Baylar, anımsayacaksınız Donanma Bakanı Salih Paşa’yla, Amasya’da buluşmak kararlaşmıştı. Bakan Paşa ile hükümetin dış siyaseti, iç yönetimi ve ordunun geleceği ile ilgili konular üzerinde görüşme olasılığı vardı. Bunun için, daha önce kolordu komutanlarının düşünce ve görüşlerini bilmek, bence pek yararlı olacaktı. 14 Ekim 1919 günlü gizli telimde, kolordu komutanlarının bu üç nokta ile ilgili görüşlerini rica ettim. Komutanların raporlarını belgeler arasında okursunuz. Salih Paşa, 15 Ekimde İstanbul’dan yola çıktı. Biz de 16 Ekimde, Sivas’tan yola çıktık. 18 Ekimde Amasya’da olduk. Salih Paşa’ya, uğrayacağı iskelelerde, ulusal örgütlerce parlak karşılama törenleri yapılması ve bizim adımıza “Hoş geldiniz” denilmesi için yönerge verilmişti. Biz de kendisini, Amasya’da pek büyük gösterilerle karşıladık. Salih Paşa’yla, Amasya’da, 20 Ekimde başlayan görüşmelerimiz, 22 Ekimde sona erdi. Üç gün süren görüşmeler sonunda, ikişer nüsha olmak üzere beş tane protokol düzenlendi. Bu beş protokolden üçü -Salih Paşa’da kalanlar, bizim tarafımızdan, bizde kalanlar, Salih Paşa tarafından- imzalandı. İki tane protokol, gizli sayılarak imza edilmedi. Amasya buluşması sonucu olan kararlar, kolordulara da bildirildi.
Baylar, sırası gelmişken bir noktayı belirtmek isterim. Biz, ulusal örgütlerin ve Temsilciler Kurulunun, İstanbul Hükümetince resmî olarak tanınmış bir siyasal varlık olduğunun, görüşmelerimizin resmî olduğunun ve sonuçlarına göre iş görmek gerektiğinin, taraflarca kabul edilmiş bulunduğunu açıkça ortaya koydurmak istiyorduk. Bunun için, görüşme sonuçları ile ilgili tutanakların protokol olduğunu kabul ettirmek ve İstanbul Hükümetinin delegesi olan Donanma Bakanına imzalatmak, önemli idi. 21 Ekim 1919 günlü protokolün içeriği, denilebilir ki hemen hepsi Salih Paşa’nın önerileri olup kabulünde sakınca görülmeyen birtakım maddelerden oluşmaktaydı. 22 Ekim1919 günlü ikinci protokol, uzun süren bir görüşme ve tartışmanın tutanak özetidir. Bu görüşmede, yanların halifelik ve saltanat konusunda karşılıklı güvenceleriyle ilgili ayrıntıları gösteren bir başlangıçtan sonra, Sivas Kongresinin 11 Eylül 1919 günlü bildirisindeki maddelerin görüşülmesine başlandı:
- Bildirinin birinci maddesinde, tasarlanıp kabul olunan sınırın, en az bir istek olmak üzere, elde edilmesi gerektiği, birlikte kabul olundu. Kürtlerin bağımsızlığını gerçekleştirme amacını güder gibi görünerek yapılmakta olan karıştırıcılığın önüne geçmek uygun görüldü. Şimdi yabancıların elinde bulunan bölgelerden, Kilikya’yı43 Arabistan ile Türkiye arasında bir “tampon devlet” oluşturmak için, anayurttan ayırmak isteği söz konusu edildi. Anadolu’nun, en koyu Türk ortamı ve en verimli ve zengin bir bölgesi olan bu toprakların, hiçbir yolla ayrılmasının kabul edilmeyeceği; Aydın ilinin de aynı kesinlikle (ve yeğlikle) yurdun bölünmez parçalarından olduğu ilkesi, genel olarak kabul edildi. Trakya sorununa gelince: Burada da, sözde bağımsız bir hükümet ve gerçekte bir sömürge kurmak ve böylelikle Doğu Trakya’dan da Midye-Enez çizgisine kadar olan bölgeyi, bizden ayırmak amacı güdülebileceği düşünüldü. Ancak Edirne’yi ve Meriç sınırını, bir bağımsız İslam Hükümetine bağlamak için bile olsa, hiçbir şekilde bırakmamak ilkesi ortaklaşa uygun görüldü. Bununla birlikte, bütün bu maddede söz konusu edilen şeyler üzerinde yasama kurulunun vereceği en son karara elbette uyulacaktır, dendi.
- Bildirinin dördüncü maddesinde, Müslüman olmayan halka, siyasal egemenliğimizi ve toplumsal dengemizi bozacak nitelikte ayrıcalıklar verilmesinin kabul edilmeyeceğini belirten bölüm, önemle görüşüldü. Bu ilkenin, bağımsızlığımızı gerçekten sağlamak için, elde edilmesi zorunlu bir istek niteliğinde sayılması ve bundan yapılacak en ufak bir kısıntının bağımsızlığımızı kökten sarsacağı ortaya konuldu. Bu dördüncü maddede söz konusu olan, Hıristiyan halka çok ayrıcalıklar vermemek ilkesi, gerçekleştirmemiz gerekli bir amaç olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte gerek bu konuda gerekse yaşama hakkımızın savunulması yolundaki başka isteklerimizle ilgili konularda –birinci maddenin sonunda olduğu gibi burada da- Ulusal Meclisin oy ve kararına uyulacağı koşulu konuldu.
- Bildirinin yedinci maddesine göre bağımsızlığımız, tam korunmak koşuluyla, teknik, sanayi ve ekonomik gereksinimlerimizin nasıl sağlanacağı konusu tartışıldı. Ülkemize pek çok sermaye dökecek bir devlet bulunursa, bunun parasal işlerimiz üzerinde isteyebileceği denetleme hakkının kapsamı kestirilemeyeceğinden, bu konunun bağımsızlığımızı ve gerçek ulusal çıkarlarımızı zarara sokmayacak yolda, uzmanlarca iyiden iyiye düşünülerek sınırlandırılıp saptanmasından sonra, Ulus Meclisince uygun görülecek çözümün kabulü görüşüldü.
- 11 Eylül 1919 günlü Sivas Kongresi kararlarının başka maddeleri de Mebuslar Meclisinin kabulüne sunulmak koşuluyla genel olarak uygun görüldü.
- Bundan sonra, Sivas Kongresinin 4 Eylül 1919 günlü kararlarının örgütler bölümü ile ilgili 11. maddesinde yer alan Anadolu ve Rumeli’nin Haklarını Savunma Derneğinin durumu ve bundan sonraki çalışma biçimi ve alanı söz konusu oldu. Bu maddede, ulusal istenci egemen kılacak olan Ulusal Meclisin, yasama ve denetleme haklarına güven ve serbestlikle sahip olduktan ve bu güven Meclisçe belirtildikten sonra, Derneğin ne olacağının kongre kararıyla belli edileceği açıklanmıştır. Burada söz konusu olan kongrenin, şimdiye değin yapılmış olan Erzurum ve Sivas Kongreleri gibi dışarıda ayrı bir kongre durumunda olması koşula bağlı değildir, dendi.
