Salih Bozok anlatıyor:
“..Bu sırada, bir iki gün evvel esir edilmiş olan bazı Yunan zabitleri karargâha getirilmişti. Gazi Paşa esirlerin arasında bulunan erkânıharp zabitini (kurmay subay) yanına istedi. Yunan zabitine bir çay ısmarladı ve kendisinden vaziyet hakkında ayrıntılı bilgi istedi. Zabit iki gün evvel esir edilmiş olduğu için, son vaziyetten haberdar olmadığını söyledi. Bunun üzerine Başkumandan Gazi Paşa haritayı açarak alınan raporlara göre ortada olan vaziyeti işaret etti. Karargâhımızdaki Yunan erkânıharbi de Yunan ordusunun düşmüş olduğu ağı görmüş ve vaziyetin vehametini anlamıştı. Gayr-i ihtiyarî (istemsizce) parmağını haritanın üzerinde gezdirdi:
“Bu vaziyete nazaran, iki kolordu kumandanımızla dört fırka kumandanımızın, kıtaatınız (askeri birlikerlerinizin) çemberi içinde bulunduğunu zannederim” dedi.
Gazi Paşa, aldığı bu bilgiyi derhal telefonla Kemalettin Sami Paşaya bildirdi, bahsedilen kumandanların esir edilmesini buyurdu. Yunan zabiti, evvelce Türkçe bilmediğini söylemiş ve kendisiyle tercüman vasıtasıyla ve Rumca görüşülmüştü, fakat Gazi’nin Türkçe olarak verdiği bu emri işitir işitmez benzi kül gibi oldu.
Elini alnına götürdü, üzüntüsünden getirilen çayı içmedi ve çadırdan dışarı çıkmak için müsaade istedi. Kendisinin Türkçe bildiğini ve gayr-i ihtiyarî verdiği bilgiden dolayı pişmanlık hissettiğini anlamıştım. Ben de beraber dışarı çıktım, kendisine Türkçe olarak:
“Nerelisin?” dedim.
Selanikli olduğunu ve Kule Kahvehaneleri Mahallesi’nde ikamet ettiğini söyledi. Ne tesadüf. Ben de Selanik’te o mahallede ikamet etmekte idim:
“Ne için o güzel Selanik’i bıraktın da buralara geldin?” diye sordum.
“Askerim, emir aldım.” cevabını verdi. Başı fevkalâde ağrıdığından dolayı da fazla konuşmaya kuvveti olmadığını ilave etti. Gereken ilâçları kendi bavulumuzdan verdik.
Kemalettin Sami Paşa Karargâhında
Gazi Paşa Yunan erkânıharp zabitinden bu haberi aldıktan sonra otomobilin hazırlanmasını emretti. Kemalettin Sami Paşa’nın karargâhına gitmek arzu ediyordu. Birinci Ordu Kumandanı yolun fevkalâde muhataralı (tehlikeli) olduğunu söylediyse de Gazi’yi alıkoymak mümkün olmadı.
Hep beraber Kemalettin Sami Paşa’nın bulunduğu tepeye geldik. Kemalettin Sami Paşa dürbünüyle düşmanın Dumlupınar civarındaki ovadan hareketlerini takip ediyordu. Gazi Paşa sordu:
“İleride bir duman görüyorum. Bu nedir?” Kemalettin Sami Paşa cevap verdi:
“Düşman ağırlıklarını yakıyor, paşa hazretleri.” Gazi Paşa:
“Şu sağdaki köy ve duman nedir?” dedi. Kemalettin Sami Paşa:
“Dövüştüğümüz düşman çekilirken yalnız ağırlıklarını değil, köyleri, şehirleri sakinleriyle beraber ateşe veren bir düşmandır. Yanan Çal Köyü’dür, Yunanlılar yakmıştır” cevabını verdi. Gazi Paşa orada hangi kıtalarımızın (askeri birliklerimizin) olduğunu da sordu. On birinci fırkanın (tümen) bulunduğu cevabını alınca şu soruyu sordu:
“Telefona muhabere (haberleşme) mümkün müdür?”
“Henüz telefon tesis etmedik. çünkü bir gün evvel o civardaki tepelerde düşmanla muharebe (savaş) edilmiştir.”
Gazi Paşa on birinci fırkanın bulunduğu bölgeye gitmek istediğini söyledikten sonra beraberimizde Kemalettin Sami Paşa da bulunduğu hâlde Çal Köyü istikametine doğru yola koyulduk.
