Üçüncü ordu müfettişliği görevi elinden alınmış, kendisi de milletin bir ferdi olarak mücadeleye karar vermişlerdi. Erzurum’a geldiğimizden beri oturmakta olduğumuz askeri karargâhtan ayrılmış, Erzurum valisi iken istifa edip İstanbul’a giden Münir Bey’in evine yerleşmiştik.
Atatürk fevkalade üzüntülü ve kederliydi. Rauf Bey ve bizlerin de bulunduğu odada oturmaktaydık. İçeriye telaşlı bir vaziyette Yaver Cevat Abbas koşarak girdi. “Efendim Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, sizi ziyarete geliyorlar” dedi.
Ben Atatürk’ü, ta Halep’ten Çanakkale’den beri tanırdım. Kendisiyle girdiğimiz birçok ölüm kalım savaşlarında bile ümitsizliğe düşmemiş ve cesaretini kaybetmemişti. Her zaman cesur, kararlı; etrafına emniyet veren bir karakter ve yapıya sahipti. Fakat büyük Atatürk bunu duyunca birden sarardı ve telaşlandı.
Çünkü, Harbiye Bakanlığı’ndan üçüncü ordu müfettişliğinin kendi üzerinden alınıp Kâzım Karabekir Paşa’ya verildiğini ve kendisinin tevkif emrinin de Karabekir Paşa’ya iletildiğini biliyordu. Bu nedenle, çok endişeli ve çok şüpheli bakışlarla, “Artık her şey bitti” der gibi hepimizi tek tek süzdü.
Çünkü, Kazım Karabekir Paşa, gelen emri tutarsa; her şey o anda başlamadan bitmiş olacaktı. Bu nedenle fevkalade yumuşak bir sesle, “Buyursunlar” dedi.
Kazım Paşa odaya hışımla girip askerce bir selam vererek, “Paşam” dedi, “bütün subay, er, erat ve birliğimle yine emrinizdeyim ve emrinizde olmaya devam edeceğim” deyince; Atatürk birden heyecanla ayağa kalkıp Kâzım Paşa’ya sarılıp yanaklarından öptü.
Derhal eski komutan ve güç timsali haline gelivermişti. Artık başlanan kurtuluş hareketine devam edilebilecekti.
Muzaffer Kılıç’tan
Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar, Yurdakul Yurdakul