Derneğin, programını kabul eden milletvekilleri, Derneğin tüzüğünde açıklanmış olan delegeler gibi sayılarak yapacakları özel toplantı, kongre yerine geçebilir. Bundan sonra, Ulusal Meclisin İstanbul’da, tam güvenlik içinde, serbest olarak görev yapabilmesi gerekir, dendi. Bunun, şimdiki koşullara göre ne ölçüde sağlanabileceği düşünüldü. İstanbul’un yabancılar elinde bulunması dolayısıyla, milletvekillerinin yasama görevlerini gereği gibi yapmalarına durumun pek elverişli olmayacağı düşüncesi belirdi. Yetmiş Savaşı’nda Fransızların Bordo’da (Bordeaux) ve yakın zamanlarda Almanların Vaymar’da (Weimar) yaptıkları gibi, barışın yapılmasına değin, Ulusal Meclisin geçici olarak Anadolu’da, İstanbul Hükümetinin uygun göreceği güvenilir bir yerde toplanması kararlaştırıldı. Ulusal Meclisin toplanmasından sonra, güvenlik ve dokunulmazlık derecesi belli olacağından, tam güven görülürse Dernek Temsilciler Kurulunun dağıtılarak örgütlerinin çalışma ereğinin, az önce bildirdiğim gibi kongre yerine geçecek olan özel bir toplantıda kararlaştırılacağı belirtildi. Milletvekillerinin tam özgürlük içinde seçilmesi gerektiği hükümetçe buyrulmuş olduğundan seçimler yapılırken, Dernek Temsilciler Kurulunca, karışılmamakta olduğu bildirildi. Milletvekilleri arasında, İttihat ve Terakki üyesi ve orduda kötülüğü görülmüş kimseler bulunursa, bunların milletvekili seçilmesine meydan verilmemek için, Temsilciler Kurulunca uyarma yollu, uygun biçimde kimi öğütlemelerde bulunulmasının yerinde olacağı da düşünüldü. Temsilciler Kurulunun bu konuda nasıl aracılık yapacağı da ayrıca bir formül halinde, üçüncü bir protokol olarak saptandı. Gizli sayılıp imzalanmayan dördüncü protokol şuydu:
- Kimi komutanların askerlikten kovulması ve bir kısım subayların askerî mahkemeye verilmesi ile ilgili olarak çıkan padişah buyruklarının ve diğer buyrukların düzeltilmesi,
- Malta’ya sürülmüş olanların ilgili mahkemelerimizde yargılanmak üzere, İstanbul’a getirilmeleri yoluna gidilmesi,
- Zulüm yapmış Ermenilerin de mahkemeye verilmesi (Ulusal Meclise bırakılacaktır),
- İzmir’in boşaltılması için İstanbul Hükümetince yeniden protesto yapılması ve gerekirse gizli yönerge ile halka gösteri toplantıları yaptırılması,
- Jandarma Genel Komutanı, Merkez Komutanı, Polis Müdürü ve İçişleri Bakanlığı Müsteşarının değiştirilmeleri (Savunma ve İçişleri Bakanlıklarınca)
- İngiliz Dostları Derneğinin (kapı kapı dolaşıp) halka kâğıt mühürlettirmelerine engel olunması,
- Yabancı parasıyla satın alınmış derneklerin çalışmalarına ve bu gibi gazetelerin dokuncalı yayımlarına son verilmesi (özellikle subayların ve memurların bu gibi derneklere girmelerinin kesin olarak yasaklanması),
- Aydın’daki Ulusal Güçlerin gücünün artırılması ve beslenmelerinin kolaylaştırılmasının sağlanması (Bu iş Milli Savunma Bakanlığınca düzenlenir. Donanma Derneğinin 400.000 lirasından gereği kadar hükümetçe bu işe verilebilir.),
- Ulusal eyleme katılmış görevlilerin, her yerde yatışma ve tam güvenlik sağlanıncaya değin yerlerinden kaldırılmamaları ve ulusal amaçlara karşı gelmelerinden dolayı, ulusça işten el çektirilmiş görevlilerin yeni görevlere atanmalarından önce, bu işin özel olarak görüşülmesi,
- Batı Trakya göçmenlerinin taşınma işlerinin sağlanması,
- Acemi Sadun Paşa ile buyruğundaki kişilerin, uygun bir yolla geçimlerinin sağlanması.
İmzasız beşinci protokol de Barış Konferansına gidebilecek kişilerin adlarını gösteriyordu. Böyle olmakla birlikte hükümet, bu konuda ilkelere uymak koşuluyla, serbest bulunacaktı.
Baylar, bu görüşmelerimizin tutanakları arasında, en önemli noktanın, Ulusal Meclisin toplantı yeri ile ilgili olduğu yüksek dikkatinizi çekmiş olacaktır. Meclisin, İstanbul’da toplanmasının doğru olmadığı konusundaki düşünce ve görüşümüzü, Salih Paşa’ya kabul ettirdik ve onaylattık. Ancak Paşa, kendisi bu görüşe katılmakla birlikte, bu katılmanın kişisel olduğu, şimdiden bütün hükümet adına söz veremeyeceği yolundaki çekimserliğini de ileri sürmüştü. Kendisi, hükümet üyelerini inandırmak ve bu düşünceye katılmalarını sağlamak için elinden geleni yapacağına söz vermiş ve başaramazsa hükümetten çekilmekten başka yapacak bir şey olmadığını bildirmişti. Salih Paşa bu konuda başarı sağlayamamıştır. Ulusal Meclisin toplanacağı yer konusuna yeniden dönmek üzere, Amasya görüşmeleri ile ilgili sözlerime son veriyorum.
Baylar, biz Amasya’ya gelmek üzere Sivas’tan ayrılır ayrılmaz, Sivas’ta pek hoşa gitmeyen bir olay geçmiştir. Bu olay üzerine kısaca bilgi vereyim: Amasya’ya vardığımızda, Anlaşma ve Hürriyetçilerin, yabancılarla ortaklaşa birtakım haince işlere giriştiklerini gösteren bilgiler almıştık. Bunu hemen genelge ile bildirmiştim. Sivas’ta da Padişaha, beni kötüleyen teller çekilmek gibi bir girişim olduğunu haber aldım ama inanmadım. Elbette, Temsilciler Kurulu arkadaşlarımızın ve karargâhımızda bulunan kişilerin, Valinin ve başkalarının dikkati buna engeldir, dedim. Oysa Şeyh Recep ile arkadaşlarından Ahmet Kemal ve Celâl adındaki kişiler, bir gece telgrafhanede, kendilerinden olan bir telgrafçı aralığıyla, istedikleri telleri çekmişler…
(Burada Atatürk, Şeyh Recep ve arkadaşları tarafından kendisine, Salih Paşa’ya ve Padişaha çekilen telgrafları ve bunlarla ilgili yazışmaları okumakta ve konuşmasını şöyle sürdürmektedir:)
Baylar, düşmanlar, Şeyh Recep’e, gerçekten önemli bir rol yaptırmış bulunuyorlardı. Sırası gelince bilginize sunacağım belgelerden, Sait Molla’nın Rahip Fru’ya yazdığı 24 Ekim günlü bir mektubunda, Molla, Rahip’e: “Sivas olayını nasıl buldunuz? Biraz düzensiz ama yavaş yavaş düzelecek.” diyordu. Bütün ulusun birlik ve dayanışmasından ve ulusal örgütlerin ülkenin her köşesine yayıldığından söz eden, ulusun ortak dileğine uyarak, ulusal örgütlere ve askerî güce dayanarak hükümeti düşüren; yeni hükümetle karşı karşıya geçen bir kurulun başkanını kötülemek üzere –tam yeni hükümetin delegesi ile görüşmeye girişeceği bir sırada ve bu amaçla Sivas’tan çıktığının ertesi günü- bütün Sivas halkı adına ayaklanmayı gösterir bir telyazısının, telgrafhane korkutularak çektirilebilmesi elbette anlamlı idi. Böyle bir kurulu, kendi bulunduğu Sivas’taki halk, kötüleyince bütün ulusun da böyle duyup düşünmeyeceğini kanıtlamak gerçekten güçtür. Öyleyse, temsil niteliği böyle olan bir kurulun ve başkanının dayandığı gücün de çürük olacağına inanmak neden geçerli olmasın! Sivas’tan yükseltilen bu sesin düşmanlar için ne denli güçlü ve önemli olduğu kolaylıkla anlaşılır.
Baylar, Salih Paşa’ya gelen telyazısını, Amasya’ya geldiğinde kendisine verdirdim. Ama Şeyh Recep ve arkadaşlarının hükümetçe cezalandırılmasını istedim. Sivas’taki Temsilciler Kurulu üyelerine de telgraf başında, 19 Ekimde şunları sordum:
- Şeyh Recep, Ahmet Kemal ve Celâl imzasıyla çekilen telyazısını gördünüz mü?
- Telgrafhanede nöbetçi subayı yok mu?
