Baylar, Ferit Paşa Hükümetinin düştüğünü ve Ali Rıza Paşa’nın yeni hükümeti kurmakla görevlendirildiğini 2-3 Ekim 1919 günü yazdığım bir genelge ile bütün ulusa bildirdim. Bu genelgenin bir örneğini de bilgi edinilmesi için, yeni Sadrazama ulaştırdım. 2 Ekim günü, yeni hükümet başkanıyla, görüşmek istemiştik. Ertesi gün, Bakanlar Kurulunun toplantısı sırasında, Temsilciler Kurulu ile görüşeceklerine söz vermişlerdi. Bilginize sunduğum bu genelgede belli başlı noktalar şunlardı:
- Yeni Hükümet, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde kararlaştırılan ve saptanan örgütlere ve ulusal amaçlara saygı gösterirse, Ulusal Güçler ona yardımcı olacaktır.
- Yeni Hükümet, Mebuslar Meclisi toplanarak gerçekten denetleme işine başlayıncaya dek, ulusun yazgısı ile ilgili hiçbir yüküm altına girmeyecektir.
- Barış Konferansına atanacak delegeler, ulusun isteklerini gerçekten anlamış ve güvenini kazanmış bilgili ve güçlü kişilerden seçilecektir.
Bildiride; bu saydığım ilkelerin, yeni hükümetçe kabul edilmesinin önerileceği belirtildikten sonra, “Bu konuda başkaca düşündükleri varsa yarın öğleye değin tez elden bildirilmesi” istendi. 3 Ekim 1919 günü, Sadrazam Ali Rıza Paşa’ya yazdığım telyazısında, “Ulus, şimdiye dek başa geçenlerin, Anayasa’ya ve ulusal isteklere aykırı davranışlarından üzüntü duydu. Bundan dolayı yasal haklarını tanıtmak ve yazgısını yetkili ve güvenilir ellerde görmek için kesin kararını verdi. Gereken sağlam girişimlere başladı. Düzenli örgütlere bağlı Ulusal Güçler, ulusun kesin istencini, bütünüyle gösterme ve kanıtlama gücünü kazandı. Ulus, Padişahın güvendiği yüce kişiliğinizle yüksek arkadaşlarınızı, güç durumda bırakmak istemez. Tersine, yardımcı olmaya bütün içtenliğiyle hazırdır. Ancak hükümet üyeleri arasında Ferit Paşa ile işbirliği yapmış bakanların bulunuşu, yüksek hükümetinizin görüşleriyle, ulusal isteklerin uygunluk derecesini, büyük bir açık yüreklilikle anlamak zorunluluğunu doğurmuştur. Ulusa tam güven gelmeden, iyiliğe doğru atılmış olan adımın durdurulması ve yarım önlemlerle yetinilmesi uygun görülmemektedir. Bundan dolayı şu ilkelerin sizce, kabul edilip edilmeyeceğini kesin ve açık olarak anlamak isteriz.” dedik ve genelge dolayısıyla bildirdiğim üç ilkeyi saydık. Daha sonra, “Bu temel noktalarda uyuşma olduğu anlaşıldıktan sonra, olağandışı durumun düzeltilmesi amacıyla, ikinci derecede kimi diyeceklerimizin de” bulunduğunu bildirdik. Ali Rıza Paşa, bugün, ant içmek üzere Saray’a gideceklerinden telyazımıza, yarın yanıt verileceği bildirildi.
Biz, bu davranışlardan, Ali Rıza Paşa Hükümetinde, bir duraksama, bu hükümette bulunan kişilerin de kafalarında bir bulanıklık sezer gibi olduk. Onun için kimi önlemler almayı uygun gördük. Aynı gün, bir genelge yazdık. Bunda, “Hükümet ile ulus arasında, görüş ve istek yönünden uyuşma sağlandığı, genelge ile bildirilinceye dek, resmî yazışmanın eskisi gibi kesilmiş bir durumda bulundurulması” gerektiğini bildirdik. Bundan başka, her yerden gelen öneri ve düşünceleri birleştirerek bütün kolordu komutanlarına ve ulusal eyleme yardımcı olan valilere de 3 Ekim günü, kimi gizli bildirimlerde bulunduk. Yeni hükümet ile ilk yazışmalarımızı gös teren bu belgeleri, olduğu gibi, yüksek görüşlerinize sunmayı -bundan sonraki- yazışmalarımızın ve ilişkilerin kolaylıkla anlaşılabilmesi için uygun görüyorum. İzin verir misiniz?
(Atatürk, Söylev’in bu bölümünde 3 Ekim 1919’da Kolordu Komutanlıklarına, Valiliklere, bağımsız mutasarrıflara, Ali Fuat Paşa’ya ve Refet Beye göndermiş olduğu üç farklı tele yer vermekte ve bu telyazılarda, sivil ve askeri görevlere atanacak kişiler hakkında İstanbul Hükümetine telyazılar çekilmesini ve gelecek yanıtlar hakkında kendisine bilgi verilmesini istediğini bildirmektedir. 4 Ekimde Ali Rıza Paşa’dan gelen bir telyazıda, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararların bildirilmesinin istendiğini belirten Atatürk, sözlerini şöyle sürdürmektedir:)
Sadrazam Paşa ve sayın arkadaşlarının –içlerinde, biraz sonra görüleceği gibi, Ulusal Güçlerin delegesi olarak hükümete girdiğini bildiren Cemal Paşa bulunmasına rağmen- hükümeti kurdukları güne değin, ulusal amaçların neler olduğunu bilmediklerini söylemeleri şaşılacak iş değil midir? Bundan daha çok dikkati çeken nokta, ulusal isteklere uyup uymamak konusunda karar verebilmek için, her şeyden önce, Kongrelerin kararlarını istemeleridir. Oysa bu denli gürültü doğuran ve uygulanması kendilerinden önceki hükümetin düşmesi sonucunu veren Kongre kararlarını bilmemeleri düşünülebilir miydi? Amaçlarının zaman kazanmak ve bize karşı hiçbir yüklemeye girmeksizin, yeni ve şeytanca önlemlerle ulusu aldatarak kurulmuş olan dayanışmayı ve bağlantıyı gevşetmek olduğuna hiç kuşku etmedim. Ama bozuşma olacaksa, ben de her şeyden önce onların içlerinde sakladıklarını ulus önünde belirtecek bir yol tutmayı yeğledim. Bundan dolayı, Sadrazamın ve sayın arkadaşlarının isteklerini yerine getirdim. 4 Ekim 1919 günlü telyazısı ile Kongre bildirisini, olduğu gibi ve tüzüğün yalnız örgütle ilgili temel noktalarını da özet olarak bildirdim. Hiçbir yerden resmî yazışmalara girişilmemesi için yeniden genel bildirimler yapıldı.
