Halil Yurdakul’dan
Atatürk’ün boyu 1.74 cm. Kilosu 70-74 arasında değişmiştir. Yüz rengi yanmış pembe, alnı çok geniş, kaşlar çok gür ve kalkıktı. Elmacık kemikleri hafif çıkık, dudakları ince, saçları altın sarısı, gözleri mavi, göğsü kabarık, omuzlar geniş, elleri ince ve zarifti.
Çok canlı, çok hareketli, yerinde duramayan yapıda, çok ciddi bakışlı, kararlı ve müthiş itimat veren davranışlar içinde idi.
Çalışkanlığı, zekâsı, kibarlığı, mertliği ve dürüstlüğü, hiç kimseden çekinmeden her şeyi herkesin yüzüne karşı söylemesiyle ta ilkokul hayatından beri bilinmektedir.
Sigara ve kahveyi çok severdi. Günde 10-15 fincan kahve ve 40-50 sigara içtiği olurdu.
Kumardan hoşlanmaz, kumar düşkünü olanlara nasihatler ederdi. İçkiyi kesin olarak gündüz almaz, gündüz içenlere de müthiş kızardı. Kendileri de içki masasında çok kalmasına karşın, az içki içerlerdi. Ciddi askeri ve politik meseleler konuşulacağı günler, kesin olarak içkiyi almazlar ve o işe o kadar konsantre olurlardı ki, yemek ve uyku saatleri akıllarına bile gelmezdi.
Uyanınca derhal kalkarlar, kahve ve sigara içerken bütün gazetelere göz atarlar, sonra banyo olup tıraş olurlar, giyinip salona inerlerdi.
Çok temiz giyinirlerdi bazı sıcak günlerde iki-üç defa banyo alırlardı.
Sakarya Harbi’nin en kritik günlerinde bile ve bütün yokluklara karşın ne yapıp edip traşını olmuş, iki teneke su ısıttırıp çadırın içinde banyo yapmışlardır.
Hiç yemek meraklısı değillerdi. Sabahları hiç bir şey yemez, sadece kahve ve sigara içer, öğle üzeri bir-iki dilim ekmek, peynir, ayran ve limonata alırlardı.
En çok sevdiği kuru fasulye ve pilavdı. Bunu her akşam yemekte isterler, bazen yatarken bile yerlerdi. Bunun dışında peynirli omlet, etli bamya yemeklerini severler, meyvelerden de kavunu tercih ederlerdi.
Misafirlerini, bazen köşkün dış kapısına kadar uğurlar, herhangi bir nedenle onları kırmışlarsa, mutlaka özür dilerlerdi.
Bulunduğu yerlerde emniyet önemleri alınmasından hiç hoşlanmazlardı. Bazen etrafındaki emniyet önlemlerini kaldırtır ve “Bu asil millet bana ne kurşun atar, ne de attırır” derlerdi.
Fakat bizler onu korumak için her türlü önlemi alırdık. Bütün gittiği yerlerde polis teşkilatı ayrı, gizli emniyet ayrı ve muhafız alay komutanlığı ayrı önlem alırdı. Hatta birçok defalar birbirimize hüviyet (kimlik) sorduğumuz zamanlar olmuştur.
Ayrıca Atatürk’ün yakın arkadaşları Nuri Conker, Ali Kılıç, Salih Bozok devamlı olarak silah taşırlardı.
Atatürk’ün uykusu fevkalade hafifti.
Çanakkale’de olsun, Sakarya’da olsun, bütün harplerde, yatağına ceketini çıkarıp elbisesi ile uzanırdı. Çadıra birimizin girmesi ile hemen gözünü açar, “Bir şey mi var çocuk” diye sorardı. Bizlerin herhangi bir haberi, telgrafı vesairesi varsa, onu iletirken yatağından hemen doğrulup onu alırdı. Eğer önemli bir haberse, hemen ayağa kalkar, ceketini giyip hazırlanırlardı.
Reisicumhur olduktan sonra Çankaya ve diğer kaldığımız yerlerde ise kapıyı tıklatmamızla uyanırlar ve aynı suali sorarlardı. Eğer görüşülmesi gereken ciddi bir durum varsa, “Bir dakika bekle çocuk” derler ve pantolonlarını giyip üzerlerine ropdöşambırlarını alırlar; sonra bizleri kabul ederlerdi.
Yanlarında 13-14 sene çalışan kimseler bile Atatürk’ü bir defa olsun pijama ile görmemişlerdir.
Atatürk, poker oyununu çok sever ve çok güzel poker oynarlardı. Oyuna başlarken herhangi birimizden 10 lira isterler ve onunla oyuna girerlerdi. Ekseriya (genellikle) oyunu kazanırlar ve kazandığı paraları ya hemen orada veya ertesi günü sahiplerine ve etraftaki hizmetkârlara dağıtırlardı. Bizden aldığı 10 lira ise, ertesi günü başyaver Celal Bey’den alınırdı.
Atatürk, herhangi bir yerde kalacakları zaman odasının eşya tanzimini (düzenini) beğenmezlerse, onu bizzat değiştirirler sonra orada kalırlardı.
Pek çok defa, bir gece kalacağımız yerlerde bile, kalacağı odasındaki karyolayı, masa ve iskemleleri, hatta duvardaki resim ve tabloların yerlerini değiştirdiklerine şahit olmuşuzdur.