- Hepiniz orada bulunduğunuz halde, böyle bir küstahlık nasıl olabilir? Hem de bu delilerin girişimleri hepinizce biliniyor. Salih Paşa’ya ve Naci Bey’e çekilmek üzere üç imza ile telyazısı hazırladıklarını biz, buradan işitmiştik. Sizin bundan haberiniz yok muydu?
- Yabancılarla birlikte İtilaf ve Hürriyetçilerin birtakım haince işlere giriştikleri üzerine dün genelge ile yapılan bildirim alınmadı mı?
- Baskı yapılan ve korkutulan telgraf görevlilerinin hemen durumu gerekenlere, Vali Paşa’ya ve başka ilgililere haber vermemelerinin ve nöbetçi subayının bu işte uyanık davranmamasının nedeni nedir?
- Başmüdür Bey’in bildirmesi üzerine alınan önlemler nelerdir?
Mustafa Kemal
Valiliğin, sorunu askerlere bıraktığının anlaşılması üzerine Kolordu Kurmay Başkanı Zeki Bey’e de şunu yazdım:
Söz konusu olan soruna karışmış bulunanların tutuklanıp cezalandırılmaları için valilikçe, buyruğu altındaki güçler kullanılmış ya da bunlar yetmemiş de onun için mi iş Kolorduya bırakılıyor? Yoksa bu küstahça davranışlara karşı bile, valilikçe önlem almakta duraksanıyor mu? Bunlar anlaşıldıktan sonra sorunun çözümlenmesi daha kolay ve kökten olur.
Mustafa Kemal
(Atatürk, Sivas’ta bulunanlara, telgrafhanenin tam denetim altına alınması, Sivas’taki düzen için ilgililerce sağlam önlemlerin alınması ve küstah davranışlarda bulunmuş olanlara gereken cezanın uygulanması buyruğunu verdiğini ve yine Osman Tufan ve Recep Zühtü Beylere de ulusal eyleme karşı küstahlık yapanlar hakkında yapılması gerekenleri içeren bir tel yazdığını belirttikten sonra, konuşmasını şöyle sürdürmektedir:)
20 Ekimde Vali Reşit Paşa, uzun uzadıya olayı anlattıktan sonra, “Olay genişleyebilecek iken önüne geçilmiş ve yapılan çabuk ve sert işlemlerden dolayı, buna benzer olayların artık çıkmayacağının anlaşılmış” olduğunu yazıyordu.
Baylar, İstanbul Hükümetinin, Şeyh Recep ile arkadaşlarını cezalandırmış olduğunu, elbette, düşünmediniz. “Sivaslı Şemsettin oğullarından” diye imza atan bu uyuşuk ve aşağılık Şeyh’in, bundan sonra da düşman oyuncağı olarak işleyeceği kötülüklere rastlayacağız.
Baylar daha Amasya’da iken, karşılaştığımız durum, yalnız Şeyh Recep olayı ile kalmadı. Adapazarı dolaylarında da buna benzer bir olay çıktı. İzin verirseniz, bunu da kısaca bilginize sunayım. Adapazarı ilçesinin Akyazı yörelerinde türeyen Talostan Bey, İstanbul’dan para ve yönerge verilerek gönderilen ve atlı olacaklara 30 ve piyade yazılacaklara 15 lira aylık verileceğini söyleyen Bekir Bey ve Sapanca’nın Avçar köyünden Beslân adında bir tahsildar birleşiyorlar. Bu adamlar, başlarına topladıkları atlı, yaya birtakım kimselerle Adapazarı kasabasını basmaya karar veriyorlar. Tahir Bey adındaki Adapazarı kaymakamı bunu haber alıyor. Tahir Bey, İzmit’ten gönderilen bir binbaşıyı ve bulduğu yirmi beş kadar atlıyı alarak kasabayı basmaya gelenlere karşı çıkar. Lûtfiye denilen bir köyde karşılaşırlar. Bu kalabalığa ne yapmak istedikleri sorulmuş… verdikleri yanıt şu imiş: “Padişah Hazretlerinin sağ olup olmadığını ve yüksek halifelik makamında oturup oturmadığını öğrenmek için Adapazarı’na telgraf başına gelmek istiyoruz, Mustafa Kemal Paşa’yı, Padişah yerine kabul edemeyiz…”
Tahir Bey’in makine başında, İzmit Mutasarrıfına verdiği bilgide: “Adı geçenlerin İstanbul’da önemlice kişilerle ilişkileri olduğundan ve Padişahın bile bu yaptıklarından haberli bulunduğunu söylediklerinden” söz ediliyordu. Resmî olarak verilen bilgide, Bekir’in, toplanan kimselere, “Bu iş için İstanbul’ca, bir hafta süre verdiler. Beş gün geçti. İki günümüz kaldı. İşi çabuklaştıralım” diye söylediği de bildiriliyordu.
(Atatürk, bu ayaklanmanın, alınan önlemlerle dağıtıldığını ancak Bekir Bey’in yakalanamadığını belirtmektedir.)
İstanbul’da hükümetin gözü önünde düzenlenen ve iç, dış düşmanların, Padişahın bildikleri ve uygun buldukları kuşku götürmeyen girişimlerinin, başarıya ulaşacakları dakikaya dek, beklemek ve elbette hükümet önlem alır ve engel olur, diye her şeye böncesine boyun eğmek doğru olamazdı.
Baylar, Amasya’da görüşmelere başladığımız 20 Ekim gününde gelen bilgilerin özeti şu idi: İstanbul’da, Hürriyet ve Anlaşma Partisi, Askerî Gözcü Derneği ve Dostlar Derneği bir birlik kurdular. Bu birlik ve Ali Kemal, Sait Molla gibi kişiler, Müslüman olmayan halkı durmadan Ulusal Güçlere karşı kışkırtmaya başladılar. Rum ve Ermeni patrikleri, Ulusal Güçleri kötülemek için Anlaşma Devletleri temsilcilerine başvurdular. Ermeni Patriği Zaven Efendi, Neologos gazetesinde yayımladığı bir mektupla son ulusal eylem yüzünden Ermenilerin göç etmekte olduklarını ilan etti.
Asılan Kâzım’ın kardeşi Hikmet adında biri, İstanbul’dan aldığı yönerge ile Adapazarı yakınlarında, başına birtakım silahlı adamlar toplamaya başladı. Bu Hikmet adına, önemli bir belgede de rastlayacağız. Adapazarı yakınında, Değirmendere’de de para ile adam toplanmaya başlandı. Çete olarak toplananların, Geyve’de hükümeti basmaya karar verdikleri haber alındı. Karacabey’de de buna benzer ufak tefek davranışlar görüldü. Bursa’da, Gümülcineli İsmail’in kurduğu çetelerin Ulusal Güçlere karşı kıpırtıları sezilmeye başlandı. Gözcülerden tutuklu bulunanların bir günde hepsi cezaevinden çıkarıldı. Düşmanlarımızın, Ulusal Güçlere karşı kurdukları çetelerin çatışmalara başlaması, karşı birliğin açıktan açığa yaptığı işler, İstanbul Polis Müdürünün karşıt çalışmaları, Ali Rıza Paşa Hükümetinin tutumuna aykırı davranışta bakanların varlığı, ulusal örgütlerimizin kimi merkezlerimizi, özellikle İstanbul merkezimizi umutsuzluğa düşürmeye başladı. Hükümetin genel olarak bir amacı ve kararı olduğunu gösterecek davranışta bulunamaması ve yalnız İçişleri Bakanı Şerif Paşa’nın olumsuz ve hızlı çalışmalarını uygun bulur gibi davranması, gerçekten düşünülecek ve kaygı duyulacak bir görüntü ortaya koyuyordu. Bu konuda ilk duyarlığı ve girişimi gösteren Ankara oldu. Ankara Vali Vekili Yahya Galip Bey’in Sivas’a çektiği 15 Ekim 1919 günlü bir gizli telini, rahmetli Hayati Bey’in imzasıyla gelen başka bir gizli tel içinde 22 Ekimde Amasya’da aldım.
(Bu telde, İstanbul Hükümetince Ankara’ya atanan valinin kabul edilmeyeceği belirtilmekte; Cemal Paşa’nın yazdığı telde ise, İstanbul Hükümetinin atama kararının uygulanması rica edilmektedir.)