Baylar, o gün şöyle bir tel aldık:
(4 Ekim tarihli, başlıksız ve imzasız bu telde, ülkede yaşanacak ikiliğin yabancı devletlerin yararına olacağı belirtilmekte ve tehlikeli sonuçların oluşmasına karşı tedirginlik duyulduğu anlatılmaktadır. Bu nedenle, yapılacak seçimde, Mustafa Kemal Paşa’dan, el konulan resmî dairelerin boşaltılması ve milletvekili seçimlerinde halkın özgür bırakılması için söz vermesi istenmektedir:)
Sayın Baylar, dikkat edilirse, bu telyazısında ne adres vardır ne de imza… Sadrazamlık katından yazıldığı anlaşılıyordu. Fakat başka bir şey daha anlaşılıyordu ki bu satırları yazan kişi ya da kişiler bir defa, Temsilciler Kurulunu tanımak ve onunla imzalı olarak resmî yazışma ve görüşmelerde bulunmak istemiyorlardı. Bir de bizim, Kongrelerde aldığımız kararla rın ve kendilerine önerdiğimiz üç noktanın dikkate alınmasını, yeni Hükümetin Sadrazamı ve bakanları olağan buluyorlar. Bu karar ve ilkelerin sağlanmasına çalışmakta olduklarını söylüyorlar. Ancak, Hükümetin kılavuzu yasa kararlarıdır. Görevi, aykırı durumları önleyip ortadan kaldırmaktır, gibi bir başlangıçtan sonra, bizim durumumuzun ve davranışlarımızın olağandışı ve yasaya aykırı olduğuna dokundurarak bu durum sürüp giderse, merkezle Anadolu’nun birbirinden ayrılığı sonucunu vereceğini bildirip bundan doğacak tehlikeleri sayıyor ve sonunda baklayı ağzından çıkararak; Sizin el koyduğunuz resmî dairelerin boşaltılacağına, hükümet işlerindeki kesikliğin giderileceğine ve hükümet erkine saygı gösterileceğine, yabancılarla siyasal ilişkilere girişilmeyeceğine, milletvekili seçimlerinde halkın özgürlüğüne hiç dokunulmayacağına söz vermemizi isteyerek, bizim varlığımızı ve çalışmalarımızı ortadan kaldırmak amacında olduğunu anlatmış bulunuyor.
Baylar, belki unuturum, ayrıntılara geçmeden önce söylemeliyim ki bizim el koyduğumuz resmî daire yoktu. Yalnız Sivas Valiliği, Temsilciler Kurulunu okulların tatil bulunması dolayısıyla lisede konuklamıştı. Söz konusu edilmek istenilen resmî daire bu olacaktı. Yeni hükümet her türlü yürütümüne başlangıç olmak üzere Temsilciler Kurulunu buradan kovarak, onun erkini ve onurunu kamunun gözü önünde kırmak istiyordu.
Sivas’taki Kongre Merkezince, kimin tarafından yazıldığı belirsiz olan bu telgrafın kabul edilmediğine ilişkin, İstanbul Merkez Müdürlüğüne telyazısı yazılmış ve ardından bu telin kimin tarafından hangi makama gönderildiği saptanmaya çalışılmıştır.)
Baylar, ertesi gün yani 5 Ekim 1919 günü, imzasız telin, Sadrazam tarafından, Temsilciler Kuruluna yazıldığı ve o kurulun teline yanıt olduğu söylendi. Bunu resmî olarak saptayan, resmî ve imzalı bir bildirme olmamakla birlikte, biz böyle küçük bir noktada daha çok durmayı yararlı ve uygun görmedik. Sadrazam Paşa’ya yanıt yazmayı uygun bulduk. 5 Ekimde yazdığımız uzun yanıtın temel noktalarını özetleyeyim: Önerilerimizin tümünün uygun görülüp kabul edilmiş olduğu anlaşıldı, dedikten sonra, bizim söz vermemizi istedikleri noktalar üzerinde açıklama yaptık ve dedik ki: “Olağandışı ve yasaya aykırı durumların etkeni ve yaratıcısı Ferit Paşa Hükümeti idi. Ferit Paşa Hükümetinin yaptığı yasal olmayan eylem ve davranışların doğurduğu sonuçların kaldırılması için sizler kesin önlem alırsanız, bu durum kendiliğinden ortadan kalkar.” “Derneğimizin, şimdiki hükümete karşı yüküm altına girmesi ve desteklemesi için önce, hükümetin ulusal örgütlerimizi iyi karşıladığını açık ve kesin bir dille söylemesi gerekir. Yoksa karşılıklı güven ve yakınlığın doğduğu kuşkulu kalacak ve karşıt davranış ve girişimlerin belirmesi beklenecektir.”
Ali Rıza Paşa’nın imzasız telyazısındaki, “Ülkemizde, meşrutiyet yöntemi gereğince, ulusal egemenliğin yürürlükte olduğu” noktasına da “Gerçekten öyle ise de Mebuslar Meclisinin dağıtıldığı günden sonra, dört ay içinde toplanması Anayasa’mızın açık kararlarından iken, bugüne değin temel seçim defterleri bile düzenlenmemiştir. Bu davranış, Ferit Paşa Hükümetinin açıktan açığa meşrutiyeti vurması ve Anayasa’ya kesin saldırısı demektir ve Ceza Yasası’nın özel maddesine göre ağır bir suç sayılarak bu suçu işleyenlere yasa kararlarının eksiksiz uygulanması, ulusal egemenliği kabul eden ve yasa kararlarının uygulanmasını kendisi için yasal bir ödev sayan her yasal hükümetin, ilk kutsal görevidir.” diye yanıt verdik. Ondan sonra şu önerileri ileri sürmeye başladık:
- Yurtta esenlik ve güvenlik olduğunu ve ulusal isteklerin yüzde yüz haklı ve yasal olduğunu resmî bir bildiri ile açıklayarak ulusun genel birliğine hükümetin de katıldığını gösteriniz.
- Düşük hükümetin haince davranışlarına alet olmuş bulunan birtakım yüksek memurlar vardır. Onları ilgili mahkemelere veriniz. Ulusal eyleme engel olan kimi eski valilerin devlet hizmetinde kullanılmamaları için gerekli işlemi yapınız. Ulusal eyleme hizmet ettikleri için çıkarılanları eski görevlerine atayınız.
