ATATÜRK, okul yıllarından itibaren ülke sorunlarına ilgi duymuştur. O,
keskin zekâsıyla ülke ve dünyadaki değişmelerin toplumlarının geleceğini
nasıl etkileyeceğini, toplumların nelere gebe olacağını sezmiştir. Bu seziş
onun geleceğe yönelik plânlarını oluşturmasını sağlamıştır. Onun sezgilerine
dayanan playlar o günün koşullarında, birçokları tarafından gerçekleşmesi
mümkün olmayan hayaller olarak değerlendirilse de o, ufkun ötesine uzanan
yolculuğundan asla geri adım atmamıştır. Bu yolculuk sonucu çağdaş Türkiye
ülkü olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşmüştür.ATATÜRK’ün başarıları ve
gerçekleşen geleceğe yönelik öngörülerinin hiçbirisi tesadüflerin sonucu
olmamıştır. Onun yaptığı her şeyi önceden plânladığını göstermesi
bakımından aşağıdaki anekdot ilginç bir örnektir:
Mustafa Kemal’in Harp Akademisinde öğrenimini tamamladığı
günler…Dostlar halkası yavaş yavaş genişlerken, Lütfi Müfit (Özdeş), Cafer
Tayyar (Kanatlı), Ali Fuat (Cebesoy), babası Fazıl Paşa, Zeyrekli Kazım
(Karabekir) bu özel kadroya alınırlar.
İlk kez gizli, el yazması bir gazete çıkarır genç Akademili. Gizli
konferanslar da devam eder. Padişahı eleştirip, üst düzey yöneticiler takımını
didik didik ufalarlar.
Yukarıda adını saydığım gençler, daha da adını duymadıklarımız,
olayların içine böyle böyle girerler. Kimi kıyısından, kimi köşesinden… Kadro
giderek büyür.
Ama Zübeyde Hanım korkular içindedir. Oğlunun nelerle uğraştığını
kavrayamaz, bağlayamaz, ‘’Mustafa’m, sen neler yapıyorsun?’’ sorusu
yanıtsız kalır hep…Ya da ‘’Sen merak etme, iyi şeyler yapıyoruz.’’ gibi
yanıtlarla geçiştirilir.
“Mustafa’m, yoksa sen yedi evliya gücündeki padişahımıza mı
karşısın?’’ gibi sorulara ise ”Çakır oğlu‘’, sadece gülerek, yanaklarından
öperek, sarılarak yanıt veriyor annesine…
Şimdi bu gençlerin hemen hepsi aynı okullarda okudular. Aynı
koşullarda ya da yakın büyüdüler. Yıllardır aynı konuları konuşuyor,
paylaşıyor, tartışıyorlar. Ama yine de, Zübeyde Hanımın sorularıyla aynı
anlama gelen sorular var onların da içinde, bazen dayanamayıp
açıkladıkları!…
Neler söylüyor bu genç adam arkadaşlarına?
-Padişahlık yıkılmalıdır, yıkılacaktır, diyor.
-Ordu yeniden kurulmalıdır, diyor.
-Balkan ordularının birleşmesi bizim için tehlikelidir, diyor.
-Yeni bir yönetim biçimi, yeni bir ordu, yeni bir toplum, diyor.
Bunlar onun emelleri. Ama onun emellerine, arkadaşlarının hayalleri
bile ulaşamamıştır anlaşılan. Bu Fatih’in yakınlarına söylediği bir gerçekti
vaktiyle. Biri doruklara yükselirken, öbürleri yamaçlarda çabalıyordu.
Bir akşam Selânik’te, Beyaz Kule gazinosunda, bu emeller
doğrultusunda heyecanlı tasarımlar açıklanırken coşkusunu saklayamayan
genç Mustafa bir arkadaşına, ‘’Seni harbiye nazırı yapacağım, seni de
hariciye nazırı…’’ diye bildirdi. Böyle mevki ve makam dağıtmaya başlayınca,
bunun hoş bir şaka olduğunu sanan biri, bu şakaya yanıt vererek, ‘’Peki bizi
bu makamlara getirebilmek için sen ne olacaksın? Yoksa padişah mı?’’ diye
sorunca, o, ciddiyetle ve kahkahalarla ‘’Yoo, hayır! Ondan da önemli.’’ yanıtını
verdi. Bu olmayacak duaya, şakayla karşılık amin diyenler, ürküp susanlar…
Ama o akşam ciddiye almadıkları bir gerçek! Çok da haksız sayılmazlar.
Ama benim anlayamadığım, günün birinde, o neşeli akşam
sofralarında, arkadaşlarına verdiği bu cür’etli sözlerin hemen hepsi bir bir
gerçekleşmeye başlayınca, aynı arkadaşlar acaba neden bozuluyorlar,
şaşırıyorlar, öfkeleniyorlar ve korkuyorlardı?
O, bu yakın dostlarına hiç yalan söylememiş ki… Her şey ortada işte!
Nezihe Araz
Nezihe Araz; Mustafa Kemal’in Ankara’sı, İstanbul, 1994, s. 77-78.