Gerçekten, başta Müftü Efendi (şimdi Diyanet İşleri Başkanı bulunan Sayın Rıfat Efendi Hazretleri idi) olduğu halde, Ankaralılar, protesto niteliğinde olarak İstanbul Hükümetine başvurmuşlardı. Ankara’yı yatıştırarak, hükümet erkini kırmamak için, telgraf başında, birçok öğütlemelerde bulundum. Ancak Ankara’nın haklı olduğunu kabul etmemek, elde değildi. Sonunda Cemal Paşa aracılığı ile hükümete yazdığım telyazısından söz ederek alınacak yanıta değin, durumun iyi idare edilmesini Ankara’da Kolordu Komutanı Vekili Mahmut Bey’e yazdım.
Burada yeri gelmişken bir gerçeği bilginize sunmak uygun olur. Biz, Temsilciler Kurulu, hükümetin durumunu ve içyüzünü pek güzel anlamıştık. Hükümet üyelerinden kimilerinin, hükümete girmekten pişman olduklarını ve bu gibilerin çekilmek için neden aradıklarını da anlıyorduk. Bundan başka iç ve dış düşmanların ve padişahın birlik olarak, Ali Rıza Paşa Hükümeti yerine, kendi görüşlerini, açıktan açığa ve çabucak uygulayacak başka bir hükümeti iş başına getirmeye kararlı bulunduklarını da bilmiyor değildik. Bunun için de Ali Rıza Paşa Hükümetini, daha katlanılabilir buluyorduk. Bir de Ferit Paşa’nın düşmesinden sonra, yeni hükümetle anlaşmak için, geçen dört beş gün içinde kimi kişilerin, elden geldiğince çabuk uyuşmamız yolunda yaptıkları öğütlemeler de dikkate alınacak anlam ve nitelikte idi. Bundan dolayı, amaca güvenle ulaşıncaya dek, gerekirse kimi isteklerimizden vazgeçmek zorunluluğunu duyuyorduk. Mahmut Bey’e yazdığım gizli telde bunlar da sezdirilmişti. Cemal Paşa’ya verdiğim yanıtı olduğu gibi bilginize sunacağım:
(24 Ekim tarihli bu yanıtta Atatürk, Ankara’da oluşan tepki hareketlerinin, İstanbul’daki kimi örgütlerin kışkırtıcılığından kaynaklandığını bildirmekte ve Ziya Paşa’nın Ankara Valiliğine atanmasını kabul ettiklerini ancak şimdilik gönderilmesinin doğru olmadığını vurgulayarak konuşmasını şöyle sürdürmektedir:)
Baylar, Ali Fuat Paşa, 28 Ekim 1919 günlü bir gizli tel ile İstanbul’daki örgütümüzden benim adıma gelen bir teli bildirdi. Bu telde verilen bilgiler önemli idi. Çerkez Bekir’in çıkardığı bilinen olay, Adapazarı ve çevresinde Ulusal Güçlere karşı ayaklanma başlangıcı sayılmış. Bundan ne yolda yararlanılacağını görüşmek üzere, “Padişah, Ferit Paşa, Âdil Bey ve Sait Molla ile Ali Kemal Bey’den oluşan” bir kurul, birtakım tasarlamalarda bulunmuşlar.
Bu telyazısında, yukarıda adı geçen Hikmet üzerine de bilgi veriliyordu. Bu Hikmet, iki ay önce Amasya’dan Adapazarı’na gelmiş. O çevrede öteden beri kendisine ve ailesine karşı olanların ulusal örgüte girdiklerini anlamış. Hikmet Bey, Amasya’dan geldiğini ve beni tanıdığını, ulusal örgüt kurma yetkisinin ancak kendisine verilmiş olduğunu ileri sürerek, Sivas’la haberleşmeye girişmek ister. Karşı taraf engel olur. Hikmet, karşıt örgüt kurar. Bunu sezen Sait Molla, Hikmet’i elde edecek yolu bulur. Kendisini Hıristiyanlara karşı bir ayaklanmaya kışkırtır. Baylar, Hikmet üzerine ve düşmanlarımızın Hıristiyanlara karşı kurdukları düzenler üzerine verdiğim bilgi, daha sonra değineceğimiz kimi durumların kolaylıkla anlaşılmasına yarayacağından, gereksiz sayılmamasını rica ederim. Baylar, bu bilgiler üzerine Cemal Paşa’ya çektiğim teli, olduğu gibi görmenizi isterim:
Şifre Sivas 31.10.1919
Milli Savunma Bakanı Cemal Paşa Hazretlerine,
Adapazarı dolaylarında, hükümete ve ulusal örgütlere karşı oluşan olayı biliyorsunuz. Bu olay, ulusal birliğin dayancı ve yüce hükümetin kesin ve yerinde önlemleri ile bastırılmış ise de daha oralarda bozgunculuk tohumu vardır. Ulusun birliği karşısında, büsbütün ortadan kalkacağına kuşku yoktur. Ancak, bu bozgunculuk olaylarını Damat Ferit Paşa, Eski İçişleri Bakanı Âdil ve daha önceki İçişleri Bakanı Ali Kemal Beylerle Sait Molla’nın düzenledikleri anlaşılmıştır. Adları bildirilen bu kişiler, kendilerinin yaptıkları vatan hainliğinden başka, çok büyük ve tehlikeli bir yanlış iş daha yapmışlardır. O da bu haince işlerinden sanki yüce padişahımızın da bilgisi olduğu söylentisini yaymak gibi bir büyük alçaklıktır. Sayın hükümet üyelerinden tam bir yürek temizliği ile rica ederiz. Zamanında durumu, uygun bir yolla yüce Padişaha bildirsinler. Ulusun ve örgütlerinin bu gibi uydurma ve yalan sözlere önem vermeyeceği açık bir gerçektir. Bozguncuların, yalanlarla ulusal birliği bozmak istedikleri ileri sürülerek, olayın geçtiği yerlerde, söylentilerin hükümetçe resmî olarak yalanlanmasını; böylece her türlü yanlış anlaşılmanın ortadan kaldırılmasını ve bu dokuncalı kişiler üzerinde gereken inceleme yapılarak yasa yoluyla kovuşturmaya girişilmesini, çok önemli bir sorun saymaktayız efendim.
Temsilciler Kurulu adına Mustafa Kemal
Baylar, Ali Rıza Paşa Hükümetinin kuruluş niteliğini bildiğimiz halde, tutmayı ve elden geldiğince desteklemeyi neden gerekli gördüğümü bir parçacık anlatmıştım. Amasya’dan Sivas’a dönüşümüzden sonra, Temsilciler Kurulu ve orada bulunan öteki arkadaşlarımızla yaptığımız toplantıda, Amasya buluşması ve başka konular üzerinde arkadaşlara uzun uzadıya açıklamada bulundum. Bu toplantıda, Temsilciler Kurulu kararı tutanaklarının 29 Ekim 1919 günkü görüşmelerle ilgili sayfasında, olduğu gibi yazılı olan şu kararı aldık: Başta Sadrazam Ali Rıza Paşa olmak üzere tümünün yetersiz, Padişahın gözüne girmek isteyen kişilerden oldukları; kimisinin ulusal eylemden yana, kimisinin de buna karşı oldukları; bununla birlikte Padişah, kısa zamanda bunları düşürerek yerine zorbalığı sürdürebilecek bir hükümet getirmek isteyeceğinden Ulusal Meclis kurulup yasama görevini yapmaya başlayıncaya değin Temsilciler Kurulunun bu hükümeti tutmasının yurt ve ulus için daha doğru bir iş olduğu kabul olundu.
(Atatürk, bu noktada bu kararın uygulanması adına yapılan girişimlerden söz etmekte ve konuşmasını sürdürmektedir.)
Baylar, Salih Paşa’nın, İstanbul’a dönüşü üzerine, 21 Ekim günlü protokolde yazılı ve önemli olduğuna önceki sözlerim arasında işaret ettiğim nokta üzerinde, yani Ulusal Meclisin toplantı yeri konusunda, hükümetle aramızda tartışma başladı. Hükümetin Cemal Paşa aracılığı ile yazdıkları, bizim ileri sürdüğümüz düşünceler, bir kez daha, gözden geçirilmeye değer sanırım. Bu yazışmalarımızın esaslarını Büyük Millet Meclisinin ilk toplantı tutanaklarında görebileceğiniz için burada, ondan bir daha söz etmeyeceğim.
