Akşam yoklamasından önce yapılacak bir işim vardı. Kuleli Askerî Lisesi’nden Harp Okulu’na gelen talebe efendilerden birini arayıp bulacaktım. Büyükannem:
— Mehmet Emin Paşa’nm oğlu Harbiye’ye girmiş, bana
ne için haber vermedin?
Diye serzenişte bulunmuştu. Aslen Karamanlı olan bu aile
ile sıhriyeti vardı. Mehmet Emin Paşa’mn oğlunun adı Kâzım’dı. Babası, albay rütbesinde iken Van Jandarma Kumandanlığına tâyin edilmiş, görev başına giderken bir kaç gün
Erzurum’da bizde misafir kalmıştı. O tarihlerde ikimiz de pek
küçük yaşlarda olduğumuz için siması hafızamdan silinmişti.
Mevcudu iki bini aşan okulumuzun içinde onu arayıp bulmak pek kolay olmadı. Ancak üç gün sonra bizi bir tesadüf karşı
karşıya getirdi. Salacak’ta oturan ve bize komşu olan şimdi
adını pek hatırlayamadığım bir tanıdık vardı. O da bu yıl Kuleli Lisesi’ni bitirerek Harbiye’ye gelmişti. Onu buldum, oradan buradan konuşurken yanımıza on yedi on sekiz yaşlarında kara gözlü, kara kaşlı tıknazca bir genç geldi. Bu sima bana yabancı değildi. Fakat nerede ve ne münasebetle gördüğümü hatırlıyamıyordum. Semt arkadaşım tanıttı:
— Kâzım Zeyrek, Kuleli’de beraber okuduk. Sınıfımızın
birincisi idi.
Hemen elini sıktım.
— Ben de sizi arıyordum. Büyükannem Ayşe Hanım sorup duruyor. Bu hafta muhakkak bize gideceğiz.
Ertesi günü Kâzım’ı, Mustafa Kemal’e tanıttım, kol kola
girdik.
Rahmetli ve aziz arkadaşım, kahraman Kâzım Karabekir’le ikinci tanışmamız işte böyle olmuştu.
Biz, üç general, olarak da Kurtuluş Mücadelesi’ne beraberce ve kol kola Atılmıştık.
Ali Fuat Cebesoy – Sınıf Arkadaşım Atatürk – syf: 29-30