- Önceki rütbeleriyle göreve alınmaları Mebuslar Meclisinin onayından geçmemiş olan ve çalıştırılmamalarının tek nedeni birtakım kötü siyasal düşüncelerden başka bir şey olmayan emeklileri, hemen eski durumlarına getiriniz. Önemli askerî görevleri yetkili ellere veriniz.
- Eski bakanlardan Ali Kemal ve Âdil Beylerle Süleyman Şefik Paşa’nın, Mebuslar Meclisi açılınca Yüce Divana verilmek üzere, hiçbir yere kaçmalarına meydan bırakılmamasını; Posta ve Telgraf Genel Müdürü Refik Halit Bey’in hemen tutuklanarak ilgili mahkemeye verilmesini; yasanın dokunulmazlığı ve ulusal hakların kutsallığı adına isteriz.
- Ulusal eyleme katılmış ya da ulusal eylemi desteklemiş olanlara karşı başlanan kovuşturma ve baskılara son veriniz.
- Basını yabancı sansüründen kurtarınız.
İşte Baylar, özet olarak saydığım bu noktalarla ilgili düşünce ve önerilerden sonra telimizi şöyle bitirdik:
Bilginize sunduğumuz şeylere ve ileri sürdüğümüz önerilere ulusu inandıracak açık ve uygun yanıt verilinceye dek, ulusal amaçları gerçekleştirmek için, ulusça alınmış olan eylemli önlemlerin, eskisi gibi sürdürülmesinin zorunlu olacağını, bütün illerle bağımsız sancaklardan ve bunlara bağlı yerlerden aldığımız kararlar üzerine tam kesinlikle bildiririz.
İmza: Anadolu ve Rumeli Hakları Savunma Derneği Temsilciler Kurulu adına
Mustafa Kemal
Baylar, İstanbul’la iletişim biter bitmez, şu genelge ile ülkeye durumu bildirdim:
5.10.1919
Genelge
Belediyelere ve Basına
Sadrazam Paşa Hazretleri Erzurum ve Sivas Kongrelerindeki temel kararları ve ulusal örgütlerin isteklerini yerinde görüyorlarsa da düşüncelerinde açıklanması gerekli kimi yönler bulunduğundan, hükümetle ulusun gerçekten anlaşmasının sağlanması amacıyla ve bütün merkezlerden alınan düşüncelerin özüne dayanılarak verilen yanıt ve ileri sürülen öneriler, aşağıda gösterilmiştir. Kamuoyuna bildirilir. Gelecek yanıt ve ona göre alınacak kararlar da hemen bildirilecektir.
Anadolu ve Rumeli Hakları Savunma Derneği
Temsilciler Kurulu adına,
Mustafa Kemal
Baylar, Ali Rıza Paşa Hükümetinin iş başına geçtiğinin beşinci gününe geldik. Daha da anlaşamıyoruz. Ülkenin, İstanbul ile olan resmî yazışması ve resmî ilişkisi kopmuş durumda sürüp gidiyor. Sadrazam Paşa Hazretleri, önerilerimize karşılık vermiyor ve hiçbir zaman da vermemiş olduğunu göreceksiniz. Hükümet üyelerinden hiç kimse, bizimle görüşmek istemiyor. Bugün, yani 6 Ekim 1919 günü, Yunus Nadi Bey arkadaşımız, Milli Savunma Bakanı olan Cemal Paşa’yı, çağrısı üzerine, dairesinde ziyarete gitmiş. Cemal Paşa, Yunus Nadi Bey’e durumdan, özellikle Hükümetle Temsilciler Kurulu arasında, daha anlaşmaya varılamadığından söz açmış ve anlaşıldığına göre, bizi haksız göstermiş ve kendilerinin her şeyi kabule ve uygulamaya hazır bulunduklarını anlatmış ve her halde anlaşmazlık çıkaran ve bunda direnen yanın, Temsilciler Kurulu olduğunu söylemiş; belki de Yunus Nadi Bey’in bizimle yakından tanışıklığı dolayısıyla, arabuluculuk yapmasını önermiş olacak. Yunus Nadi Bey, bu arabuluculuk isteğini kıvançla kabul etmiş; yalnız Yunus Nadi Bey’in, Cemal Paşa’nın verdiği bilgiyi temel ve gerçek olarak aldığı ve durumu ona göre yorumladığı şimdi sözünü edeceğim telyazısından anlaşılmaktaydı.
(Bu telyazısı, Yunus Nadi Bey’in Hükümet ile Temsilciler Kurulu arasında görünüşte de olsa anlaşmayı sağlaması bakımından önemlidir. Yunus Nadi, bu görüşmede Mustafa Kemal’e anlaşma sağlamak gerektiğinden söz etmiş ve kimi dileklerde bulunmuştur. Görüşme Yunus Nadi’nin ilk sorun olarak gördüğü şu düşünceleriyle sürmüştür.)
- Ferit Paşa Hükümetinde bulunmuş olan kimi kişilerin, bu hükümete katılmalarından dolayı kötü gözle görülmelerinin doğru olmadığını ve Abuk Paşa’nın, Ferit Paşa Hükümetinin düşürülmesinde rol oynadığını,
- Rıza Paşa Hükümetinin, geçiş dönemi hükümeti olduğunu, yaşamının milletvekili seçimleri sonuna dek sürebileceğini,
- Şimdiki Hükümetin, ulusal isteklerin tümünü iyi karşılamak ve iyi sonuçlanmasına çalışmak konusunda en ufak bir kuşkuya yer vermemekte olduğunu söylediler ve
- Özelikle, Cemal ve Abuk Paşalar gibi kişilerin, hükümette ulusal örgütlerin birer delegesi ve kefili gibi görülmelerinde duraksamaya yer yoktur, yargısına vardılar.
İkinci sorun olarak da Yunus Nadi Bey, kişilerle ilgili yöne dokundular; bunda bizimle tam duygu birliğinde olmakla birlikte: “Biraz ılımlı davranmayı salık vermeye cesaret edeceğim.” dedi ve görüşünü, ulusal başarının sağladığı iyi etkilerin, kimilerince öç alma olarak yorumlanıp lekelenmekten korunmasının önemli olduğu sözleriyle açıkladı. Yunus Nadi Bey: “Şimdiki hükümetin ileri gelenleriyle yaptığım görüşmelerden, ulusal örgütün isteklerinin tümünü yerine getirmeye ve yürütmeye kararlı oldukları anlaşılıyor” dedikten sonra, şu bilgiyi verdi: “Milli Savunma Bakanı Cemal Paşa, bugün yayımlanacak bildiride, bu yönün yeterince belirtilmiş olduğunu ve ancak bildiri, hükümetin resmî diliyle yazıldığına göre, her yön dikkate alınılarak yazılmış olduğunu, göstermelik birkaç sözcüğe önem verilmemesi gerektiğini söyledi.” Yunus Nadi Bey, yeni Sadrazamın ve hükümetinin –her türlü yanlış anlamayı ortadan kaldırmak için- ulusal örgütlerin ileri gelenlerinin göstereceği bir kurulla, doğrudan doğruya görüşmek konusundaki gönülden isteğini bildirdikten sonra, bütün düşüncelerini şu cümle ile özetledi: “Şimdi benim en önemli saydığım yön, bunalımın geçmemiş olması ve karışık durumda sürüp gitmemesidir.”