(Atatürk, Söylev’in bu bölümünde İstanbul’daki ulusal örgütlerin durumuna; bunların, İstanbul Hükümetinin tutumu üzerine verdikleri bilgiye ve kendisine milletvekili seçilmeme ve barış yapılana kadar İstanbul’a gelmeme konusunda yaptıkları öğüde değinip, örgütün zayıf ve kararsız tutumu karşısında onlara verdiği yönergeyi açıkladıktan sonra; Meclisin toplanma yerine ilişkin düşüncelere yer vermekte ve bu konuda görüşmek üzere kimi birlik komutanlarıyla Temsilciler Kurulu üyelerini 16 Kasım 1919 günü Sivas’ta bir toplantıya çağırdığını açıklayarak konuşmasını şöyle sürdürmektedir:)
Görüşme gündemimiz yalnız şu üç madde ile sıralanacaktı:
- Mebuslar Meclisinin toplantı yeri,
- Toplantıdan sonra Temsilciler Kurulu ve Ulusal Örgütün alacağı biçim ve çalışma yöntemi,
- Paris Barış Konferansının bizim için olumlu ya da olumsuz bir karar vermesi üzerine nasıl davranılacağı.
Baylar, bu zamana değin, dernek merkez kurullarından sorduklarımıza gelen yanıtlar, dört görüşe ayrılıyordu:
- Birinci görüşe göre, Mebuslar Meclisinin dışarıda toplanması uygun görülüyordu.
- İkinci görüşe göre, ki bu görüşü ileri sürenlerin başında Erzurum, Trabzon ve bütün Karesi, Saruhan kurulları bulunuyordu; İstanbul’da… İstanbul’daki ileri gelen kişilerin hemen hepsinin bu düşüncede olduğunu biliyoruz. Padişahın isteği, Hükümetin üstelediği de buydu.
- Üçüncü görüş ki Trakya-Paşaeli’nin düşüncesiydi: İstanbul yakınlarında…
- Bir kısım merkez kurulları da, Salih Paşa’nın kişisel görgüsüne dayanarak Hükümet uygun bulursa dışarıda toplanmasında bir sakınca görmüyorlardı.
Baylar, İstanbul Hükümetinin ve onun yardakçılarının, kamuoyunu ne denli ayrılığa ve karışıklığa uğratmış oldukları, ulusun gösterdiği bu görüş ayrılığından kolaylıkla anlaşılabilir. Artık bunun üzerine, direnmenin, zararlı sonuç vereceği kanısına varmak da zor değildir.
Şimdi, 16 Kasım 1919’dan 29 Kasım 1919 gününe değin, günlerce süren görüşme ve tartışmalardan çıkan sonuçlarla varılan kararların tutanaklarını, olduğu gibi yüksek bilginize sunuyorum:
- Ulusal Meclisin İstanbul’da toplanmasında sakıncalar ve tehlikeler olmasına karşın, toplantının İstanbul dışında yapılmasını Hükümet uygun bulmadığı için ve ülkeyi sarsıntıya uğratmaktan çekindiğinden İstanbul’da toplanma zorunluluğu kabul edildi.
- Bütün milletvekillerini durum üzerinde aydınlatarak teker teker düşüncelerini sormak,
- Milletvekillerinin, İstanbul’a gitmeden önce Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir ve Edirne gibi yerlerde kısım kısım toplanarak Ulusal Meclis, İstanbul’da toplanacağına göre, gerek İstanbul’da ve gerek dışarıda alınması gerekli güvenlik önlemlerini ve programımızın esaslarını savunacak güçlü bir grubun kurulması yollarını düşünüp görüşmeleri,
- Derneğin örgütlerini, çabucak yaymak ve güçlendirmek için Kolordu Komutanlarının, bölge komutanları ve askerlik şubesi başkanları aracılığıyla çabuk ve eylemli yardımda bulunmaları,
- Sivil örgütlerin başında bulunan bütün yüksek görevlilerden her olasılığa karşı, ulusal örgüte bağlı kalacakları üzerine söz almak ve kendilerinin ellerinde bulunan bütün araçlarla Derneğin örgütlerini kurmaya ivedilikle girişmelerini istemek.
- Ulusal Meclis İstanbul’da toplandıktan sonra, milletvekillerinin, tam güvenlik ve serbestlik içinde yasama görevlerini yapmakta olduklarını doğrulayacakları güne değin, Temsilciler Kurulu, şimdiye dek olduğu gibi, dışarıda kalarak ulusal ödevini yapacaktır. Ancak bütün sancaklardan birer, illerle bağımsız sancaklardan ikişer olmak üzere, milletvekilleri arasından seçilecek kişiler, tüzüğün sekizinci maddesi gereğince Temsilciler Kurulu üyesi olarak Eskişehir yakınında toplanacaklar; burada durumun açıklanması ve Meclisteki yönetimimizin belirtilmesi ile ilgili görüşmeler yapılacaktır. Bunun için Temsilciler Kurulu da oraya gidecektir. Bu toplantıdan sonra Temsilciler Kurulunun üye sayısı uygun şekilde artırılacak, öteki milletvekilleri İstanbul’a Ulusal Meclise gideceklerdir. Temsilciler Kurulunun görevde bulunduğu sürece, ulusal örgütlerin kuruluşu ve çalışma yöntemi, tüzükteki gibi olacaktır. Mebuslar Meclisi tam güvenlik içinde bulunduğunu doğruladığı zaman, Temsilciler Kurulu, tüzükteki yetkisine dayanarak Genel Kongreyi toplantıya çağırıp 11. madde gereğince, Derneğin ileride alacağı durumun belirtilmesini Kongrenin kararına bırakacaktır. Kongrenin nerede ve nasıl toplanacağı, o zamanki duruma bağlı olacaktır. Kongrenin toplantıya çağrıldığı zaman ile toplanması arasında geçecek süre içinde Temsilciler Kurulu, İstanbul Hükümeti ve Mebuslar Meclisi Başkanlığı ile kesin zorunluluk görmedikçe resmî ilişkide bulunmaz.
- Paris Barış Konferansı, bizim için olumsuz bir karar verir ve Hükümet ile Ulusal Meclisçe bu karar kabul edilirse en uygun yolla ve çabuk olarak ulusal iradeye başvurulacak ve tüzükte açıklanmış olan ilkelerin gerçekleştirilmesine çalışılacaktır.
Mustafa Kemal
Rüstem Mazhar Müfit Ali Fuat Hüsrev
Hüseyin Rauf Kâzım Karabekir Hakkı Behiç Hüseyin Salâhattin
İ. Süreyya Bekir Sami Ömer Mümtaz Vâsıf
12. Kolordu Kurmay Başkanı Şemsettin
(Atatürk, Söylev’in bu bölümünde, bu kararlar gereğince milletvekillerine verilen yönergeyi okumuştur. Buna göre, birinci maddede, İstanbul’un düşman eline geçmesi ve Rumların milletvekili adayları belirlemiş olması gibi nedenlerden dolayı, Meclisin İstanbul’da toplanmasının birtakım tehlikeler doğuracağı belirtilmekte ve çözüme yönelik görüşmeler planlanmaktadır. İkinci maddede ise, görüşme sonuçlarının Temsilciler Kuruluna sorunsuz ulaştırılması için gereken önlemlerin alınması ve milletvekillerinin seçim bölgelerince çağırtılması istenmektedir.)
Baylar, 1919 yılı Ekim ayı ile ilgili olup dokunmak istediğim kimi olayları da birkaç sözcükle özetlememe izin vermenizi rica ederim. İzmir ili içinde, ele geçirilmiş olan yerlerde bulunan Müslüman halk zulüm görüyor ve öldürülüyordu. Bunun için, Anlaşma Devletlerinin temsilcileri katında etkili girişimlerde bulunmasını, hükümetten rica ettik. Yunanlılar zulümlerini ve yolsuzluklarını sürdürürlerse misilleme yapmak zorunda kalacağımızı da bildirdik. İzmir’de geçen acıklı olaylar üzerine İstanbul’da bir gösteri toplantısı yapılmak istenmişti. Buna engel olunduğu haberini alınca, Cemal Paşa’nın dikkatini çektik.
