Şimdiye kadar ilerleyemeyişimizin, en alt basamakta kalışımız -unutmayalım- ülkemizin baştan başa bir yıkık halinde oluşunun temel nedenidir. Çöküşümüzün bu ana nedeni şuradadır: İslam dünyası iki ayrı sınıf topluluktan oluşmuştur. Biri, çoğunluğu oluşturan halk, diğeri azınlığı oluşturan aydınlar. Düşünce tarzları çarpık olan ülkelerde büyük çoğunluğun başka hedefi aydın sınıfın başka bir görüş tarzı olur. Bu iki sınıfın arasında tam bir uymazlık, tam bir karşıtlık vardır. Aydınlar halkı kendi amaçlarına yöneltmek ister, halk topluluğu da bu aydınlar sınıfına bağımlı olmak istemez. O da başka bir yön edinmeye çalışır. Aydınlar sınıfı düşüncelerini benimsetmeye çalışmakla, uyarmalarıyla çoğunluğunu kendi amacına inandırmayı başaramayınca başka yollara başvurur. Halkı egemenliği altına almaya, zorbalık etmeye başlar; halka baskı yapmaya kalkar. İşte burada asıl inceleyeceğimiz noktaya geldik. Halkı ne birinci yöntemle ne de zorbalık ve emir altına almakla kendi amacımıza sürüklemeyi başaramadığımızı görüyoruz. Neden? Bu konuda başarılı olmak için aydınlarla halkın görüş ve amacı arasında doğal bir uyum olmak gerekir. Yani aydınların halka aşılayacağı ülküler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı. Oysa bizde böyle mi olmuştur? O aydınların halkın benimsemesini istedikleri düşünceler ulusumuzun vicdanının derinliklerinden alınmış ülküler midir? Kuşkusuz hayır. Aydınlarımız arasında çok iyi düşünenler vardır. Fakat şu yanılgımız vardır ki, inceleme ve araştırmalarımızda temel olarak çok kez kendi ülkemizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı temel olarak almayız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün başka ulusları tanır; fakat kendimizi bilmeyiz. Aydınlarımız “ulusumu en mutlu ulus yapayım” der. Başka uluslar nasıl yaptıysa biz de öyle yapalım, der. Fakat düşünmeyiz ki, böyle bir kuram hiçbir çağda başarıya ulaşmış değildir. Bir ulus için mutluluk olan bir şey başka bir ulus için felaket olabilir. Aynı neden ve koşullar birini mutlu ettiği halde ötekisini mutsuz eder. Mutluluğun gerçek temelini kendi içimizde atmak zorundayız. Ulusumuzun yakın yıllarda gördüğü acı dersler, yakın yılların en yoğun olaylarla dolu oluşu, zamanımızın gençlerini eski çağların yaşlıları kadar, belki de onlardan çok olayın tanığı olarak, onlar kadar tecrübeli yaptı. Belki de, üç kat oranında olaya tanık olduğu için her gencimizi üç kat daha yaşlı sayabiliriz. Onları da yaşlılar gibi tecrübeli sayabiliriz. Gençlerimizin gördükleri tecrübelerden yararlanarak etkin, ülkelerine hizmet eden inanç ve kararlılıkla donatılmış kişiler olarak görevlerini gereği gibi yerine getireceklerinden eminim.
Mart 1923, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II