Yunus Nadi Bey, düşüncemi beklediğini söylediği için ben de şu yanıtı verdim:
(Atatürk burada, Yunus Nadi ile yaptığı yazışmalara yer vermekte ve kendisine bazı konularda yanlış bilgilendirildiğini açıkladıktan sonra sözlerini şöyle sürdürmektedir:)
Baylar, Yunus Nadi Bey, verdiğim bilgilerden ve yaptığım açıklamalardan gerçek durumu anladı. Bizimle yazışmayı sürdürmeye gereklilik görmedi. Tersine, yeni hükümeti ve özellikle Cemal Paşa’yı uyarmaya çalışmış… Gerçekten, anlayacağım üzere, görünüşte olsun bir uzlaşma durumu ve görünümü belirdi.
Baylar, 6 Ekim 1919 günü de geçti. Biz, alınmış olan önlemlerin önemle ve özenle yürütülmesi gereğini genelgeyle duyurduk.
(Atatürk, Söylev’in bu bölümünde, Yunus Nadi Bey ile yazışmalarının ertesi günü, bekledikleri yanıtın Sadrazam yerine Cemal Paşa’dan geldiğini ve bu yanıtta yurdun kurtarılması için elbirliğiyle çalışılacağının bildirildiğini açıklamaktadır. Bunun üzerine Atatürk de bu tele olumlu ve içten bir tel ile yanıt vermiş; Temsilciler Kurulunun, bundan sonra hükümetin gücünü ve erkini pekiştirmek amacıyla çalışacağını dile getirmiş ve sağlanan uzlaşma sonucunda, iletişim konusundaki kısıtlamaların kaldırılacağını, ancak hükümetin bildirimi yayımlamadan önce, olduğu gibi göndermesini ve ilgililere bildirimi yapabilmek için 48 saat süreye gereksinim olduğunu belirtmiştir. Temel konularda birlik sağlandığı anda, ayrıntılar konusundaki birliğin kendiliğinden sağlanacağını belirten Atatürk, Hükümetin, Temsilciler Kurulunun yurdun kurtuluşu için çalıştığına güvenmesi konusunda da ricada bulunmuştur.)
Cemal Paşa, bu telyazımıza o gece yanıt verdi. Bunda “Bildiriyi çabuk yayımlamanın zorunlu olduğunu, ancak gerekli noktalara dikkat olunduğunu” bildiriyordu. Biz de aynı gecede incelik gereği, yanıt verdik. Ancak Baylar, hükümetin bildirisini yayımlamadan önce, bize göstermek istemediği anlaşılınca, biz de ulusa olan bildirimizi, onlara danışmadan yayımladık ve Padişaha yazılan teli de öylece çektik. Baylar, 7 Ekim 1919 günlü olan bildirimiz; ulusu, yürüdüğümüz yolun doğru ve başarıya ulaştırıcı olduğu ve bugüne dek olduğu gibi, tutulan yolda birliği koruyarak yürünmesi gerektiği konusunda, dolaylı olarak aydınlatıp uyarmaya ve yürek gücünü artırmaya yardım etmek amaçlarını güdüyordu. Padişaha yazılan tel de ulus adına teşekkürü kapsıyordu.
Baylar, söz arasında küçük bir bilgi vereceğim. Kurulumuz, bütün yurda, ortak ulusal amacın gerektirdiği işleri yaptırmaya çalıştığı sırada, düşman elinde bulunan İzmir’e de doğrudan doğruya bildirimler yapıyordu. Ali Rıza Paşa Hükümetiyle anlaşmakta olduğumuz 7 Ekim 1919 tarihinde, İzmir’e de şu teli çekiyorduk.
İvedidir Sivas, 7 Ekim 1919
İzmir Valiliği Yüksek Katına
Şimdiye dek yapılan bildirimler ulaşarak gereği yapılmakta olup olmadığının, ulaşmamış ise ne gibi engeller bulunduğunun tezlikle bildirilmesi rica olunur.
Anadolu ve Rumeli Hakları
Savunma Derneği Temsilciler Kurulu adına
Mustafa Kemal
İzmir’in ve İzmir Valisinin hangi koşullar içinde bulunduğunu, kuşkusuz biliyorduk. Bildirimlerimizi alıp alamayacağı kuşkulu olsa bile, uygulayamayacağı besbelliydi. Ancak biz, bütün yurdun alınyazısıyla uğraşan ve düşmanın yurda girişini tanımayan bir güç merkezi bulunduğunu düşmanlarımıza da bildirmekte yarar görüyorduk.
(Atatürk, içinde bulunulan sorunları vurgularken, ‘küçük bir nokta’ diye tanımladığı bir ayrıntıya da yer verir. Bu, Karabekir Paşa’nın, Atatürk ve Rauf Bey gibi etkin kişilerin İstanbul’daki hükümete katılmak yerine denetsel ve gözlemci bir konumda kalmalarına yönelik önerisidir. Bu öneriye olumlu bakmayan Atatürk, görevlerinin öncelikle ülkede ulusal örgütler kurmak, sonra da gücünü bu örgütlerden alan Mecliste çalışmak olduğunu dile getirmekte ve doğru olanın ‘ulusun çoğunluğunu temsil eden ve özel amacı belli olan partinin, hükümeti kurma sorumluluğunu üzerine alması ve kendi amaç ve ilkelerini yurtta uygulaması’ olduğunu düşünmektedir. Atatürk daha sonra, TBMM açılıp da hükümet kurulurken, Karabekir Paşa’nın da hükümet başkanlığına eğilimli olduğunu, Fevzi Paşa’nın aracılığında Karabekir Paşa ve Fethi Bey arasında bir tercih noktasına gelindiğini ve yapılan görüşmeler sonucunda Fethi Bey üzerinde anlaşma sağlanınca Fethi Bey kabinesi kurulduğunu anlatarak, sözlerini şöyle sürdürür:)
Baylar, Ali Rıza Paşa Hükümeti ile başladığımız görüşme noktasına gelelim: Söylemiştim ki hükümet, bize, bildirisini yayımlamadan önce vermediği için, biz de ulusa olan bildirimizi, hükümetin düşüncesini almadan yayımlamıştık. Bunun üzerine, Hükümet, Cemal Paşa aracılığıyla daha dört maddenin türlü araçlarla yayılmasını gerekli görmekte olduğunu, 9 Ekimde bildirdi. Bu maddeler, şunlardı:
- İttihatçılıkla ilişki bulunmadığı,
- Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşına karışmasının doğru olmadığı ve savaşa sürükleyenlere karşı adları açıklanarak, kimi yayımlar yapılması ve kendilerinin yasa yoluyla kovuşturulup cezalandırılmaları,
- Savaş sırasında her türlü ağır suçları işleyenlerin yasaya göre cezalanmaktan kurtulamayacakları,
- Seçimlerin serbest yapılacağı.
