Kuzguncuk’ta yeni yaptırdığımız binaya taşınmıştık. Bir kaç hafta sonra babam:
— Mustafa Kemal Efendi’yi göreceğim geldi. Beklediğimi
kendisine söyle ve al getir.
Dedi. Büyükannemin parası ile yapılan köşk çok güzeldi.
Bütün aileyi raht rahat alacak kadar da büyüktü. Üç cephesi
denizdi. Boğaz’dan Marmara’ya kadar görüyordu. Ben bu
köşkte uzun yıllar kalamadım. Ordu saflarına katıldıktan sonra İstanbul’dan uzaklaştım.1902 yılı haziran ayı sonlarına doğru bir perşembe günü Mustafa Kemal ile beraber Kuzguncuk’a geldik. Babam evde
yoktu. Mustafa Kemal akşam yemeğini bizde yiyecek, yemekten sonra İstanbul’a dönecekti. Harp Akademisi’nin birinci
sınıfına geçmiş bulunan Pirlepeli Ali Fethi (Okyar) ile randevusu vardı. Biraz istirahatten sonra Boğaz’da gezmeye çıktık. Döndüğümüz zaman babamı evde bulduk. Elini öpen arkadaşımın o da yüzünden gözünden öptü.
— Oğlum, burası senin evin sayılır, ne için sık sık gelmiyor da davet bekliyorsun?
Diye serzenişte bulundu. Birinci katta Boğaz ve Galata rıhtımını kâmilen gören odalardan birinin bu gecelik Mustafa
Kemal’e ayrılması için talimat verdi. Arkadaşım yemekten sonra İstanbul’a dönmek zorunda olduğunu söylediği zaman izin vermedi:
— Katiyen olmaz, yarın Fuat’le beraber dönersiniz. Hem
sizi çok değerli bir erkânı harp mirlivası (tuğreneral) ile tanıştıracağım. Kendisine senden bir kaç defa bahsetmiştim.
Alâka gösterdi ve bu çocuğu ben de görmek isterim, dedi. Yarın bize öğle yemeğine gelecek.
Babam, sonra arkadaşı Osman Nizamî Paşa hakkında bilgi verdi. Paşa, ağırbaşlı, iyi tahsil görmüş bir kurmay subaydı, kumandanlıktan çok kendisini fenne vermiş bir askerdi.
Almanca ve Fransızcayı ana dili gibi bilirdi, edebiyatlarına da
hakkıyle vakıftı. İngilizceyi de hatasız konuşurdu.
— Biraz menfi yaradışlıdır.
Dedi. Babamın bundan neyi kastettiğini anlayamadım.
Yalnız kendisiyle serbestçe konuşmamızı tavsiye etti.
Osman Nizamî Paşa, Meşrutiyet yıllarında Berlin’de büyükelçilik, Balkan Savaşı’nda Sait Halim Paşa Kabinesinde
kısa bir zaman Nafıa Nazırlığı yapmıştır.
Ertesi günü öğleden evvel, Osman Nizamî Paşa ile tanıştık. Daha doğrusu Mustafa Kemal tanştı. Babamın bu eski
arkadaşım ben bir kaç defa görmüştüm.Paşa, konuşmaktan
çok dinlemeyi seven bir zattı. Fakat o gün, temkinli olmakla
beraber çenesi biraz da olsa açılmıştı. Ancak ihtiyatı elden bırakmamaya gayret ediyordu. Konuşmaların ruhu memleketin
fenaya doğru gitmekte olan durumu idi. Osman Nizamî Paşa’-
ya göre; Sultan Hamid, vehimli ve idarei maslahatçı bir hükümdardı. İstibdat idaresinin değişeceğine, hattâ yumuşayacağma dair onda hiç bir belirti yoktu. Mustafa Kemal, Paşa’nın gelecek hakkındaki sözlerini
hayretle ve irkilerek dinliyordu. Paşa:
istibdat idaresi bir gün elbette yıkılacaktır. Fakat
onun yerine Batılı mânada bir idare gelip memleketi her bakımdan acaba kalkındıracak mıdır? Ben buna inanmıyorum.
Dedi, Mustafa Kemal’in hayreti bir kat daha arttı. Paşa,
Sultan Hamid’in adamlarından biri olamaz mı idi? Acaba genç
Harbiyeli’nin ağzını mı arıyordu? Bununla beraber Mustafa
Kemal şu cevabı verdi:
— Paşa hazretleri, Garplı mânadaki idareler de zamanla
gelişmişlerdir. Bugün uyur gibi görünen milletimizin çok kabiliyeti ve cevheri vardır. Fakat bir inkılâp vukuunda bugün
işbaşında olanlar, yerlerini muhafaza etmeye kalkarlarsa, o vakit buyurduğunuzu kabul etmek lâzım gelir. Yeni nesiller
içerisinde her hususta itimada lâyık insanlar çıkacaktır. Osman Nizamî Paşa buna cevap vermedi. Yüzünden de
tasvip edip etmediğini anlamak mümkün değildi. Yemeğe oturduk. Bu konuşma bir daha açılmadı. Yalnız Mustafa Kemal’e bazı sorular sordu, arkadaşımın verdiği cevapları yakın bir ilgi ve dikkatle dinledi.
Aynı günün akşamı, Harp Okulu’na dönmek üzere olduğumuz için, taşlıkta Boğazın serin rüzgârlariyle günün sıcağını
azaltmaya çalışan iki arkadaş, Generalin müsaadelerini almak üzere yanlarına gittiğimiz zaman Osman Nizamî Paşa şu sözleri söylemişti:
— Mustafa Kemal Efendi oğlum, görüyorum ki, İsmail Fazıl Paşa seni takdir etmek hususunda yanılmamış. Şimdi
ben de onunla hemfikirim. Sen, bizler gibi yalnız erkânı harp zabiti olarak normal bir hayata atılmıyacaksm. Keskin zekân
ve yüksek kabiliyetin memleketin geleceği üzerinde müessir olacaktır. Bu sözlerimi bir kompliman olarak alma. Sende memleketin başına gelen büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna kabiliyet ve zekâ emareleri görmekteyim. înşalah yanılmamış olurum. Esasen mahcup olan arkadaşım, bu medih karşısında başını önüne eğdi.
—Paşa, hazretleri, aslâ lâyık olmadığım iltifatı gösterdiniz.
Diye teşekkür etti. Paşa’nm uzattığı eli saygı ile öptü.
Ali Fuat Cebesoy – Sınıf Arkadaşım Atatürk – syf: 34-37