Anzavur, Bandırma dolaylarında, haince ve canavarca işlere başlamıştı. Onların dokuncalarını giderme önlemlerini ve Karabiga, Bandırma yönlerine çıkan Gözcü Derneğinden subaylara karşı yapılacak işlemi, Balıkesir’de Kâzım Paşa’ya ve başka ilgililere yazdık. Otuz kadar Gözcü subayın da yabancı işgaline yol açmak için, Hıristiyanlara karşı saldırıda bulunmak üzere, Trabzon ve Samsun’a çıkacaklarını haber aldık. Hemen 15. Kolordu Komutanının ve Samsun Mutasarrıfının dikkatlerini çektik. Bildiğiniz gibi Maraş, Urfa, Antep’te, başlangıçta İngiliz birlikleri vardı. Bu birlikleri Fransız askerleri değiştirdi. Bu nedenle yeniden Fransız işgalini önlemeye çalıştık. Sonra da ilkin siyasal girişimlerde; daha sonra eylemli girişimde bulunduk. Bozkır’da, yeniden önemlice bir ayaklanma oldu. Onun bastırılması için çeşitli önlemler aldık. Maraş ve Antep’e Kılıç Ali Bey’i, Çukurova bölgesine de Topçu Binbaşısı Kemal ve Yüzbaşı Osman Tufan Beyleri göndererek sağlam örgütler kurmaya ve girişimlere başladık.
Baylar, bu arada aklıma gelen bir noktayı da bildirmiş bulunayım: Sivas Kongresinden sonra, kongrelerin tüzük ve bildirilerinden başka, Temsilciler Kurulu, sorumluluğu üzerine alarak, Sivas Kongresi tüzüğüne ek olmak üzere “Hakları Savunma Derneği Kuruluş Tüzüğü’ne ektir (I)” başlıklı, yalnız ilgililere özel ve gizlidir işaretli, silahlı örgütler için gizli bir yönerge düzenledi. Düşmanla çatışılan yerlerde bu yönergeye göre silahlı birlikler kuruldu.
(Atatürk Söylev’in bu bölümünde Cemal Paşa ile yürüttüğü yazışmalara değinmekte ve İstanbul Hükümeti tarafından Ankara Valiliğine atanmasına karşın halk tarafından istenmediği için Eskişehir’e dönen Ziya Paşa konusuna, ulusal örgüte karşıymış gibi davranışlarda bulunan İçişleri Bakanına, milletvekili seçimlerine ve Meclisin toplantı yerine yönelik açıklamalarda bulunmaktadır. Yine bu noktada, Refet Paşa’nın Aydın ve Salihli cephelerine komutan olarak gönderilmesine karşın, görev yerinde durmayıp sürekli dolaşmasından yakınan Atatürk; bu durumun, düzenli ordu kurulana kadar Aydın ve Salihli cephelerinde güvenilir bir komuta düzeninin sağlanamamasına yol açtığını anlatmaktadır. Bu arada, olayların İstanbul cephesinde de çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Örneğin İçişleri Bakanı, Adapazarı, Karacabey, Aznavur ve Bozkır olaylarını suç saymayan kuşkulu bir yaklaşım sergilerken, Cemal Paşa da hükümetin bu yaklaşımını savunur bir tutum takınmaktadır.)
Cemal Paşa: “Ulusal ayaklanmadan yana olmayan görevlilerin kodamanları, arkalarını, yurttaki düşman ordularına dayamış gibidirler.” yollu, sanki bilinmeyen bir bilgi de verdikten ve bu bilgiyi, “Eski hükümet üyelerinin çoğu böyledir.” cümlesiyle tamamladıktan sonra “örneğin Polis Müdürünün değiştirilmesinde bu durum iyice belli oldu” diye bir de örnek veriyor. Cemal Paşa, Hükümet birçok işler yapmayı düşünmüşse de: “Köklü bir girişim için, dayandığı gücün sağlamlığına daha inanamadı.” sözleriyle bizi suçladıktan sonra, şu kanısını ortaya atıyordu: “İçişleri Bakanı bu güce –yani Ulusal Güçlere- gereksinme gösterenlerin başında desem ileri gitmiş olmam.” Cemal Paşa’nın mektubunu imzaladıktan sonra, yine kendi imzasıyla mektubuna eklediği bir özette, şu cümleler vardı: “Karşıcıllar ve yabancılar, Meclisin açılmasını engellemeye karar vermişlerdir. Temsilciler Kurulu da toplantı yeri üzerindeki çekişmeyle bu engellemeyi sürdürürse işimiz Tanrı’ya kalıyor demektir.”
Baylar, bu mektuptaki bundan önce gelen yazılardaki ve bundan sonra boyuna bildirilecek olan düşüncelerdeki mantık, yorum ve görüş sağlamlığı üzerinde söz söylemeyeceğim. Yalnız, bu mektuba, 28 Kasım 1919 günü, verdiğimiz açıklamalı yanıtın bir cümlesini, olduğu gibi aktarmakla yetineceğim. O cümle şudur: “Yüksek Hükümetin, köklü bir girişim için dayandığı gücün sağlamlığına güvenemediğini ortaya koyan sözlerini, gerçeğe uygun bulmuyoruz.”
(Atatürk, bu noktada, sırtlarını yabancılara dayamış gizli derneklerin, başta İçişleri Bakanı Damat Şerif Paşa olmak üzere hükümetin hoşgörüsüne sığınarak ulusal birliği bozacak etkinliklerini artırdıklarını ve Cemal Paşa’nın da hükümeti savunmayı sürdürdüğünü anlatmaktadır.)
Ulusal savaşımlar sırasında karşılaştığımız açık ve gizli güçlükler üzerinde, köklü bir bilgi edinmeye ve gelecek kuşakların ders almasına ve uyanmasına yarayacak nitelikte olan söz konusu belgeleri, olduğu gibi bilginize sunmayı uygun buluyorum. Bu belgeler, İngiliz Dostları Derneğinin sözde başkanı olarak tanınan Sait Molla’nın Bay Fru adındaki rahibe gönderdiği mektupların örnekleridir.
Baylar, bu mektupların örneklerinin alındığını sezen Sait Molla, Türkçe İstanbul gazetesinin 8 Kasım 1919 günlü sayısında, bu mektuplardan söz açarak uzun ve sert bir dille yalanlama yayımlamış olsa da gerçeği yadsımanın olanağı yoktur. Bu mektupların örnekleri, Sait Molla’nın evinden ve mektup karalamalarının yazılı bulunduğu bir defterden, olduğu gibi çıkarılmıştır. Bunlar bir yana, mektupların içindekiler, ülkede beliren durumlara, olaylara ve kimi kişilere tam bir uygunluk göstermektedir. Şimdi izin verirseniz, bu mektupları yazılış sırasıyla sunayım.
(Atatürk burada Sait Molla’nın Fru’ya yazdığı on iki mektuba yer vermekte ve Sait Molla’nın, Anadolu halkını Mustafa Kemal Paşa’ya karşı nasıl ayaklandırdığını, ulusal savaşımı tehlikeye düşürmek için nasıl ajanlar kullandığını ve bu yönde nasıl gizli planlar yapmış olduğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermekte ve konuşmasını şöyle sürdürmektedir:)
Baylar, bu geniş düzene engel olmak ve yaratılan tehlikeli durumları ortadan kaldırmak için elimizden gelen her yola ve önleme başvurduk. Şimdiye değin anlattığım ve bundan sonra sırası geldikçe anımsatmaya çalışacağım o hepinizin bildiği başkaldırmaları, karışıklıkları, resmî düşman güçlerinin saldırılarını bastırmak, ortadan kaldırmak için çok uğraştık. Ali Rıza Paşa Hükümeti, gözüne batan Ulusal Güçleri bastırmaya ve bunun için bizimle didişmeye bakmaktan başka bir yardımda bulunmadığı gibi, ondan sonra hükümet kuran yüksek arkadaşları da, onun yolunda gitmekten ve sonunda yıkımdan yıkıma, rezillikten rezilliğe sürüklenmekten başka bir iş görmediler.
