Atatürk, Dolmabahçe’de bir koma atlattı. Uzun zaman kendine
gelemedi. Doktorlar ümidi kestiler. Telaşa düştük. Hemen İstanbul’a hareket ettim. Ben gelene kadar bir mucize olmuş ve komayı atlatmıştı. Kendisine geldiği zaman Ülkü’yü ve beni görmek istemiş.
Besbelli ki, doktorlardan hiçbir şey öğrenemediği için Ülkü’nün ağzından laf almak, benden bir haber sızdırmak istemişti. Ülkü’yü sıkı sıkı
tenbihledik. Sevgili Atatürk Ülkü’nün ağzını arayınca, Ülkü yüzüne
bakıp ağlamaya başlamış. Ülkü’den sonra odaya, ben girdim. Bana ilk
sözü:
– Sen Cuma günü gelecektin, ne oldu? Neden daha önce geldin?
Yoksa sağlığımda üzülecek bir şey mi var?… Merak mı ettin sen
de?
– Vahim bir şey yok… Fakat uykunuz her zamankinden biraz uzun
sürmüş, onu merak ettik. Doktorlar uykunuzda bir düzensizlik fark
etmişler…
– Neymiş bu uykudaki düzensizlik?…
– Derin ve uzun uyumuşsunuz.
– Yani?… Kaç saat uyumuşum?
– On iki saat kadar…
Oysa koma, yirmi saatten fazla sürmüştü, saklamaya çalışıyordum.
Fakat o sırada elini çenesine atıp sakallarının uzunluğunu fark etseydi,
kendisine doğru söylemediğimi anlayacaktı.
Çünkü Atatürk, bütün hayatı boyunca olduğu gibi, her gün düzenli olarak traş olurdu. Komaya girdiği için traş olamamış ve yüzünü fırça gibi
sert ve beyaz kıllar kaplamıştı.
İki yana başını salladı. Sonra:
– Doktorlar doğruyu söylemiyorlar … dedi.
İsmet Bozdağ, Bilinmeyen Atatürk (Celal Bayar Anlatıyor), İstanbul: Truva Yayınları, 2009, s. 109-110.