Cemal Paşa, bu maddeleri saydıktan sonra, bunların açıklanması ve yayılmasının, içerde ve dışarıda birtakım yanlış anlamaların önüne geçeceğinden söz açarak ülkenin yüksek çıkarları gereği olarak özellikle iyi karşılanmasını rica ediyordu.
Baylar, Ali Rıza Paşa Hükümetinin, ne denli yetersiz ve cılız düşündüğünü ve gerçeği görmekteki kısa görüşlülüğünü anlamak için, bu maddeler sanki birer ölçüdür. Devletin, içine düştüğü dağılış çıkmazının derinliğini ve korkunçluğunu göremeyen zavallılar, elbette gerçek ve güvenilir çözümü görmemek için gözlerini yumarlar. Çünkü o gerçek ve güvenilir çözüm, kendilerini daha çok korkutur. Akıl ve anlayışlarındaki sınırlılık, yaratılış ve karakterlerindeki gevşeme ve duraksama gereği böyledir. Çoktan köle olduğuna kuşku kalmamış olması gereken Padişah ve Halifenin, köleliği ile kazanılabilecek iktidarın, iktidarsızlığa örnek olması olağan değil midir? Ferit Paşa’nın yerine geçen Ali Rıza Paşa ve önceki hükümetten kalan ve hükümete yeni giren çalışma arkadaşları, aslında Ferit Paşa’nın bıraktığı yerden başlayarak, onun gerçekleştiremediği yabancı isteklerini izleyip sonuçlandırmaktan başka, ne yapabileceklerdi? Bu, bizce, açık olarak biliniyordu. Ama kolayca kestirip kavrayabileceğiniz birçok nedenlerden ve düşüncelerden dolayı, sabırlı ve dayanıklı davranmaktan başka başarı yolu yoktu.
Baylar, uzlaşmış görünmeyi uygun bulduğumuz bu yeni hükümetle, bizim görüşlerimiz arasındaki uyuşmazlığın gelişen başlangıcını görmek için, bu dört madde ile ilgili düşüncelerimizi kapsayan yanıtımızı, Büyük Millet Meclisi tutanaklarının ilk günlerle ilgili sayfalarında, bir kez daha gözden geçirmek iyiliğinde bulunursunuz.
Baylar, bu günlerde İstanbul’daki basın ilgilileri, bir dernek kurmuşlar ve Tasviri Efkâr, Vakit, Akşam, Türk Dünyası ve İstiklâl gazeteleri adına, 9 Ekimde, kimi sorular soruyorlar ve bu konuda yapacakları yayına temel olacak görüşlerin bildirilmesini istiyorlardı. Bunlara, gereken konu ve bilgiler verildi. Bu basın kurulunun başkanı olan Velit Bey’in de kendi gazetesi adına dikkate değer soruları içine alan bir teli vardı. Ona da yaverim aracılığıyla yanıt verdirdim. Bunları belgeler arasında okuyacaksınız.
Baylar, yeni hükümete girmiş olan ve Temsilciler Kurulunun delegesi durumunda bulunan Cemal Paşa ile yapılan yazışmaların anlatılması, yüksek topluluğunuza, İçişleri Bakanlığı makamını ele geçirmiş olan Damat Mehmet Şerif Paşa’dan söz açmayı geciktirdi. Biz, yeni hükümet ile uzlaşma yolu ararken Şerif Paşa, çoktan ulusu zehirlemeye başlamış bulunuyordu. Bakanlığa geçtiğini ilk bildiren 2 Ekim günlü genelgesinde yer alan şeyler anımsanırsa, orada, şu cümlelere rastlanır: “Yurttaşların tam uzlaşmış ve birleşik durumda bulunması, devletin gerçek çıkarları için gerekli olduğu halde, bir süredir, yurt içinde uyuşmazlık ve bölünme belirtileri görülmesi, güçlükleri bir kat daha artırması dolayısıyla, pek çok acınacak bir durumdur.” “…….. başarı ……… hükümetin isteklerine uymakla; yurt yararına aykırı davranışlardan kaçınmakla sağlanabileceğinden, hemen merkezlere ve onlara bağlı yerlere bu yolda öğütlemelerde bulununuz.”
(Şerif Paşa’nın acemi davranışlar sergilediğini anlatan Atatürk, sözlerini şöyle sürdürüyor.)
Bir de Baylar, hükümetin İçişleri Bakanı Mehmet Şerif imzasıyla yayımlanan bildirinin birkaç noktasına hep birlikte göz gezdirelim. “Şimdiki bakanlar kurulu bağdaşıktır.” Çok doğrudur. Bu yön bütünüyle açığa çıkacaktır. “Temel ilkelerde düşünce birliğindedir. Hiçbir partiden değildir. Türlü siyasal grupların hiçbirine de eğilimi yoktur. Hepsinden tinsel yardım bekliyor.” Bu cümlelerden çıkan anlam açıktır. Hükümet, ulusal örgütler ve onu yöneten Temsilciler Kurulu ile birlik değildir. Üstelik buna eğilimi bile yoktur. Anlaşma ve Hürriyet Partisinden, İngiliz Dostları Derneğinden, Kızıl Hançercilerden, Nigehbancılardan, bunlara benzer derneklerden ne ölçüde yardım bekliyorsa bizden de ancak o ölçüde… Cemal Paşa aracılığıyla bizi oyalamak ve aldatmak için gelen tellerde sözü edilen şeyler hep yalandır. Sonra Baylar, şu cümleyi okuyalım: “Yurt yazgısına, ulusun vekilleri aracılığıyla yön verilmesi, isteklerimizin en başta gelenidir.” Bundan çıkan anlam da şudur: Sivas’ta birkaç kişi toplanmış, ulus adına konuşuyor, ulusun yazgısıyla ilgileniyor. Temsilciler Kurulu diye bir ad takınarak ulusun ve yurdun işlerine –görevleri olmadığı halde- karışıyorlar. Bunların sözünü dinlemeyiniz. Çünkü bunlar ulusun vekili değildir!
