Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti’nin yöneticileri, düşmana boyun eğerek tahtın geleceğini kurtarabilecekleri inancıyla, yurdun istilâsı dâhil düşmanların her isteğine boyun eğmişlerdir. Bu durumun sonucu olarak onuru ve yurdu istilâya uğrayan Türk halkı vatanını, namusunu ve geleceğini kurtarmak amacıyla direnişin ve tam bağımsızlık ülküsünün simgesi olan Kuvayı Milliye’yi oluşturmuştur. Yurdun her köşesinde kurulan bu yerel örgütler kurulduktan bir süre sonra Kurtuluş Savaşı destanını yazmış olan kahraman Türk ordusunun çekirdeğini oluşturmuştur.
Kuvayı Milliye’yi oluşturanlar; düşman esareti altında yaşamaktansa şereflice ölmenin yüceliğine inanan ve soylu tarihinin her döneminde bu yüceliği yaşamının yegâne varlık nedeni olarak gören, adıyla güzel, yüreğiyle güzel, cesaretiyle güzel Türk’ün çocuklarıydı. Bunların en güzeli de şüphesiz Mustafa Kemal’di. Aşağıdaki anekdot, onun Kuvayı Milliye hakkındaki ilginç ve bir o kadar da anlamlı değerlendirmesini yansıtan güzel bir örnektir:
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra memleket işgal edilmiş, ordu dağılmış, elde bir şey kalmamış durumdaydı.
Yabancılar artık Türkiye’nin tarihe karıştığını iddia ediyor, memleket üzerinde pazarlıklar yapıyorlardı.
İşte bu sırada ATATÜRK Samsun’a çıkmış, Erzurum ve Sivas Kongresi’ni topluyor, Kuvayı Milliyenin oluşmasına çalışıyordu.
Bu durum karşısında etrafındakilerden umutsuzluk içinde olan birisi, bir gün Mustafa Kemal’e:
-Paşam, dedi, memleket işgal edilmiş, ordu tümüyle dağılmış, büyük devletler bizim sonumuzu görüşüyorlar. Galip devletlerin kuvvetli orduları ve donanmaları karşısında kurmak istediğiniz “Kuvayı Milliye” neye yarar?
Mustafa Kemal gayet sakin şu cevabı verdi:
-Kuvayı Milliye, namuslu bir insanın yastığının altındaki tabancaya benzer. Namusunu koruması için, herhangi bir ümidi kalmadığı zamanda hiç değilse intihara yarar.
Besleyici; s. 103-104.