Bireyler, başka uluslara mensup insanlarla olan ikili ilişkilerinde sadece kendilerini temsil etmezler, aynı zamanda mensubu olduğu ulusu da temsil ederler. Türk yurttaşlarının uluslar arası bireysel başarısı nasıl ki Türk ulusunun başarısıymış gibi değerlendiriliyorsa, kabul görmeyen bireysel davranışları da aynı ölçüde Türk ulusuna yönelik olumsuzluk olarak değerlendirilecektir. O nedenle her Türk yurttaşı, düşünce ve davranışlarıyla kendisinin, ailesinin ve tüm ulusunun onurunu temsil ettiğinin bilincine sahip olma sorumluluğunu taşımaktadır.
Türk ulusuna diğer hususlarda olduğu gibi onur konusunda da ATATÜRK’ün düşünce ve davranışları eşsiz bir rehberdir. O, yaşamının her anında Türk milletinin onurunu temsil ettiği bilincinin kendisine yüklediği sorumlulukla hareket etmiştir. Özellikle yabancılarla olan ikili ilişkilerinde bu hususu her şeyin üzerinde tutmuştur. Aşağıdaki anekdot onun bu konudaki hassaslığını yansıtması açısından son derece önemlidir. Sözleriyle jest yaptığını düşünen Yugoslav kralına, Yunanlıların başına gelen felâketi işaret ederek öyle bir bilgelikle ders vermiştir ki kral söyleyip söyleyeceğine sanırım bin pişman olmuştur:
Karşısında kim olursa olsun milletinin, devletinin haysiyet ve itibarını alâkadar eden konularda seremoniyi aşarak gerçekleri ders verir gibi konuşmak yiğitliği ATATÜRK’le devlet literatürüne girmiştir.
4 Ekim 1933’te Dolmabahçe Sarayı’nda, İstanbul’a gelen Yugoslavya Kralı İkinci Aleksandr ile Kraliçe Mary’yi kabul etmiş, aynı akşam şereflerine ziyafet vermişti. Baş başa kaldıklarında Yugoslav kralı:
“Size bir gerçeği anlatmak isterim: 1919’da İngilizler, Ege sahillerinizin işgali için Yunanlılardan evvel bana müracaat ettiler. Çok cazip teklifler de yaptılar. Fakat ben reddettim. Sizi tanıdıktan sonra bu kararımın doğruluğunu bir daha anladım.” dedi.
Başkası olsa ne yapardı?
Teşekkür ederdi, değil mi?
Hayır!
Yugoslav kralı cümlesini tamamlayıp cevap bekler gibi tavır alınca ATATÜRK ayağa kalktı, bunun üzerine kral da kalkmıştı. Ona doğru bir iki adım attı ve dudaklarında kendisine çok yakışan anlamlı tebessümü ile elini uzattı:
“Geçmiş olsun Kral Hazretleri.“ dedi.
Çünkü, Yunan Kralı Konstantin, ordusu denize döküldükten sonra taç ve tahtını kaybetmişti.
Cemal Kutay; Atatürk Olmasaydı?, Aksay Yayınevi, İstanbul, 1998, s. 123.