Hükümet, bu bildiride, barış üzerindeki görüşünü de şöylece açıklıyor: “Vilson ilkelerinden gereği gibi yararlanılarak, Osmanlı Devleti’nin birlik halinde ve padişahına bağlı, bağımsız bir devlet olarak yaşatılması için hiçbir girişimden geri durulmayacaktır.” Yeni hükümet, bu görüşlerini başarabileceği görüşünü desteklemek üzere şunları söylüyor: “Aslında büyük devletlerin adaletli duyguları ve gerçekten gittikçe belirmekte olan Avrupa ve Amerika kamuoyunun ılımlı davranma isteği, bu konuda güven vermektedir.” Baylar, bütün bu düşünceler, Ferit Paşa Hükümetinin Padişah ağzı ile yayımladığı bildirinin harfi harfine benzeri değil midir? Bu biçim bildiriler yayımlamanın amacı, ulusu aldatmak ve uyuşukluğa sürüklemek değil midir? Hangi adaletten söz ediliyor? Hangi ılımlı davranma isteğinden dem vuruluyor? Bunların asılları var mıydı? Ülkenin merkezinden başlayarak her yerde yabancıların davranışları, gerçekte bunun tersini ortaya koyacak eylemli ve seçik kanıtlar değil miydi? Gerçekte Vilson; ilkeleriyle birlikte, ortadan çekilmiş ve Osmanlı ülkesinin Suriye’de, Filistin’de, Irak’ta, İzmir’de, Adana’da ve her yerde düşmanlarca ele geçirilmesine ilgisiz kalmıyor muydu? Bunca kesin dağılış belirtileri karşısında, aklı, anlayışı, vicdanı olan adamların kendilerini aldatmaları düşünülebilir mi? Bu gibi adamlar, doğrusu kendilerini aldatacak kadar enayi olurlarsa onların yurdun yazgısını yönetmelerine, aklı eren, gerçeği ve acıklı durumu gören kişiler dayanabilirler mi? Eğer bu adamlar, gerçeği biliyor ve kendilerini aldatmıyorlarsa, bunların ulusu aldatarak koyun sürüsü gibi düşmanın pençesine bırakmaya canla başla çalışmalarına ne anlam verilebilir? Bu yönler düşünülerek yargıya varılmasını kamuoyuna bırakırım.
Baylar, hükümetin bildirisi, yersiz ve kapsadığı düşünceler yanlış olduğu halde, biz Temsilciler Kurulu adına aynı gün, 7 Ekim günü, yeni hükümeti desteklemeye karar veriyoruz. Yeni hükümet ile ulusal amaçlar arasında tam uzlaşma olduğunu ulusa muştuluyoruz ve her yerde hükümet işlerine kesinlikle karışılmamasını sağlayacak ve hükümetin erkini ve yürütümünü berkitecek önlemler alıyoruz. İçeride ve dışarıda, tam birlik olduğunu eylemle kanıtlayacak biçimde davranıyoruz. Kısacası, ülkenin esenliğini sağlamayı temiz yürek ve içtenlikle düşünenlerin, akılca ve vicdanca yapmak zorunda oldukları –akla gelebilen- her şeyi yapmaya çalışıyoruz. Bir an önce milletvekillerinin seçimini sağlamak için özendirmelerde ve öğütlemelerde bulunuyoruz. Yalnız bir şey yapmıyoruz. Ulusal örgütleri kaldırmıyoruz ve Temsilciler Kurulunu dağıtmıyoruz. Biricik suçumuz budur.
Damat Ferit Paşa’dan sonra, başka bir Damat Paşa’nın çevresinde, sadrazam diye, bakan diye toplanmış birtakım beyinsizleri, alçak bir Padişahın alçakça düşüncelerini kolaylıkla uygulamakta serbest bırakmayacağımızı sezdiriyoruz. Delegemiz Cemal Paşa, bizim, hükümete karşı iyi niyet ve güven göstermemizi sağlamak için her yola başvurmaktan geri durmuyor. Ahmet İzzet Paşa’ya da hükümeti övdürerek varlığımızın silinmesi gereği üzerine öğütler verdiriyordu.
(Atatürk bu noktada, Ahmet İzzet Paşa’nın Cemal Paşa aracılığıyla gönderdiği öğüt teli ile kendisinin buna verdiği yumuşak yanıta yer vermekte ve bir gün Ahmet İzzet Paşa’yı ziyaret eden Ali Rıza Paşa’nın “Cumhuriyet yapacaklar, cumhuriyet!” diye bağırdığını anımsatarak, Paşanın, ulusal savaşımın cumhuriyet kurma amacı güttüğünü bu denli çabuk kavramasını beğenmemenin olanaksız olduğunu belirterek, konuşmasını şöyle sürdürmektedir:)
Baylar, Cemal Paşa 9 Ekim 1919 günlü bir gizli telle, Temsilciler Kurulu ile yakından görüşmek üzere, Donanma Bakanı Salih Paşa’nın yola çıkmasının uygun görülmekte olduğunu bildirdi. Ama Salih Paşa, biraz rahatsız olduğu için görüşme yerinin olabildiğince yakın olması ve İstanbul’dan deniz yoluyla gitmesinin düşünüldüğü belirtildikten sonra, Temsilciler Kurulundan kimlerle ve nerede buluşmalarının tasarlandığı soruldu. 10 Ekimde verdiğimiz yanıtta, buluşma yeri olarak Amasya’yı bildirdik. Görüşmek üzere, Temsilciler Kurulundan benimle birlikte Rauf ve Bekir Sami Beyler gidecekti. Bunu da bildirdik. Salih Paşa’nın İstanbul’dan hangi gün ayrılacağının ve Amasya’ya hangi gün ulaşabileceğinin zamanında bildirilmesini rica ettik.
Baylar, ülkenin her yerinde, ulusal örgütleri genişletme ve sağlamlaştırma işlerini sürdürüyorduk. Bir yandan da milletvekilleri seçimini sağlamaya ve çabuklaştırmaya çalışıyor, bu konudaki görüşlerimizi de gerekenlere bildiriyor ve kimi kişilerin seçilmesini de öğütlüyorduk. Ancak Dernek adına, aday göstermemeyi ilke olarak kabul etmekle birlikte, milletvekili olmak için çalışanların, Anadolu ve Rumeli’nin Haklarını Savunma Dernekleri ilkelerini ve kararlarını iyi karşılamış kişilerden olmasını, pek çok istiyor ve bu gibi kimselerin, kendiliklerinden dernek adına adaylıklarını koymaları gereğini de duyuruyorduk. 11 Ekim 1919 günü, bu bildirdiğim işlerle ilgili olarak, yeniden kimi buyruklar verdik.
