İnsanların meşgul olduğu bütün meseleler, karşılaştığı bütün tehlikeler, elde ettiği muvaffakiyetler, ortaklaşa, umumî bir mücadelenin dalgaları içinden doğagelmiştir. Doğu milletlerinin, batı milletlerine taarruz ve hücumu, tarihin belli başlı bir safhasıdır. Doğu milletlerinni, batı milletlerine taarruz ve hücumu, tarihin bellibaşlı bir safhasıdır. Doğu milletleri arasında, Türk unsurunun başta ve en kuvvetli olduğu malûmdur. Gerçekten Türkler, Müslümanlıktan önce ve Müslümanlıktan sonra, Avrupa içerisine girmişler, taarruzlar, istilâlar yapmışlardır. Batıya taarruz eden ve istilâlarını İspanya’da Fransa hudutlarına kadar sürdüren Araplar da vardır. Fakat, her taarruza karşı, daima, karşı taarruz düşünmek lâzımdır. Karşı taarruz ihtimalini düşünmeden ve ona karşı güvenilir tedbir bulmadan hareket edenlerin sonu, yenilmek ve bozguna uğramaktır, yok olmaktır.
Batının, Araplara karşı taarruzu, Endülüs’te acı ve ibrete değer bir tarihî felâket ile başladı. Fakat, orada bitmedi, Takip, Afrika kuzeyinde devam etti. Attilâ’nın, Fransa ve Batı Roma topraklarına kadar yayılmış olan imparatorluğunu hatırladıktan sonra, Selçuk Devleti yıkıntısı üzerinde teşekkül eden Osmanlı Devleti’nin, İstanbul’da Doğu Roma İmparatorluğu’nun taç ve tahtına sahip olduğu devirlere gözlerimizi çevirelim. Osmanlı hükümdarları içinde, Almanya’yı, Batı Roma’yı zapt ve istilâ ederek muazzam bir imparatorluk kurmak teşebbüsünde bulunmuş olan vardı. Yine bu hükümdarlardan biri, bütün İslâm âlemini bir noktaya bağlayarak sevk ve idare etmeyi düşündü. Bu emelin sevkiyle Suriye’yi, Mısır’ı zapt etti. Halife unvanını takındı. Diğer bir sultan da, hem Avrupa’yı zapt etmek, hem İslâm âlemini hükmü ve idaresi altına almak gayesini takip etti. Batının arasız mukabil taarruzu, İslâm âleminin hoşnutsuzluğu ve isyanı ve böyle cihangirane tasavvurlar ve emellerin aynı hudut içine aldığı muhtelif unsurların uyuşmazlıkları, netice olarak benzerleri gibi Osmanlı İmparatorluğu’nu da tarihini sinesine bıraktı.
1920 (Nutuk II, s. 435)