Bazı geceler saat 11-12 sularında yatacağımız yere gelmiş ve sabah erken ayrılacağımız halde, yine odanın tanzimini en güzel şekilde yaptırmış sonra yatmışlardır. Hakikaten büyük Atatürk’ün yaptırdığı oda tanzimi (düzenlemesi) pek güzel olur, duvardaki resimler tablolar ve her eşya yerli yerini bulurdu. Bunu hep aramızda konuşurduk.
Toplantılarda, yemeklerde, balolarda bizim kendilerine bir şey söyleyeceğimizi anladıkları zaman hemen başları ile işaret edip yanlarına çağırırlar ve “Bir şey mi var çocuk” delerdi. Bize verilen emirlerine göre, çok önemli haber ise biz, “Evet Paşam” der, fakat haberi söylemezdik. O zaman, hemen yerlerinden kalkarlar ve salonun kimsesiz bir yerine gelirler ve haberi alıp emirlerini verirlerdi.
Yok önemsiz bir haberse, orada yavaşça yanına yaklaşır, haberi iletirdik.
Hiçbir gün, büyük Atatürk’ün, “Bunun için beni sofradan kaldırmaya veya salondan çıkartmaya değer miydi be çocuk” dediği hatırlanmaz.
Atatürk, gezip dolaşırken yanındakilere birçok şeyler söyler ve emirler verirdi. Bazı olaylarda ise bize göz ucuyla bakarlardı. Biz o bakıştan bunun sonra hatırlatılması gerektiğin anlar ya, “Başüstüne Paşam” derdik veya başımızla selam vererek onu hatırlatacağımızın gerektiğini ifade ederdik.
Bu gibi emirlerin ve olayların yazılmasına müthiş kızardı. “İlkokul talebesi gibi, peşimde yazıp durmayın şunları. Zaten kaç şey hatırlayacaksınız?” derlerdi. Halbuki bazen 5-6 saat dolaşılır ve hatırlatılması gereken pek çok olayla karşılaşırdık.
Böyle olunca, bizler kendilerine göstermeden bunları not alır, birimiz onun yanında kalırken diğerimiz kaydeder, o gelince diğerimiz aynı işi yapardı.
Kendileri söyledikleri ve emrettiklerini kesin olarak hiç unutmazlardı. Onun için bizler, ne yapar eder bu olayları ve emirlerini kendilerine göstermeden not alırdık. Atatürk sonradan bunları tek tek sorarlar ve gereken emirleri bizlere yazdırırlardı.
Muzaffer Kılıç’tan
Ben, Atatürk’ün, en eski yaveri idim. Onunla birlikte Filistin’de, Çanakkale’de bulundum. Atatürk, gittiğimiz ve göğüs göğüse muharebelerin olduğu yerlerde bile, gelen ve giden yazılı hiçbir emri, telgrafı ve pusulayı atmamışlar ve bunları zarflatarak saklamışlardı.
Bu evraklar, her gittiğimiz yere, sandıklara, bavullara konularak atlara, katırlara yüklenerek taşınırdı. Atatürk’ün en kıymetli eşyaları bu evraklardı.
Kimsenin olmadığı ve neşeli oldukları zaman bizleri karşısına alırlar, çocukluk anılarından gençlik anılarına, hiçbir şeyi saklamadan anlatırlardı.
Hatta, bazen bizlere de sorar ve anlatılan anılarımızı gayet nazik bir şekilde dinlerlerdi. Böylece hep beraber yer, içer, eğlenirdik.
Fakat, iş ciddiye gelince şöyle bir kendini toplar ve sanki az önceki insan o değilmiş gibi, birden bir kumandan, bir amir havasına girer; bizler de onun emrinde insanlar olduğumuzu derhal anlardık.
Atatürk çok kibar bir insandı. Kendisiyle görüşmek isteyen herkesle vaktinin elverdiği ölçüde görüşmek isterlerdi.
Gelen ziyaretçilere bir şey ikram edileceği zaman bir defa zile basarlar ve bizi içeri emrederlerdi. Eğer gelenin ziyareti bitmiş ise zile iki defa basarlar ve bizlere herhangi bir randevularının olup olmadığını sorarlardı. O zaman ziyaretçi bu kırıcı olmayan uyarıyı anlar ve hemen izin alıp yanlarından ayrılırlardı.
Bir şey isteyecekleri zaman isteklerini, “Bir kahve yaptırır mısınız?, Bir bardak su getirtir misiniz?” şeklinde yapardı. Hiçbir gün yanında çalışan er veya garsonlara değişik şekilde bir istekle emredip arzusunu belirtmemişlerdir.
Çok sinirlendiği zamanlar bile küfretmezlerdi. En ağır küfürleri; mendebular, beyinsizler, kafasızlardı. Daha çok kızarlarsa, hayvan herifler diye çıkışırlardı.
Muzaffer Kılıç: Atatürk’ün Filistin’den Çanakkale’den beri yaveridir. Atatürk’le birlikte Samsun’a çıkmış ve onun en sıkıntılı günlerinde yanında bulunmuştur. Atatürk Reisicumhur olduktan sonra da onun yaveri olmaya devam etmiş, sonra Giresun Milletvekili olup Meclis’te Ata’nın ölümüne kadar onunla birlikte çalışmıştır.
Muzaffer Kılıç ve Halil Nuri Yurdakul’dan
Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar, Yurdakul Yurdakul