(Atatürk, Söylev’in bu bölümünde, Askerî Gözcü Derneği adıyla İstanbul’da kurulan bozguncu bir örgütten söz etmekte; bu sorunun çözümü için Cemal Paşa’ya uyarıda bulunduğunu ve kendisinden olumlu yanıt almasına karşın, gelişmeler hakkında bir daha bilgi sahibi olamadığını anlatarak, konuşmasını şöyle sürdürmektedir:)
Baylar, anımsarsınız, İngilizler Merzifon’u ve arkasından Samsun’u boşaltmışlardı. Bu nedenle ve Ferit Paşa Hükümetinin düşmesi üzerine, Sivas halkı fener alayı yaptı, gösterilerde bulundu. Birtakım söylevler verildi. Bu sırada halk da “Kahrolsun işgal!” diye bağırdılar. Sivas’ta çıkmakta olan İrade-i Milliye41 gazetesi, bu olayı olduğu gibi yazdı. İçişleri Bakanı Damat Şerif Paşa, bu gazetenin haberini söz konusu ederek Sivas Valiliğine yaptığı bir bildirimde, “Kahrolsun işgal!” gibi yazılar, hükümetin şimdiki politikasına uygun değildir, diyordu. Bu ne demektir, Baylar? Hükümet, düşmanların yurdumuza girişini kötü görmeyen bir siyaset mi güdüyordu? Yoksa kahrolsun işgal dedikçe, ülkenin daha çok işgaline mi yol açılacaktı? Düşmanın yurda girişi ve saldırılar karşısında ulusun durup susması, bundan üzülmüş görünmemesi mi akla ve siyasete uygundu? Böyle bozuk ve bilinçsiz bir düşünce, batış ve dağılış uçurumuna dek tekmelenmiş bir devleti kurtarabilecek siyasete temel olabilir miydi?
İşte bunun üzerine, 13 Ekim 1919’da, Milli Savunma Bakanı Cemal Paşa’ya çektiğim bir telde; “Yurdun kimi yerlerinin boşaltıldığını gören ulusun, böylece ve daha da belirgin olarak, duygusunu göstermesini pek uygun ve yerinde gördüğümüzü” ve: “Ulusun gerçek duygularına dayanarak hükümetin, haksız ele geçirişleri tanımadığını, resmî siyaset diliyle bildirmesini ve Ateşkes Antlaşması kararlarına aykırı olarak, düşmanların bugüne dek işlerimize karışmalarını protesto etmesini ve düzeltilme istemesini beklemekteyiz.” dedikten sonra, “Bu durumdan yararlanarak hükümetin güttüğü siyasette, Temsilciler Kurulunca, daha öğrenilmemiş yönler varsa aydınlatılmasını” rica ettim. Delegemiz ve Milli Savunma Bakanı olan Cemal Paşa’nın verdiği yanıt, çok ilgi çekicidir. 18 Ekim 1919 günlü olan bu yanıtta; şu cümlelerin anlamları dikkate değer. “Ulusal isteklere uygun olarak işleri yürütme sorumluluğunu yüklenen İstanbul Hükümeti, tutumunda ve yürütümünde siyasetin gereklerini kollamak, yabancılara karşı daha konukseverce ve ılımlıca davranmak zorunda”dır.
Baylar, Rıza Paşa Hükümeti ve o hükümette Milli Savunma Bakanı olan kişi; sevgili yurdumuza giren, süngülerini ulusun can evine saplayan yabancıları, konuk sayıyor ve onlara karşı konukseverce ve ılımlıca davranmakta zorunluluk görüyor! Bu ne düşüncedir, bu ne kafadır? Ulusal istekler bu muydu? Milli Savunma Bakanı, “Özellikle ulusal girişimlerin yanlış yorumlanması yolundaki çalışmaların daha güçten düşmediği şu sıralarda, bildirmiş olduğum sakıngan davranışların yersiz olmadığı kabul buyrulur.” inancında olduğunu söyleyerek, ulusal girişimlerin zarar vermiş olduğunu kapalıca anlatıyor ve bu yüzden doğan kötülüğü gidermek için aldığı önlemlerin yersiz olmadığını bize de kabul ettirmek ustalığını göstermeye çalışıyor. Milli Savunma Bakanı telyazısını şu cümle ile bitiriyor: “Erginliğini kanıtlamış olan soylu ulusumuzun güvenini kazanmış bulunan şimdiki hükümetin yürütümünde serbest kaldıkça, dışarıya karşı daha çok sözünü dinletebileceği açık bir gerçek olduğuna göre, Sayın Temsilciler Kurulundan, hükümetin yaptığı işleri daha çok destekleyici olmalarını rica ederim.”
Baylar, Cemal Paşa, gerçekten önemli noktalara değiniyor. Önce, ulusun erginliğini kanıtladığını söyleyerek bizim, ulus adına yol göstermemize ve uyarmalarımıza gereklik olmadığını anlatıyor ve bununla, bizi ulus yanında gereksiz birtakım karışıcılar sayıyor. İkincisi; bizim, hükümeti serbest bırakmadığımızı ve bu yüzden dışarıya karşı sözünü dinletmeye engel olduğumuzu söylüyor.
Baylar, soylu ulusumuzun erginliğini kanıtlayan eserler; Erzurum, Sivas Kongreleri ve bu kongrelerde aldığı kararlar ve bu kararların uygulanmasına çalışmakla, birlik ve dayanışma doğması ve Sivas Kongresini yapanları yok etmeye kalkışan Ferit Paşa Hükümetini devirmek gibi işler, davranışlar ve uyanıklılık idi. Bu kadarla yetinmek, bütün bu çalışma ve davranışlarda olduğu gibi bundan sonra da, ulusa yaptığımız kılavuzluk ödevinden vazgeçerek, hükümeti serbest bırakabilmek, ancak bir koşulla olabilirdi. O da özgür davrandığını kanıtlayacak, bir Millet Meclisine dayanan ulusal bir hükümetin, ülkenin ve ulusun yazgısını tam anlamıyla sağlama bağladığına inanmaktı. Ulusun “Kahrolsun işgal!” diye yükselen yakınma çığlığını boğmaya çalışan, duygusuz ve anlayışsız kimselerden kurulmuş, dokusunda bilinçsizlik ve hainlik bulunan bir hükümetin, böncesine, bilgisizcesine ve miskincesine davranışlarına seyirci kalmak; aklı, anlayışı ve yurtseverliği olan kimselerden istenebilir miydi?!
