26 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde düşman yüzgeri etmiş, İzmir’e doğru kaçıyor, biz bazen süvarilerle, bazen piyadelerle yan yana Mustafa Kemal Paşa’nın otomobili ile peşini bırakmıyoruz. Nif Kasabası çevresindeki köylerden birinin yanından geçiyoruz. Köy ahalisi, çoluğu çocuğu, yaşlısı genciyle yol boyuna dökülmüş… Açacak sofrası, uzatılacak ekmeği yok ama; testisi, maşrapası var. Kaptığı gibi yol boyuna dizilmişler; gelene uzatıyorlar, geçene uzatıyorlar:
– Susamışsındır yiğidim, hele iç!…
-Çok yaşa! Ellerin nur olsun nine!..
Bir nakliye kolu yolu tıkamıştı. İster istemez durduk. Mustafa Kemal Paşa bu arada bir sigara içmek istedi. Toz gözlüklerini alnına kaldırdı, tabakasını çıkartarak bir sigara yaktı. Köylüler çevremizi sarmışlar, hep bir ağızdan “kurtulmanın sevincini” söyleşiyorlar; elbiseleriyle arabanın tozunu siliyorlar, testilerindeki su ile yıkamaya çalışıyorlar, dualar okuyorlardı. Biz de bir daha yaşanmaz tabloya bakıyorduk…
Birden, içlerinden biri, toz gözlüklerini alnına kaldırmış Mustafa Kemal Paşa’ya dik dik bakmaya başladı. Hemen tetiklendim. Bir süre sonra yavaş, yavaş elini arkaya doğru attı. Sandım ki silah çekecek!.. Elimi tabancama en yakın noktaya getirdim ve kılıfı açtım. Adam arka cebinden, umduğum silah yerine, bir kağıt parçası çıkardı. Avucunun içine sıkıştırdığı kağıda baktı. Mustafa Kemal’e baktı, kağıda baktı. Mustafa Kemal’e baktı:
-Aha ağalar, aha be!.. Aha Mustafa Kemal Paşa!.. Aha sıfatı, (avucundaki fotoğrafı gösteriyordu) aha kendi!..
Mustafa Kemal paşa, ne o zaman değin görülmüş, ne ondan sonra görülecek dehşetli bir sevgi hücumuna uğradı… Kim neresini ele geçirmişse öpüyor, okşuyor, yüzünü gözünü sürüyordu. Kadınlar, genç kızlar çizmeleri üzerinde birikmiş tozları parmaklıyor; sonra bu tozla gözlerine sürme çekiyorlardı..
Bu, hiçbir kalemin anlatamayacağı bir manzara idi.. Mustafa Kemal Paşa ağlıyor, ben ağlıyorum, şoför ağlıyor, köylüler ağlıyor… Üzerinden hâlâ duman tüten taze savaş toprakları, mutluluk yaşlarıyla sulanıyordu. Havada barut kokusu ve hıçkırıklar vardı…
İsmet Bozdağ, Atatürk’ün Başyaveri Salih Bozok anlatıyor