ATATÜRK gerek Kurtuluş Savaşı döneminde gerekse daha sonraki dönemde aldığı her kararda, yaptığı her işte yasal bir dayanak aramış, keyfî ve kanunsuz hiçbir eyleme girişmemiştir. Attığı her adımda hukuk çizgisini esas almıştır. Olağanüstü koşullarda bile mahkeme kararı olmaksızın “yargısız infaz” diye tanımlanan hukuk dışı uygulamaların yapılmasını doğru bulmamıştır. Gerek Kurtuluş Savaşı döneminde gerekse Cumhuriyet döneminde çağdaş bir devlet adamı sorumluluğu ile hareket ederek ülkede yasaların üstünlüğü ilkesini yerleştirmeye çalışmıştır. Kuralsızlığı ve yasa tanımazlığı kahramanlık gibi karşılayan her türlü anlayışın karşısında olmuştur. Aşağıdaki anekdot bu yaklaşımın güzel bir örneğidir:
Erzurum Kongresi sıralarında bir sohbet esnasında:
Ajansta Erzurum’a yeni tayin edilmiş olan ve birkaç gün önce padişah tarafından kabul edilerek kendisine direktif verilen Reşit Paşanın İstanbul’dan hareket ettiği yazılıyordu. Bu haber Mustafa Kemal Paşayı düşündürdü. Biraz sonra oradaki arkadaşlara Reşit Paşayı tanıyıp tanımadıklarını ve nasıl bir adam olduğunu sordu. Yeni valiyi içimizden yalnız Süleyman Necati tanıyordu. Raşit Paşanın 1910’da Erzurum’da bulunduğunu ve o zaman bile tükenmiş bir ihtiyar olduğunu söyleyerek Paşadan niçin merak ettiğini öğrenmek istedi. Mustafa Kemal Paşa kısaca:
“Eğer işimize zarar verecek bir adamsa, Trabzon’dan İstanbul’a iade edelim, başımıza iş açmasın.” dedi.
Bu sohbet gurubu arasında bulunan Rize üyesi Hoca Necati atılarak “Paşam, üzülmeyin, icap ederse Kop dağında temizlenir.” dedi.
Mustafa Kemal acı bir kızgınlıkla:
“Hocam ne diyorsun? Yolları kestirip adam mı vurduracağız? Bu memlekette hükümsüz vatandaş öldürülemez. Vatandaş ancak mahkeme kararı ile cezalandırılır. Devlet adamının böyle düşünmesi lâzımdır.” cevabını verdi
Cevat Dursunoğlu
Arıburnu; Atatürk’ten Anılar, s. 308-309.