Bir de Baylar, Cemal Paşa: “Ulusun güvenini kazanmış bulunan şimdiki hükümet” sözleriyle pek büyük ve açık bir yalan söylüyordu. Ulusun hükümete güveni daha gerçekleşmemişti. Bu söz, ancak ve hiç olmazsa, Millet Meclisi önünde hükümetin güvenoyu almasından sonra söylenebilirdi. Oysa daha Millet Meclisinin üyeleri bile seçilmiş değildi. Milli Savunma Bakanı, bu sözü söylediği dakikada, yalnız bir kişinin güvenini kazanmış bulunuyordu. O kişi de devlet başkanlığını kirletmekte olan hain Vahdettin’di. Temsilciler Kurulunun kendileriyle uzlaşmayı gerekli görmüş olması, ulustan alınmış bir güven gibi sayılmak isteniyordu. Eğer amaçları bu idiyse, ulusun kendilerine güven aracı olan bu Kurulu aradan çıkarmaya çalışmak neden gerekli oluyordu?
Baylar, Ferit Paşa Hükümetinin düşmesi, yurtta kararsız görünen kimi yerlerin de duygusu ve iç gücü üzerinde iyi etki yaptı. Her yerde, yüksek sivil memurlarla üst komutanlar başta olmak üzere, örgütlenmeye hız verildi. Ali Fuat Paşa, batı illerinin hemen hepsi ile ilgilendi. Kendisi Eskişehir, Bilecik ve daha sonra Bursa dolaylarında dolaşarak ve gerekenlerle yazışarak iş görüyordu.
Balıkesir’de bulunan Albay Kâzım Bey (Meclis Başkanı Kâzım Paşa) o bölgede ulusal örgütler ve askerî düzenlemelerle ilgileniyor ve uğraşıyordu. Bursa’da Albay Bekir Sami Bey, 8 Ekimde, Ferit Paşa’nın adamı olan valiyi İstanbul’a göndererek Kongre kararlarını uygulatmaya başlamış ve bir merkez kurulu kurdurmuştu. Ulusal örgütlenme ile uğraşıldığı kadar, milletvekilleri seçimi ile de büyük ilgi ile uğraşılıyordu. Ülkede, bütün ulusal örgütlerin, tek ad altında, Temsilciler Kuruluna bağlılığı ilkesine uyuluyordu. Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar dolaylarında örgütlerin sağlamlaştırılması ve Aydın, Konya, Bursa, Balıkesir42 bölgelerinin bağlantılarının kolaylaştırılması için önlemler alınıyordu. Batı cepheleri üzerinde Milli Savunma Bakanlığının aydınlatılmasına ve hükümetçe ne gibi önlemler düşünüldüğü de sorularak hükümetin bu konuya ilgisinin çekilmesine çalışılıyordu.
Efelerce yönetilen Aydın Cephesi kesimlerine bir komutan gönderme konusu, düşünülmeye başlandı. 14 Ekimde düşman elindeki yerlerde, gizli ulusal örgütler kurulması için Fuat Paşa’ya ve Afyonkarahisar’da 23. Tümen Komutanı Ömer Lütfi Bey’e yazıldı. Bununla birlikte, bu sıralarda, kimi yerlerde, amacın daha tam anlaşılamadığı görülüyordu. Örneğin, Katmayı Önleme Derneğinin kendi adlarına bildirim yapmakta olduğu ve 10 Ekim 1919 gününde, Katmayı Önleme Derneği Başkanı imzasıyla, Ekimin yirmisinde, bir büyük kongre toplanacağı ve bu kongreye iki delege gönderilmesi illerden isteniyor ve birtakım önlemler alınması bildiriliyordu.
Bir yandan, Karakol Derneğinin de İstanbul’dan başka, Bursa dolaylarında da çalışmakta olduğu anlaşıldı. Bu karışıklığın önüne geçmek için gerekli önlemler alındı. Özellikle, Ali Fuat Paşa’ya, Balıkesir’de Kâzım Paşa’ya, Bursa’da Bekir Sami Bey’e, Bursa Merkez Kuruluna gereği gibi yazıldı. Anlaşma ve Hürriyet Derneği de, düşmanlarla birlikte Anadolu’da karşıt örgüt kurmak üzere yetmiş beş kişi kadar göndermiş, bu haber alındı. Kolorduların dikkati çekildi. İstanbul’da gizli çalışmaya karar verildi. Trakya’ya örgütlerinin genişletilmesi için Cafer Tayyar Bey aracılığıyla yönerge verildi.
Baylar, milletvekillerinin seçilmesine çalışırken, bir yandan da Mebuslar Meclisinin nerede toplanabileceği düşüncesi, kafamızı kurcalıyordu. Anımsayacaksınız ki Erzurum’dan, Refet Paşa’nın bu konu ile ilgili bir teline karşılık verirken “Meclis toplanmalı, ama İstanbul’da değil, Anadolu’da” demiştim. Gerçekten, ben, Meclisin İstanbul’da toplanması kadar mantıksız ve amaçsız bir davranış düşünemiyordum. Ancak bu konuda yetkili olanları ve kamuoyunu, bu gerçeğe inandırmadıkça, düşüncemiz gerçekleşemezdi. İstanbul’da toplanmanın sakıncalarını, açık olarak belirtmek gerekiyordu. Bu amaçla, ulusal isteklerimizi Rumlarla yabancılara yani Hıristiyanlara karşıymış gibi göstermek için, Ali Kemal ve Mehmet Ali Beylerin çalışmaları, Ermeni Patrikhanesinde yapılan toplantılar ve Hürriyet ve Anlaşma Partisinin girişimleri üzerine, Milli Savunma Bakanı aracılığı ile, İstanbul Hükümetinin dikkatini çektik.
13 Ekim 1919 günü, Mebuslar Meclisinin açılışından sonra, Hakları Savunma Derneğinin nasıl bir siyasal durum alması düşünüldüğünü, Cemal Paşa aracılığı ile hükümetten sorarken, Mebuslar Meclisinin İstanbul’da toplanmasında ne gibi siyasal güvence elde edilmesinin düşünüldüğünü de sorduk. Aynı gün, Mebuslar Meclisinin İstanbul’da esenliğini sağlama yolunda, ne gibi kolluk ve koruma düzeni alınacağını ve neler yapılmak gerektiğini, İstanbul örgütümüzün merkez kurulunda bulunan ve Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı olan Albay Şevket Bey’den sorduk.
SÖYLEV (1919-1927) ve DEMEÇLER (1928-1938) syf: 82-98