Baylar, bütün bu gizli düzen kaynaklarının, Rahip Fru’nun kafasında toplandığını ve oradan din kardeşlerimiz olacak hainlerin kafalarına sokularak uygulama alanına çıkarıldığını kestirdiğimden, Rahip Fru’nun bir zaman için olsun durmasını ve işten uzaklaşmasını sağlamaya yarar düşüncesiyle, kendisine bir mektup yazdım. Mektubun iyi anlaşılabilmesi için şu bilgiyi de ekleyeyim ki ben, Bay Fru ile İstanbul’da bir iki kez görüşmüş ve tartışmıştım. Fru’ya Fransızca olarak gönderdiğim mektubun Türkçesi şudur:
Bay Fru’ya
Sizinle Bay Marten aracılığıyla, yaptığımız görüşmelerin anısını seve seve gönlümde saklıyorum. Yıllarca ülkemizde ve ulusumuz arasında yaşamış olan sizin, bizim için en doğru düşünce ve kanılarla dolu bulunacağınızı umardım. Oysa ne yazık ki İstanbul çevresinde karşılaştığınız kimi aymaz ve çıkarcı kişilerin, sizi yanlış yönlere sürüklediklerini pek çok üzülerek anlıyorum. En başta Sait Molla ile düzenlemeye ve uygulamaya başladığınız, güvenilir kaynaklardan öğrenilen planın, İngiliz ulusunun gerçekten kınayacağı bir nitelikte olduğunu bildirmeme izninizi rica ederim. Ulusumuza Sait Molla’nın değil, ancak gerçek yurtseverlerin gözüyle bakıldığı zaman, böyle planların artık yurdumuza ve ulusumuza uygulanabilecek bir yanı olmadığı yargısına kolaylıkla varılır. Nitekim daha bugünün olaylarından olan Adapazarı ve Karacabey olaylarının başarısızlığa uğraması, sözümüzü doğrulamaya yeter. Ancak buna neden gerek vardı? İngiliz Subayı Novil’in, Diyarbakır dolaylarında, Müslüman Kürt halkı yoldan çıkarmaya pek çok çalıştıktan sonra, Malatya’da Eski Elazığ Valisi Galip ve Malatya Mutasarrıfı Halil Beylerle, Sivas’a karşı yaratmaya çalıştığı olay, sonucu bakımından bütün uygarlık dünyasına karşı utanç verici değil miydi?
Size önemle ve içtenlikle bildiririm ki İngiliz ulusu, ulusumuzun dostluğuna ve güvenine değer vermiyorsa bundaki yanılgı pek derindir. Tersi durumda, kullandığınız araçlar pek yanıltıcı olup, sonuç ve verim alınacak nitelikte değildir. Sait Molla aracılığıyla Adapazarı’na gönderilen iki bin liranın, yakında verimli sonuç sağlayacağı yolunda verilen sözün yalan olduğunu, olaylar size anlatmış olacağından, uzun sözü gerekli görmem. Hele sizinle ilişki kuran düzmeciler tarafından, Osmanlı Padişahının da ortaklaşa yaptığınız işlerinizde ve çalışmalarınızda eli varmış gibi gösterilmesi pek tehlikelidir. Siz çok iyi düşünebilirsiniz ki Padişah, sorumsuz ve yansız olup, ulusal istenç ve egemenliğimizle ilgili gerçekleri değiştirmez ve bozmazlar. Ülkemizde bulunan İngiliz siyasal görevlilerinin, elbette İngiliz ulusunun eğilimine ve çıkarına aykırı olarak, yurdumuza ve ulusumuza karşı insanlığa ve uygarlığa yaraşmaz bir biçimdeki girişimlerini, elimizde bulunan belgelerle İngiliz ulusunun gözü önüne serersek, sonuç dünyaca iyi karşılanmaz sanırım. Fakat bu konuda ilginç olması bakımından şunu da bildirmek zorundayım ki siz, bir din adamı olarak siyaset oyunlarına, özellikle öldürmelere varacak işlere karışmak hevesine kapılmamalıydınız. Sizinle yaptığım görüşmelerde, sizi bu türden bir siyaset adamı olarak değil, insanlığa hizmet eden, adaleti seven erdemli bir kişi olarak tanımıştım. Bunda ne denli aldandığımı son aldığım sağlam bilgilerin doğrulamakta olduğunu size bildirmekle onur duyarım.
Mustafa Kemal
Baylar, İstanbul’da, Hükümetin gözü önünde ve bilgisi altında yapılmış ve yapılmakta olan alçakça girişimlerin ve bu girişimlerin bütün yurtta uğursuz belirtileri olduğunu açıkça ortaya koyan olayların gerçek kaynaklarını ve etmenlerini, İstanbul Hükümetinin, Temsilciler Kurulundan daha iyi bildiği, şimdi de kuşku götürür mü?
Baylar, işlerin içyüzünü bilen bir hükümetin üyelerinden, düşmanların, salt yanıltmak ve yoldan çıkarmak amacıyla ortaya attıkları kara çalma ve söylentilere gerçek gözüyle bakıp yine onların öğütlerini çözüm ve önlem diye uygulamaya kalkışmak gibi bir davranış beklenebilir mi? Bu sorulara yanıt vererek yüksek topluluğunuzu yormaktan çekindiğim için sözü, Ali Rıza Paşa Hükümetinin düşüncesini yansıtan Milli Savunma Bakanı Cemal Paşa’ya bırakmayı yeğ tutarım.
(Atatürk, bu konuları aydınlatabilmek için, Cemal Paşa ile olan yazışmalarına değinmektedir.)
Baylar, İstanbul’da yurdun kurtarılmasıyla ilgili en önemli görevlerde çalışan saygıdeğer ve akıllı tanınmış kişilerin, o zamanlar, İstanbul’un zehirli havasını almaları yüzünden, anlayış ve görüşlerinde ne denli olumsuz sapmalar olduğuna bir örnek vermek için, daha Sivas’ta iken karşılaştığım küçük bir olayı, izin verirseniz bilginize sunmak isterim. Belki sayın üyeler arasında anımsayanlar vardır. Senato üyelerinden Çürüksulu Mahmut Paşa, Bosphore (Bosfor) gazetesi yazarlarından birisine, siyasal durumumuz üzerine demeç vermişti. Mahmut Paşa’nın, o sıralarda, Barış Hazırlıkları Komisyonu üyesi olduğunu da anımsarsınız. Paşa’nın 31 Ekim 1919 günlü Tasviri Efkâr gazetesinde de yayımlanan demecini, 17 gün sonra Sivas’ta okudum. “Ermenilerin pek çok olan isteklerine hak vermeksizin, sınırlarda kimi düzeltmeler yapmayı kabul ederiz.” sözleri dikkatimi çekti. Doğu Anadolu’da, Ermenistan yararına toprak bırakılacağına söz verme niteliğinde olan bu cümlenin, Barış Komisyonu üyelerinden bir devlet adamınca söylemiş bulunması gerçekten düşünülmeye ve şaşılmaya değerdi. Bundan ötürü 17 Kasım 1919 günü, Çürüksulu Mahmut Paşa Hazretlerine göndermeyi yararlı saydığım bir telyazısında, demecindeki işaret ettiğim cümleden dolayı, “Doğu Anadolu halkının, pek haklı olarak son derece üzgün ve kırgın olduğunu” belirttikten sonra: “Erzurum ve Sivas Kongrelerinin kararları uyarınca ulusun Ermenistan’a bir karış toprak bırakmayacağını; dahası, hükümet bu denli acı bir zorunluluk karşısında boyun eğerse ulusun, kendi haklarını kendisinin savunmaya karar verdiğini ve bunun bütün dünyaya ilan edilmiş olduğunu” yazdım ve bu ulusal karar ve direncin, herkesten önce Barış Hazırlıkları Komisyonu yüksek üyelerince bilinmesi ve benimsenmesi gerektiğini bildirdim.
