Tüm insanlar gibi Mustafa Kemal Paşa de hiç kuşkusuz içinde bulunduğu toplumsal ve kültürel çevrenin ve yaşadığı döneme damgasını vuran büyük olay ve akımların etkisi altında kalmıştır. Ancak büyük liderlere özgü bir ayrıcalık olarak etkilendiği tüm değişkenleri toplu bir değerlendirme içinde yeni bir bireşime, özgün bir anlatım dünyası olan yeni bir düşünsel çerçeveye ve uygulanabilir bir eylemselliğe dönüştürerek çağına ve toplumuna etki eden bir baş aktör olmuştur. Fransız yazar Paul Gentizon, bu ayrıcalığı onun Makedonya bölgesinde doğmuş ve yetişmiş olmasına bağlamış ve Makedonya’nın önemli ihtilal girişimlerinin kaynağı olduğunun ve Niyazi Bey, Talat, Enver, Mustafa ve Mehmet Ali Paşalar gibi ihtilalcileri de üretmiş olduğunun göz ardı edilmemesi gerektiğini öne sürmüştür.
Atatürk’ün düşünce dünyasını etkilediği belirtilen olay ve olgular konusunda geniş bir yelpaze oluşturmak olanaklıdır. Ancak biz, belirlemiş olduğumuz amaç ve kazanımlar kapsamında Atatürk’ün düşünsel kimliğinin felsefî derinlik, dayanak, gerekçe ve hedeflerini belirleyen beş temel başat olay üzerinde durmakla yetineceğiz: Fransız Devrimi, Osmanlı Devleti’nin Çöküşü, Doğu Sorunu, Meşrutiyet Denemeleri ve Ulusal Bağımsızlık Savaşı.
Fransız Devrimi: Atatürk’ün düşünce ve eylemlerinde Fransız Devrimi’nin büyük bir etkisi olduğu açıktır. Bunun en geçerli kanıtı da Fransız Devrimi hakkındaki değerlendirmeleri ve Türk demokrasisinin, 1789 devriminin açtığı yolda ancak kendine özgü nitelikte gelişmekte olduğuna dikkat çekmiş olmasıdır. Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı yıllarında, Fransız Devriminin yıldönümü nedeniyle 14 Temmuz 1922’de Ankara’daki Fransız Temsilciliğinde düzenlenen törene katılması ve bir konuşma yapması, onun 1789 Devrimine verdiği önemi göstermektedir. Konuşmasına, “Fransız ulusunun 14 Temmuz ulusal bayramı, biraz da ruhunda özgürlük ve bağımsızlık aşkını taşıyan bütün ulusların bayramıdır.” diye başlayan Mustafa Kemal, ihtilallerin başlıca üç nedeni bulunduğunu belirterek bunları “özgürlükten yoksunluk”, “ekonomik yapı” ve “yönetimsizlik, halka karşı davranış” olarak sıraladıktan sonra sözlerini şöyle sürdürmüştü:
“Başlangıçta ayaklanma ve ihtilal biçiminde görülen hareket, yerini bir devrime bırakır. Fransız İhtilali de bu dönemlerden geçmiş ve ulusun toplumun vicdanında yerleşmiştir. Onun için evrensel olmuştur. Baylar, işte bugün 1789 Temmuzunun 14. gününü burada kutluyoruz ve bu, Fransızların ulusal bayramı olduğu kadar henüz özgürlüklerine kavuşmamış ulusların da sevinecekleri bir gündür. Türk tarihinde de istilacı orduların İzmir’den denize dökülmesi, bizim ulusal tarihimiz için dünya tarihinde yepyeni bir dönem olacaktır. Bu da artık istila için hiçbir memleketin özgürlük ve bağımsızlıklarını yok etmeye olanak bulunmayışıdır. Eğer haksızlığa uğramış Asya ve Afrika ulusları, bizim bağımsızlık mücadelemizden bir ibret dersi almışlarsa kendileri için pahalıya da mal olsa, bu yola gireceklerdir. Özgürlük ve bağımsızlıktan yoksun bir ulus için, yaşamanın ne anlamı ne de zevki vardır. Baylar, bizim Asya’yı ayaklanmaya ve savaşmaya sürükleyişimiz, Fransız ulusunu kahramanca hareketlere sürükleyen nedenlerden daha az kuvvetli ve daha az mantıkî değildir.”
Bu sözler, Mustafa Kemal’in özgürlük ve bağımsızlık anlayışının kökeninde Fransız Devrimi’nin yattığını, onun Türk Kurtuluş Savaşı ile Fransız Devrimi arasında kurduğu ilişkiyi ve Türk bağımsızlık savaşımının sömürgeci devletlerin yönetimi altında bulunan Asya ve Afrika ülkelerinin ulusal bağımsızlıkları için ilk büyük örnek olacağı hakkındaki inancını, hiç yoruma yer bırakmayacak açıklıkta göstermektedir. Mustafa Kemal Paşa, yeni Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olarak Le Matin gazetesi muhabirine verdiği ve 8 Mart 1928 günkü Hâkimiyeti Milliye’de yayımlanan demecinde, Fransız Devrimi’nin önemini bir kez daha vurgulayarak Türk Devrimi ile ilişkisini şöyle belirtiyordu:
“Fransa İhtilali bütün dünyaya özgürlük düşüncesini yaymıştır ve bu düşüncenin bugün de esas ve kaynağı bulunmaktadır. Ancak o tarihten bu yana insanlık ilerlemiştir. Türk demokrasisi, Fransa İhtilalinin açtığı yolu izlemiş ancak kendine özgü belirgin nitelikte gelişmiştir. Çünkü her ulus, devrimini, toplumsal ortamın baskılarına ve gereksinmelerine bağlı olan durum ve konumuna ve bu ihtilal ve devrimin olduğu zamana göre yapar.”
