“Din, gerekli bir kurumdur. Dinsiz ulusların devamına olanak yoktur. Yalnız şurası vardır ki din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır.”
“Türk ulusu, daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum.”
“Bizim dinimiz, en makul ve en doğal bir dindir. Ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, fenne, bilime, mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz, bunlara tamamen uyar.”
“Özellikle bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki, akla, mantığa, kamu çıkarına uygundur, biliniz ki, o bizim dinimize uygundur. Bir şey akla ve mantığa ulusun çıkarına, İslamın çıkarına uygunsa, kimseye sormayın o şey dindir. Eğer bizim dinimiz, aklın, mantığın uyduğu bir din olmasaydı en ekmel (mükemmel) olmazdı; son din olmazdı.”
“Bizim dinimiz, ulusumuza hakir, miskin, alçalmış olmayı öğütlemez.”
Akhisar, 5 Şubat 1923
Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde verdiği hutbeden sonra Atatürk, soru sorulmasını istemiş, bu sorulara yönelik şöyle demişti:
“Yöneltilen sorulardan anlıyorum ki, bu günkü hutbelerin biçimi, bu günkü görüş ve düşüncemize göre, dili, ihtiyacı ve uygunluğuyla orantılı görülmektedir. Baylar, hutbe demek halka söz söylemek demektir; hutbenin anlamı budur. Bundan bir takım anlamlar, kavramlar çıkarılmamalıdır.(…) Gerek Peygamber efendimiz gerek dört halifenin hutbelerini okuyacak olursak görürüz ki söylenen şeyler, o günün sorunlarıdır. Memleketin sınırları genişledikçe peygamberin veya halifelerin yerine bir hatibi görevlendirmek zorunluluğu doğmuştu. Onlar, halkı aydınlatırken doğruyu söylemesi, halkı aldatmaması, memleket durumunu açıklaması gerekirdi.
Yüz, iki yüz, hatta bin yıl önceki hutbeleri okumak insanları bilgisizlik ve aymazlık içinde bırakmak demektir. Hutbe okuyan sözcülerin her halde halkın kullandığı dille konuşması kesinlikle gereklidir.(…) Geçen sene Millet Meclisi’nde söylediğim bir söylevde demiştim ki “mimberler halkın zekası için ışık ve bilgi kaynağı olmuştur. Böyle olabilmek için mimberlerden söylenecek sözler bilimsel gerçeklere ve tekniğe uygun olması da gerekir. Bu kutsal kişiler siyasal durumu, toplumsal ve uygar halleri izlemelidirler.”
7 Şubat 1923, Balıkkesir Zağnos Paşa Camii, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II
Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi; fakat bina, uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur -tefsirler, hurafeler- binayı daha fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üstünde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır.
Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamağa çalışıyor; kaste ve fiile dayanan bağnazlığa kaçan hareketlerden sakınıyor. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.
Asaf İlbay Anlatıyor, Yakınlarından Hatıralar
“Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür; tanrısal inanışların belirtilerine bakarak diyebiliriz ki: İnsanlar iki sınıfta, iki devirde mütalâ olunabilir. İlk devir insanlığın çocukluk ve gençlik devridir. İkinci devir, beşeriyetin erginlik ve olgunluk devridir.
İnsanlık birinci devirde tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddi vasıtalarla kendisiyle meşgul olunmayı gerektirir. Allah, kullarının lazım olan olgunlaşma noktasına erişinceye kadar içlerinden vasıtalarla dahi kullarıyla meşgul olmayı tanrılık özelliğinin gereklerinden saymıştır. Onlara Hazreti Adem Aleyhisselamdan itibaren bilinen ve bilinmeyen sayısız denecek kadar çok nebiler, peygamberler ve elçiler göndermiştir. Fakat Peygamberimiz vasıtasıyla en son dini, medeni gerçekleri verdikten sonra artık insanlıkla aracı ile temasta bulunmayı lüzum görmemiştir. İnsanlığın kavrayış derecesi, aydınlanma ve olgunlaşması sayesinde her kulun doğrudan doğruya, tanrısal düşüncelerle temas kabiliyetine eriştiğini kabul buyurmuştur ve bu sebepledir ki, Cenabı Peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabı, en eksiksiz kitaptır.”
1922, Nutuk III
Muhammed’i cezbeye (Allah sevgisiyle kendinden geçme hâli) tutulmuş sönük bir derviş şeklinde belirten bir eser hakkında şöyle demiştir;
“Muhammed’i bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu gibi cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrıyamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesinde en büyük bir komutanın yapabileceği bir planı nasıl düşünür ve tatbik edebilir?
Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harbte bile askeri dehası kadar siyasi görüşüyle de yükselen bir insanı cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Muhammed bu harp sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmıyarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı bugün yeryüzünde müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.
Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, Cilt 9, Sayı 100
Sakarya Savaşı sürerken toplanan Maarif Kongresinde yaptığı konuşma;
Şimdiye kadar izlenen eğitim ve öğretim yöntemlerinin, milletimizin tarihsel gerilemesinde en önemli bir etken olduğu kanısındayım. Onun için bir ulusal eğitim programından söz ederken, eski devrin boş inançlarından ve yaratılışımızın nitelikleriyle hiç de ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, Doğudan ve Batıdan gelebilen tüm etkilerden uzak, ulusal yaratılış ve tarihi karakterimize uygun bir kültür düşünüyorum. Çünkü ulusal davamızın tam olarak gelişmesi, ancak böyle bir kültür ile sağlanabilir.
“Hiçbir mantıklı kanıta dayanmayan bir takım geleneklerin korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de, hiç olmaz.”
“Efendiler; yeryüzünde 300 milyonu aşan İslam vardır. Bunlar ana, baba, hoca öğretimi ile öğrenim ve ahlak almaktadırlar. Fakat esef edilecek gerçek şudur ki, bütün bu milyonlarca insan kütleleri, şunun veya bunun esaret ve zillet zincirleri altındadır. Aldıkları manevi öğrenim ve ahlak, onlara bu tutsaklık zincirlerini kırabilecek insanlık niteliği verememiştir; veremiyor. Çünkü, öğrenim amaçları milli değildir.
Yukarıdaki metinler ‘Laiklik ve Atatürk’ün Laiklik Politikası, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları’ adlı eserden alınmıştır.