Baylar, Sivas’ta kaldığımız sırada, birçok olaylar ve sorunlarla karşılaşılmış ve zorunlu olarak ulusal, idarî, askerî siyasal girişim ve yürütümlerde bulunulmuştur. Bunların tümünü ayrıntılarıyla anlatmak uzun sürer. Yalnız, izlediğimiz olaylar zincirinin birbirine bağlanmasına yarayacak kimi noktalara dokunarak ve işaret ederek geçeceğim.
(Atatürk bu noktada, ulusal örgütlerin düzene sokulması için alınan önlemler, seçimler dolayısıyla ortaya çıkan görüş ayrılıklarını giderme çabası, Osmaniye ve Dörtyol bölgelerindeki Fransız yöneticisinin kimi Çerkez yurttaşlarca Maraş’a çağrılması, Bolu dolaylarında alınan güvenlik önlemleri ve ulusal savaşıma karşı olduğu bildirilen Gebze Kaymakamının değiştirilmesi gibi konulara değinmiştir. Yine bu bölümde, Sait Molla’nın davranışlarının başarıya ulaşmasından ve İstanbul’daki örgütün aldanışına dek varan yanılgılardan yakınmakta ve güvenilir bir ulusalcı olan Yahya Kaptan’ın İstanbul Hükümetince yollanan askerî birlikler tarafından nasıl sorgusuz bir biçimde yakalanıp öldürüldüğünü anlatmaktadır.)
Baylar, Yahya Kaptan’ın öldürüldüğüne kuşku kalmamıştı. Bu gerçek bilindikten sonra, öldürtmüş olan hükümetin, yasal kovuşturmaya girişmiş bulunması, cinayeti işleyenlerin ortaya çıkmayacağına yanıt değil miydi? Ama baylar, zaman her şeyin, her gerçeğin, tarihin içten kucağında incelenmesini sağlayacaktır.
Saygıdeğer baylar, Hükümeti ve İstanbul’daki örgütümüzün başkanlarını, böyle çirkin bir cinayetin işlenmesine aracı olmaya sürükleyen nedenlerin ve etmenlerin incelenmesiyle gerçekten ders alınmaya değer sonuçlar çıkacağına inandığım içindir ki dıştan bakılınca önemsiz gibi görülebilecek olan bir olayı kanıtlara ve belgelere dayanarak açıkladım. Bu açıklamamla ulusun gözü önünde aydınlık bir inceleme ortamı doğmasına yardım edebildimse vicdan ödevlerimden birini yapmış olduğuma inanacak ve gönül rahatlığına ereceğim. Baylar, bu olayı incelerken, iki noktayı göz önünde tutmak yararlı olur!
Birincisi: Sait Molla’nın üyesi ulunduğu gizli örgüt ile Gebze ve Kartal dolaylarında, hepsi bu örgütten olan kişilerin ve çetelerin rollerini ve bu rolleri, bizim adamlarımız ve örgütümüz yapmış gibi göstererek yurtsever geçinen kişileri aldatıp kandırmada gösterilen ustalık ve başarı,
İkincisi: İstanbul örgütümüzün başkanları, bize, Temsilciler Kuruluna bağlı ve onun yönerge ve bildirimlerine uygun iş görmekle yükümlü bulunuyorlardı ve ancak bu yükümlülüğü, açık yürekle yaparak genel amaç yönünde tam uygunlukla yürümenin en büyük olasılık olabileceğini kabul etmeleri gerekirdi. Oysa bu kişiler, kendi akıl ve tutumlarını, Temsilciler Kurulunun uyarmaları karşısında yüksek görmekten vazgeçememişler ve bağımsız olarak çalışmalarına engel olunmasını, onur işi yaparak sinirlenmişler ve bu yanlış duygunun etkisi altında, aldatılmaya kadar varmışlardır.
(Atatürk, burada Yahya Kaptan’ın eşinden gelen tele ve bunun yürekleri dağlayan bir tel olduğuna değinmekte ve sözlerini şöyle sürdürmektedir:)
Baylar, Yahya Kaptan sorununa 20 Kasım 1919 günündeki olaylar dolayısıyla dokunduk. Gene olaydan yer ve zaman bakımından çokça uzaklaşarak Yahya Kaptan olayının açıklanmasını bütünlemek zorunda kaldık. Şimdi, izin verirseniz bıraktığımız yere dönerek olayları izleyelim.
Ankara-Eskişehir demiryolunun işletilmesine Anlaşma Devletlerince engel olunmuştu. Bu yolun işletilmesi için, Anlaşma Devletleri temsilcilerine, sert bir protesto notası verilmesi, 21 Ekim 1919’da Ankara Merkez Kuruluna bildirildi. Adana örgütü kurucularının, Niğde’ye ya da Kayseri’ye gelerek, bizimle görüştükten sonra çalışmalarını sürdürmeleri sağlandı. Aydın cephelerinde, durum her gün güçleşmekte ve ağırlaşmakta olduğundan, Salih Paşa ile Amasya’da kararlaştırdığımız üzere, Donanma Derneğinin dört yüz bin lirasının bu cephelere verilmesini Milli Savunma Bakanına yazdık. Bu cephelerde savaşanlara, silah ve cephane verilmesini ve cephenin makineli tüfek ve topçu birlikleriyle desteklenmesini, Konya’daki 12. Kolordu Komutanından rica ettik. Baylar, Fransızlar, Bandırma-Soma demiryolunu sözde denetlemek için Bandırma’ya bir birlik çıkarmışlardı. Güvenliği çok iyi olan Bandırma’ya, asker çıkarmaya hakları olmadığı apaçıktı. Bu noktaya 24 Kasım 1919’da 14. Kolordu ve 56. Tümen Komutanlarının dikkatlerini çektik.
Yabancı subaylar, Aydın cephelerinde dolaşarak propaganda yapıyorlar ve durumu anlıyorlardı. Bu gibi subayların cephedeki birliklerle ilişki kurmalarına meydan verilmemesini ve resmî olarak hükümete başvurmalarını; eğer Ulusal Güçler için bir söyleyecekleri olursa, merkez kurullarımız aracılığıyla bize başvurmaları gerektiğinin kendilerine bildirilmesini ve propaganda yapanlar bulunursa, gözaltında bölgeden çıkarılmalarını ve kesin zorunluluk olursa, cephede görülecek Anlaşma askerlerine karşı da silah kullanılmasını cepheye bildirdik.
Baylar, biz, İzmir halkının da eylemli olarak seçimlere katılmasını sağlamak istiyorduk ve o yolda çeşitli araçlarla isteğimizi duyuruyorduk. Ancak Yunanlılar, elbette buna engel oluyorlardı.29 Kasım 1919 günü, bu davranışı Anlaşma Devletleri temsilcileri ile yansız elçilikler katında protesto ettik ve bunu, o sırada İzmir Telgraf ve Posta Başmüdürü bulunan Ethem Bey’e yazarak İzmir halkına da duyurmak istedik.
Baylar, belki birçoklarınız anımsarsınız. İşgal zamanında, Adana’da, Ferda adında, Ulusal Güçlere karşı, bir yabancı gazetesi yayımlanıyordu. Bu gazete, yalnızca Anadolu halkını aldatmak ve yanlış yola sürüklemek amacıyla çıkıyordu ve sütunları bizi kötüleyen uydurma yazılarla doluydu. Elbette, bu gazetenin Anadolu’nun içerlerine sokulmasını yasak ettik. Ancak, bu gazetenin, yurtta okunmasını elbette yararlı bulan, Ali Rıza Paşa Hükümetinin İçişleri Bakanı ve Cemal Paşa’nın temiz olduğuna birçok kez tanıklık ettiği Damat Şerif Paşa, Ferda gazetesinin, bu ağı saçan paçavranın, yurda serbestçe sokulmasına engel olunmaması için buyruklar vermişti. Bundan dolayı, Şerif Paşa’nın arkadaşı Cemal Paşa’nın, 3 Aralık 1919’da dikkatini çekmeyi gerekli bulduk.
SÖYLEV (1919-1927) ve DEMEÇLER (1928-1938) syf: 82-117