Türk insanı duygu insanıdır. Hep sevmek ve sevilmek ister, yeter ki birisine inansın, birisini sevsin… o sevgi onda ölümsüzleşir. Türk, ATA’sını da öyle sevdi, onu duygularında canlandırdığı şekliyle gönlüne resmetti. Zihninde onu yüceltebildiği kadar yüceltti. ATATÜRK de yaşamı boyunca bu sevginin getirdiği sorumluluğun bilinciyle hareket etti. Türk insanının çektiği acılar, sıkıntılar ve yokluklar uykusuz geçen gecelerinin sebebi oldu. İnsan olmanın gereği de bu olsa gerek. Türk ulusu onu boşuna ATATÜRK yapmadı. Aşağıdaki anekdot Türk insanının kendisine hizmet edenlere bakışını ve ATATÜRK’ün bu bakış açısına yaklaşımını gösteren güzel bir örnektir:
Bir gün Çankaya yöresinde bir köylü evine gitmiştik. Evde ihtiyar bir köylü karısı ile oturuyordu. Bize ikram edilen kahveleri içerken ATATÜRK bana köylü ile konuşmamı söyledi. Köylüye ilk aklıma geleni sordum:
-Sen Gazi’yi tanır mısın?
İhtiyar beni saçma bir soru sormuşum gibi küçümseyerek süzdü:
-Gazi’yi tanımayan var mı ki? dedi ve ekledi:
-Ben görmedim ama, her hafta Hacı Bayram Camii şerifinde cuma namazı kılarmış. Ta göbeğine kadar sakalları varmış. Melek gibi, nur yüzlü, peygamber gibi mübarek bir ihtiyarmış…
Gülmemi zor tutarak ATATÜRK’ün genç ve tıraşlı yüzüne baktım. O, kaşlarını çatarak kendisini tanıtmamamı emretti. Dışarı çıktığımız zaman da güldü ve:
-Varsın, dedi, o öyle bilsin. Gerçeği öğrenmek belki biçarenin hayalini yıkar, onun hayalindeki şirin sakallıyı öldürüp de sevgisini kaybetmenin ne anlamı var.
Salih Bozok
Arıburnu; Atatürk, Anekdotlar-Anılar, s. 13-14.