Cemal Granda anlatıyor:
Armstrong adlı bir yazar, Atatürk hakkında yazdığı “Bozkurt” adlı kitabında, onun içki âlemlerine de değinerek olumsuz ve yakışıksız yüklemelerde bulunuyordu. Hükümet o zaman bu nedenle kitabın yurda sokulmasını yasaklayan bir karar bile almıştı. Bir sabah Çankaya Köşkü’nün salonunda Atatürk kahvesini içerken, Hikmet Bayur, elinde bir kitapla geldi. Bayur, o dönemde Cumhurbaşkanlığı umumi katibiydi. Atatürk’e Hikmet Bayur’un geldiğini haber verdik. Atatürk’ün karşısına ilişen Hikmet Bayur’un halinde bir tuhaflık sezinlemiştik. Ona çok önemli bir meseleyi söylemekle söylememek arasında duraksadığı anlaşılıyordu. Atatürk, bakışlarıyla kitabı işaret ederek:
“Okuyun, Hikmet Bey. Bakalım ne yazmış?” dedi.
Anlaşılan Atatürk’ün Hikmet Bayur’un elindeki kitaptan önceden haberi vardı. Hikmet Bayur çok iyi İngilizce bilirdi. Sadece İngilizce konuşmakla kalmaz, İngiliz edebiyatı hakkında da geniş bilgiye sahipti.
Hemen İngilizce kitabı açıp, çeviri yapar gibi değil de, sanki Türkçe yazılmış bir kitabı okumanın rahatlığı içinde Türkçe okumaya başladı. Atatürk, bazen kaşları çatılarak, bazen hayret belirtisiyle Hikmet Bayur’u dikkatle dinliyordu. Armstrong, Atatürk’ün içki alemlerini oldukça ağır sözcüklerle anlatıyor, fakat buna ilişkin bölümün sonunda, “Böyle olduğu halde yurdunu ve ulusunu ilgilendiren her hangi bir olay çıktı mı, hemen içkiyi ve eğlenceyi bir yana bırakıp, aslan gibi kükreyerek pençesini o olayın üzerine atmasını bilir.” demekten de kendini alamıyordu. Atatürk, kitabın burasında söze karıştı. Biz, kızacak, “Kapat şu kitabı, yeter. Halt etmiş bunları yazmakla!” diye bağıracağını sanıp korkarken, o Hikmet Bayur’a şöyle dedi:
“Bu kitabın yurda sokulmasını yasaklamakla hükümet hataya düşmüştür. Bu zat bizim yaşadığımız safahatı eksik bile yazmış. Bu eksikliği ben tamamlayayım da, kitaba eklensin, memleket de kitabı okusun.”
Sonra Hikmet Bayur, yeniden kitabı kaldığı yerden okumaya başladı. Atatürk, yine büyük bir dikkatle dinliyordu. Bir başka bölüme geçilmişti. Hikmet Bayur’un birkaç sayfa atladığını fark eden Atatürk:
“Ne var ki o kısımda, sayfaları atladınız?” diye sordu. Hikmet Bayur, çekingenlik içinde:
“Paşam, izin verirseniz burasını okumadan geçeyim.” dedi. Atatürk iyice meraklanmıştı:
“Nedir yahu, bu atlamak istediğiniz? Adam ne söylemiş, ne yazmışsa hepsini bilelim. Okumaya devam…”
Atatürk okutmakta ısrar, Bayur okumamakta inat ediyor, aralarında sessiz bir çekişme geçiyordu. Atatürk sonunda biraz sertçe:
“Ne diyor bu adam bizim için? Hakaret mi ediyor? Hayvan mı diyor?” diye sordu:
Hikmet Bayur bu sözler üzerine iyice şaşırdı. Cümleleri kekelemeye başladı. Artık kaçamak yol kalmamıştı onun için. Okumaktan başka çaresi yoktu:
“Paşam!” dedi, “Sizin Kastamonu’da şapkayı başınıza ilk giydiğiniz günü anlatırken ağır kelimeler kullanmış.” Atatürk, Armstrong’un bu sözlerine kızmak şöyle dursun, neşelenmişti bile:
“İnsanlara bazen hayvan sıfatları takar, aslan gibi deriz. Bu da onun gibi. Canı istemiş, böyle düşünmüş bizi. Neyse fena değil. Haydi, okuyun, daha neler var içinde bakalım? Bayağı eğlenceli kitap” dedi.
Atatürk’ün ne büyük hoşgörü sahibi olduğunu o gün bir kez daha anlamıştım. Büyük bir olgunluk içinde olayların ışığı altında kendi değer ölçülerini, görüşünü, geçmiş olayların ışığı altında kendi değer ölçülerine vurarak kıyaslıyordu.
Anılarla Atatürk, İstanbul Görsel Yapım Prodüksiyon