıs 1922, Nutuk
Savaş, vuruşma, hele meydan savaşı yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir. Meydan savaşı ulusların bütün varlıklarıyla bilim ve teknik alanındaki vardıkları düzeyle, ahlaklarıyla, kültürleriyle, kısacası bütün maddi ve manevi güçleri ve erdemleriyle ve her türlü araçlarıyla çarpıştıkları bir sınav alanıdır. Bu alanda, çarpışan ulusların gerçek güç ve değerleri ölçülür. Sonuç yalnız maddi temellere dayanan gücün değil, bütün güçlerin, özellikle ahlaksal ve kültürel gücün üstünlüğünün meydana çıkmasını sağlar. Bu nedenle meydan savaşında yenilen taraf, ulusça, ülkece bütün maddi ve manevi varlığıyla yenilmiş sayılır. Böyle bir sonun ne denli acıklı olabileceğini tahmin edersiniz. Çöküş yalnız savaş alanında bulunan orduyla sınırlanmaz asıl ordunun bağlı olduğu ulus acıklı yıkımlara uğrar. Tarih, başlarındaki hükümdarlarla doymak bilmez politikacıların elinde, birtakım düşsel (hayal ürünü) isteklerinin aracı haline gelen istilacı orduların, istilacı ulusların uğradığı bu çeşit korkunç sonuçlarla doludur.
Ağustos 1924, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II
Kolordu denen birlik güç ve erk bakımından en büyük birliktir. Bunun komutanı bir tek erini kurtarmaksızın, tersine, bütün birliğini düşman elinde bırakarak kendini kurtarırsa, bunun nedenleri ve koşulları ne olursa olsun bu davranış kolordu komutanının aleyhindedir.
2 Nisan 1926, Hakimiyet-i Milliye Gazetesi
Bundan ötürü, yöntem ve kural şudur ki, genel durumu yönetmek sorumluluğunu yüklenmiş olanlar en önemli hedefe ve yakın tehlikeye, olabildiğince yakın bulunur. Yeter ki bu yakınlık genel durumu görmelerini sınırlayacak derecede olmasın.
***
Bir komutanın esir düşmesi de suç sayılmayabilir. Ancak askerlik görev ve gereklerini yapıp uygulamakta elindeki kuvveti sonuna kadar kullandıktan sonra kanını akıtmak fırsatını bulamaksızın düşman eline düşerse… Baylar, bütün ordusu düşman kuvvetleri karşısında yenilip kendiliğinden geri çekilirken, kılıcını çekip tek başına atını düşman başkomutanının çadırına sürerek ölüm arayan Türk komutanları görülmüştür. Bir Türk komutanının, ordusunu kullanmaksızın, herhangi kötü bir rastlantı ve talihsizlik sonu da olsa düşmana esir düşmesini biz bağışlasak bile tarih hiç bağışlamaz ve bağışlamamalıdır. Türk Devrim Tarihinin gelecek kuşaklara ileteceği söz ve uyarılar budur.
***
Komutanlar, emirlerine verilen ulus çocuklarını, ülke araçlarını düşmana yöneltirken düşünecekleri tek şey, ulusun kendilerinden beklediği yurt ödevini ateşle, süngüyle ve ölümle yerine getirmek ve sonuçlandırmaktır. Askerlik görevi ancak bu anlayış ve inanışla yapılabilir. Lafla, siyasetle düşmanın aldatıcı vaatlerine kulak vermekle askerlik görevi yapılamaz. Komutanlık görev ve sorumluluğunu yüklenecek kadar omuzlarında ve özellikle kafasında güç bulunmayanların acıklı sonuçlarla karşılaşmamaları olanağı yoktur.
***
Baylar, komutanlar askerlik görev ve gereklerini düşünürken ve uygularken siyasal düşüncelerin etkisi altında kalmaktan sakınmalıdırlar. Siyasal yönün gereklerini düşünen başka görevliler bulunduğunu unutmamalıdırlar.
***
Bilirsiniz ki, savaş ve çarpışma demek iki ulusun yalnız iki ordusuyla değil, bütün varlıklarıyla, bütün mallarıyla, bütün maddi manevi güçleriyle karşılaşması ve birbiriyle vuruşması demektir. Bunun için Türk ulusunu cephedeki ordu kadar, düşüncesi ve duygusuyla ve eylemli olarak savaşla ilgilendirmeliydim. Ulus bireyleri, yalnız düşman karşısında olanlar değil, köyde, evinde, tarlasında bulunan herkes, silahla vuruşan savaşçı gibi kendisini görevli bilerek bütün varlığını savaşa verecekti. Bütün maddi ve manevi varlığını yurt savunmasına bağlamakta ağır davranan ve titizlik göstermeyen uluslar, savaşı ve çarpışmayı gerçekten göze almış ve başarabileceklerine inanmış sayılamazlar.
Ekim 1927, Nutuk
Askerlikte bir kural vardır. Düşmanın savaş cephesi çok güçlü olursa onu parçalara ayırmak gerekir. Biz ulusal savaşa başlarken karşımızda iki düşman vardı. Biri iç düşmandı ve bunu İstanbul hükümeti temsil ediyordu. Ötekisi diş düşmanlardı. Bunu yabancı işgal kuvvetleri oluşturuyordu. Her iki düşmanla aynı zamanda savaşmak olanaksızdı. Ulusal savaş zafere ulaştıktan ve Lozan barışı imzalandıktan sonra düşmanları parça parça halinde ayırmak, sıraya koyarak en önemlilerini başlangıçta ortadan kaldırmak, ondan sonra ötekilerini ele almak gerekirdi. Yaptığımız budur.
Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım 1930-1950, Asım Us
Benim için askeri deha diye bir şey yoktur. Ben herhangi zor bir durum karşısında kaldığım zaman yaptığım şudur: Durumu iyice saptamak, sonra bu durum karşısında alınacak önlemlerin ne olduğuna karar vermek. Bu kararı bir kere verdikten sonra da artık acaba yapmalı mıyım, yapmamalı mıyım diye kuşkuya düşmemek ve bu karan yürütmek, başaracağıma inanarak yürütmek.