Salih Bozok anlatıyor:
“İzmir’e vardığımız zaman fırka kolbaşısı şehre mızıka çalarak giriyordu. İzmir halkı sokaklarda, neşeden çılgın bir halde, bu mutlu olayı kutluyordu. Damlardan, evlerin pencerelerinden kadınlar, askerlerimizin üzerine çiçek, kolonya, gülsuyu serpiyorlardı. O zaman nereden tedarik edildiğini anlayamadığım Gazi’nin kartlarını halkın başında, göğsünde ve evlerinde görünüyordu. Kalabalıktan kurtulmaya mecbur olduğumu zamanlar, halk otomobilimize hücum ediyor, hepimizi ayrı ayrı öpüyordu. Bu şevk ve neşe arasında hükümet konağına geldik. İzzeddin Paşa, vali vekili olmuştu. Biz Karşıyaka’da Kral Kostantin’in, müteakiben de İstiryadiks’in oturduğu köşkü Gazi Paşa için hazırlamak üzere yola çıktık.
Ecnebi sefainden (yabancı gemiden) çıkarılan bahriye efradına (deniz askeri) şurada burada tesadüf ediliyordu. Bilhassa Karşıyaka’ya gitmek üzere Bayraklı’dan geçerken, rast geldiğimiz ecnebi askerlerin otomobilimizin önünde vaziyet alarak selâm vermeleri unutulur hatıralardan değildir. Muzaffer ordunun biz âciz fertlerine karşı yapılan bu muamele, insanın bakışlarını bir zaman öncesine, İstanbul’un işgal zamanındaki olaylara kadar götürüyordu. Köşke geldiğimi zaman civardaki hanımlar yanımıza geldiler. Maksadımızı anlar anlamaz:
“Biz paşamız için her şeyi kendi elimizle yapacağız, siz yorulmayınız. Ancak her şeyin hazır olduğunu gidiniz, kendilerine haber veriniz!” dediler.
Biz de yapacak bir iş kalmadığını anlayarak, Gazi’ye durumu haber vermek üzere döndük. Halkapınar’a gelmiştik ki, süvarilerin tertibat almış olduklarını gördük. Sebebini sorduğumu zaman:
“Gazi Paşa Hazretlerinin İzmir’e geçmiş olduklarını öğrendik ve hayretler içerisinde kaldık. Zira biz Paşa’nın her şeyin hazır olduğunu kendilerine arz ettikten sonra teşrif edeceklerini zannediyorduk.”
Gazi Paşa’ya, İzmir hükümet konağında rastladım. Karargâhın hazırlandığını arz ettim. Gülerek:
“Çok iyi, fakat top seslerini işitiyor musunuz?” dedi.
Hakikaten Söke cihetinden (yönünden) kaçıp İzmir’e sığınmak isteyen iki alaylık bir düşman kuvveti, Seydiköy’e geldiği zaman Kadifekale’sindeki Türk bayrağını görmüş ve yanlarında bulunan toplarla şehre ateş açmıştı. Fakat gerek onları takip eden Çolak İbrahim Beyi’n süvari fırkası, gerek şehirden gönderilen kuvvetlerle hepsi esir edilerek İzmir’e getirildiler.
İzmir’de Geçirdiğimiz Günler ve Yangın
İzmir’de ilk günleri rıhtımdaki karargâhımızda geçirdik. Fakat burada da çok kalamadık. Çünkü arkamızdaki evlerden yangın çıkmıştı. Ermeniler, yangının önüne geçmek üzere ateşlere atılan askerlerimize yaktıkları evlerin pencerelerinden bomba atıyorlardı. Yangın tevessü (genişlemek) etti, karargâhımız da yandı, bunun üzerine Göztepe’ye naklettik. 21 gün sonra da Ankara’ya döndük.
“Cihanın gözlerini kamaştıracak bir manzara husule (meydana) gelecektir.”
Dumlupınar’a taaruzundan on beş gün evvel, cepheyi teftiş etmek ve taaruz hazırlığı yapmak üzere Ankara’dan Akşehir’e hareket etmişti. O zaman tren, Biçer istasyonuna kadar işlediği için biz de orada inerek Sivrihisar üzerinden Akşehir’e gidiyorduk. Kendilerine:
“Rahatsız mısınız Paşam?” diye sordum.
“Hayır.” dedi.
“O halde mühim bir şey düşünüyorsunuz, galiba…” dedim. Şu cevabı verdi:
“Evet, bir şey düşünüyorum. Ve eğer düşündüğümü tatbik edecek zamana mâlik olursam ki olacağımızı tahmin ediyorum; cihanın gözlerini kamaştıracak bir manzara husule gelecektir.”
Nitekim on beş gün sonra hakikaten cihanın gözlerini kamaştıran manzara husule geldi.
Anılarla Atatürk, İstanbul Görsel Yapım Prodüksiyon