Bütün zorba hükümdarlar hep dini alet olarak kullandılar; tutku ve zorbalıklarını desteklemek için hep ulemaya başvurdular. Gerçek din bilginleri, dini bütün bilginler hiçbir vakit bu zorba hükümdarlara boyun eğmediler; onların emirlerini dinlemediler; korkutma girişimlerinden yılmadılar. Bu bilginler kamçılarla dövüldü, ülkelerinden sürüldü, zindanlarda çürütüldü, dar ağaçlarında asıldı. Fakat onlar gene de dini o hükümdarların keyfine alet etmediler. Ancak gerçekten bilgin olmamalarına karşın sadece o kılığa girdikleri için bilgin sanılan, çıkarlarına düşkün, açgözlü ve insaf yoksunu birtakım hocalar da vardır. Hükümdarlar işte bunları kullandılar ve işte bunlar dine uygundur diye fetvalar verdiler. Gerektikçe hadisler bile uydurmaktan çekinmediler. İşte o tarihten beri saltanat tahtında oturan ve saraylarda yaşayan, kendilerine halife adını veren zorba hükümdarlar, bu hoca kılıklı dilencileri tuttular, kayırdılar. Gerçek ve dini bütün bilginler her vakit ve her çağda nefretlerini çekti.
Mart 1923, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II
Bağlanmış olmakla yüreğimizin rahatladığı ve mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri süregelmiş bir eğilim olan bir siyaset aracı olmaktan çıkarıp yüceltmenin son derece gerekli olduğunu görüyoruz. Kutsal ve tanrısal olan inanç ve vicdanımızı, karmaşık ve değişken nitelikleriyle ve her türlü çıkar ve tutkunun belirdiği yer olan siyasetten ve siyasetin bütün örgütlerinden bir an önce kesin olarak kurtarmak, ulusun, bu dünyada olduğu gibi öteki dünyada da mutluluğun gerektirdiği bir zorunluktur. Ancak böylece İslam dininin ululuğu belirmiş olur.
Mart 1924, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II
Artık Türkiye din ve şeriat oyunlarına sahne olmayacak kadar ileridir. Bu gibi oyuncular varsa kendilerine başka yerlerde sahne arasınlar.
Ekim 1924, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt III
Cumhuriyet hükümetimizin bir Din İşleri Bakanlığı vardır. Bu yere bağlı müftü, hatip, imam gibi görevli birçok memur bulunmaktadır. Bu görevli kişilerin bilgi ve erdem dereceleri bellidir. Ancak burada görevli olmayan birçok kimsede görüyorum ki aynı kılığa girmeyi sürdürüyorlar. Böyleleri içinde çok cahillerle karşılaştım, hatta okuma yazma bilmeyenlerle karşılaştım. Özellikle bu cahiller bazı yerlerde halkın temsilcileriymiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya ilişki kurmaya adeta bir engel oluşturmak istiyorlar. Böyle kimselere sormak istiyorum: Bu görev ve yetkiyi kimden, nereden almışlardır? Bilindiği gibi, ulusun temsilcileri ulusun seçtiği milletvekilleri ve onlardan oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve ulusun güvenini kazanmış cumhuriyet hükümetidir. Bir de seçilerek gelen yerel belediye başkanları ve kurulları vardır. Ulusa hatırlatmak isterim ki, bu saygısızlığa müsaade etmek hiç bir zaman doğru değildir. Her halde yetkisi olmayan bu gibi kimselerin görevli kimselerle aynı kılıkta olmalarının sakıncalarına hükümetin dikkatini çekeceğim.
Ağustos 1925, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II