Tepeye geldiğimiz zaman düşmanla harp başlamıştı. On birinci fırka kıtası avcı halinde ve bizim üç dört yüz metre ilerimizde hareket ediyordu. On birinci fırkanın topçuları aramızdaki bir tepeden düşmana ateş atıyordu. Gazi Paşa bu vaziyeti gördükten sonra kesin sonucun bir an önce gerçekleşmesi için fırka kumandanını da kendi nezdinde uyardı ve topçunun önümüze geçmesini, piyadenin ileri harekete devam etmesini buyurdu.
Fırka kumandanı derhal atına binerek yıldırım süratiyle avcı hattına gitti. Böylece karşımızdaki düşmana -hareketlerini gözle seçebilecek kadar- yaklaştık. İkinci ordu kıtasının da sağ cenahımızdan (taraf) düşmanı tazyik etmekte (sıkıştırmakta) olduğunu haber aldık. Her taraftan sıkıştırılmış ve ateşten bir çember içine alınmış olan düşman tam manasıyla şaşkına dönmüştü.
Güneş Gurup Ederken (Batarken)
Birkaç saat geçti, güneş gurup ediyordu (batıyordu). Ufuktaki dağların arkasına çekilen güneşin son ışıkları, askerlerimizin düşman mevzilerinde parlayan süngülerine aksetmişti (yansımıştı). Gece başlarken ateş kesildi. Elimize ulaşan raporlar ve telefonla verilen haberler hemen hemen birbirinin aynı olarak şu malûmatı ihtiva (içermek) ediyordu:
“Bozguna uğrayan düşman kuvvetleri çil yavrusu gibi dağıldılar; dağlara, tepelere, ormanlara iltica ediyorlar.”
Diğer taraftan, raporlarda düşmanlardan alınan ganimetler hakkında da bilgi vardı. Yalnız on birinci fırkanın karşısındaki Yunan kuvveti, beşi koşulu olduğu halde 25 top bırakıp kaçmıştı.
Karanlık basmıştı. Karargâhımızın bulunduğu Afyon’a döneceğimizi zannederken Gazi Paşa Hazretleri Dumlupınar Köyü’ne gitmek için emir verdiler. Muharebe meydanından ayrılarak Dumlupınar’a geldik. Ne yanımızda, ne de köyde eşya vardı. Sabaha kadar -Gazi Paşa ve hepimiz- oda döşemeleri, peykeler (tahta sedir) ve toprak üzerinde yattık. Eşyamız anca ertesi gün öğle üzeri geldi. Gazi Paşa’nın çadırlarını köy evlerinden birinin damı üzerine kurduk.
Yunan Generallerinin Hayreti
Tam bu sırada Fırka Kumandanı Kâzım Paşa muharebede esir edilmiş olan dört Yunan generalini getirdi. Bu generaller, bir gün evvel başkumandan paşanın esir edilmelerini telefonla Kemalettin Sami Paşa’ya emir buyurdukları kolordu kumandanları idi.
Gazi Paşa generallerle görüşerek gereken bilgiyi aldı. Generallerden birisi kendilerine sorulan soruların ardından kiminle teşerrüf etmekte olduğunu sordu:
“Mustafa Kemal Paşa’dır!” dedik. Hayretle gözlerini açtı, inanmak istemiyordu. Sorusunu tekrarladı:
“Fakat bu Mustafa Kemal Paşa, bizim bildiğimiz Mareşal Mustafa Kemal midir?” dedi. Görüştüğü zatın hakikaten Başkumandan Mustafa Kemal Paşa olduğunu öğrendikten sonra:
“Dün burada mıydı?” diye sordu.
“Başkumandanlık muharebesini bizzat kendisi idare etmiştir.” cevabını verdik. Düşman generali bir müddet sustu. Sonra bakışlarını hürmet ve takdirle Gazi Paşa’ya atfetti ve dudaklarından şu sözler döküldü:
“Zafer, galibiyet, şeref ve bu topraklar… Her şey sizin hakkınızdır. Bizim Hagi Anesti İzmir’den kıpırdanamadı.”
Ertesi günü ben Büyük Millet Meclisi Riyasetine (Başkanlığına) muharebeler ve cereyan eden ahval (durum) hakkında telgrafla bilgi vermek üzere Gazi Paşa hazretlerinin emirleri gereğince Dumlupınar’dan Afyon’a henüz telgraf hattı tesis edilmediğinden Bolvadin’e gitmeye mecbur oldum.
Anılarla Atatürk, İstanbul Görsel Yapım Prodüksiyon