Fransız Devriminden esinlenmek ve ona dayanarak, kendi döneminin koşullarına ve ulusal gereklere uygun yeni bir devrimin baş düşünürü olmak, hiç kuşkusuz, Fransız Devrimine yol açan düşünceleri, akımları kabullenmek ve özgürlük, bağımsızlık gibi ana kavramları yerleştirmeye, geçerli kılmaya çalışmak demektir.
- Osmanlı Devleti’nin Çöküşü: Osmanlı toplumunun iç dinamikleri, mevcut toprak ve siyaset düzenini sürdürecek değil, bozacak biçimde bir değişim geçirmiş ve 19. yüzyıla girilirken çeşitli iç ve dış etkenlerin baskısı altında devleti, çöküşün eşiğine getirmişti. Öte yandan devletin yoğun baskı ve gücü nedeniyle, bu iç dinamikten iktidar seçeneği olabilecek güçte kurtarıcı ve devrimci bir toplumsal muhalefet de ortaya çıkamamıştı. Dolayısıyla siyasal bir muhalefetin olmadığı çöküş sürecinde, devletin tüm dizginleri bürokrasinin eline geçmiş ve bu sayede daha seçkin ve dokunulmaz bir konum elde eden bürokrasi giderek kendini ve devleti de yozlaştıran bir yönetim zihniyetini kurumsallaştırmaya yönelmişti. Bu çözülmenin doğal sonucu olarak, Osmanlı Devleti, bütün bir 19. yüzyıl boyunca, bir yandan devletin dağılması öte yandan da bunun önlenmesi uğrunda gerçekleştirilen yenilikler üzerinde gelişme gösterdi. Ancak eski olan ile yeni olanı bir arada yaşatma tutkusu nedeniyle yeniliklerden beklenilen amaçlar bir türlü gerçekleşmiyor; devlet hızla çözülürken, sürekli yitirdiği savaşlar sonucunda da kaygı verici ölçüde küçülüyordu. Nitekim 1878 Berlin Barışı’nın ardından Balkanlardaki konumu iyice zayıflamış; Kuzey Afrika, Akdeniz, Ege ve Doğu Anadolu’daki topraklarını büyük ölçüde yitirmişti. Daha da kötüsü 20. yüzyıl başlangıcında tüm umudunu, diktatör bir partinin entrikalarıyla kendisini içinde buluverdiği bir savaşa bağlamıştı ve bilindiği gibi sonuç, Mustafa Kemal Paşa’nın görev yaptığı Çanakkale dışında, tüm cephelerde Osmanlı’nın aleyhine olmuştu. Bu askerî olduğu kadar siyasal anlamda da Osmanlı varlığının sonu anlamına geliyordu. İmparatorluğun çöküşüne tanık olmak, Mustafa Kemal ve kuşağını endişelendirmekteydi. Duyarlı kimseler olmaları, birtakım gizli örgütlenmelere gitmelerine yol açtı ve bu durum onları -kendileri asker olmasına karşın- ekonomik, siyasal ve toplumsal alanlarda araştırmaya yöneltti.
- Doğu Sorunu: Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecine girmesiyle birlikte, Batılı Devletlerin “Türklerin Avrupa’dan atılması ve Doğulu kalmaya zorlanması” bağlamında bir içerik kazanmış olan bu politikası, Atatürk’ün gençlik yıllarından başlayarak bu konuda yoğun bir okuma ve inceleme uğraşısı içinde olmasına yol açmıştır.
- Meşrutiyet Denemeleri: Meşruti demokrasi ya da diğer bir ifadeyle iktidarın sınırlandırılması arayışları, Atatürk’ü, bir yandan Avrupa’da gelişmekte olan anayasal devlet ve temel hak ve özgürlüklere dayalı siyasal geleneklerin oluşumuna yol açmasından dolayı, öte yandan da bu gelenekleri kurumsallaştırma arzusu içinde olan değişim yanlısı genç bir kuşağın doğumunu sağlaması nedeniyle etkilemiştir.
- Ulusal Bağımsızlık Savaşı: Bağımsızlık Savaşımız Atatürk’ün toplumsal ve kültürel yapının derinliklerine inmesine yol açmış ve bu eşsiz deneyim içerisinde, büyük öndere kuramsal ve düşünsel birikimini ülke gerçeklerine uyarlama ve eyleme dökülebilir bir biçimde tasarlama şansını vermiştir.
SÖYLEV (1919-1927) ve DEMEÇLER (1928-1938) syf: 3-6