Baylar, artık bugün yaşam ve insanlığın gerekleri tüm gerçekliğiyle ortaya çıkmıştır. Bunlara ters düşen söylentiler ahlak ve inanca temel olamaz. Gerçek ortaya çıkınca yalan ortadan kalkar. Temelsiz sözler, boş inanlar kafalardan çıkmalıdır. Her türlü yükselme ve ilerlemeye yatkın olan ulusumuzun, düşünce ve toplum devrimi yolunda adımlarını kısaltmak isteyen engeller ne olursa olsun ortadan kaldırılmalıdır.
Ağustos 1924, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II
Durumu ve gerçeği bilenler, bağlı bulundukları ulusun insanlarını ellerinden geldiği kadar uyarıp aydınlatarak onlara kurtuluş hedefine doğru yürüme yolunda kılavuzluk etmeyi en büyük insanlık ödevi bilmelidirler.
***
Baylar; bütün insanlığın, tecrübe, bilgi ve düşüncede yükselip olgunlaşması, Hristiyanlıktan, Müslümanlıktan, Budizmden vazgeçerek sadeleştirilmiş ve herkesçe anlaşılacak bir hale getirilmiş evrensel, arı, lekesiz bir dinin kurulması ve insanların şimdiye kadar, pislikler, kaba arzu ve istekler arasında bir sefalet ortamında yaşamakta olduklarını kabul ederek bütün vücutları ve zekaları zehirleyen çürümüş, kokmuş tohumlan yok etmeye karar vermesi gibi koşulların gerçekleşmesi için gerekli olan bir “evrensel birliği” düşünün tatlı bir düş olduğunu yadsıyacak değiliz.
1927, Nutuk
Uluslar tasa, keder nedir bilmemelidirler. Şeflerin ödevi yaşamı neşe ve sevinçle karşılama konusunda ulusuna yol göstermektir. Vaktiyle kitaplar karıştırdım. Yaşam hakkında filozofların ne dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görüyordu. “Değil mi ki hiçiz ve sıfıra varacağız, dünyadaki geçici yaşamımız süresinde neşe ve mutluluğun yeri yoktur” diyorlardı. Başka kitaplar okudum; bunları daha akıllı adamlar yazmıştı. Diyorlardı ki: “Değil mi ki sonu nasıl olsa sıfırdır bari yaşadığımız sürece neşe ve sevinç içinde olalım.” Ben kendi karakterim bakımından ikinci yaşam görüşünü yeğliyorum, ama şu sınırlamalar içinde: Bütün insanlığın varlığını kendi benliklerinde gören insanlar mutsuzdurlar. Hiç kuşku yok ki, o adam bir birey olarak yok olacaktır. Herhangi bir kişinin yaşadığı sürece memnun ve mutlu olması için gereken şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Aklı başında bir adam ancak böyle davranabilir. Yaşamda tam zevk ve mutluluk, ancak gelecek kuşakların varlığı, onuru ve mutluluğu için çalışmaktır. Bir insan böyle davranırken “benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığımı sezebilirler mi” diye düşünmemelidir. Hatta en mutlu olanlar hizmetlerinin bütün kuşaklarca bilinmemesini yeğleyecek karakterde olanlardır. Herkesin kendine göre bir zevki var. Kimi bahçeyle meşgul olmak, güzel çiçekler yetiştirmek ister. Bazı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır. Bahçesinde çiçek yetiştiren adam çiçekten bir şey bekler mi? İnsan yetiştiren adam da çiçek yetiştirenin duygularıyla hareket edebilmelidir. Ancak böyle düşünen ve çalışan adamlar, ülkelerine ve uluslarına ve bunların geleceğine yararlı olabilirler. Bir adam ki ülkenin ve ulusun mutluluğunu düşünmekten çok kendini düşünür, o adamın değeri ikinci derecededir. Zaten kendisine değer veren ve bağlı bulunduğu ulus ve ülkeyi ancak kişiliğiyle var sanan adamlar uluslarının mutluluğuna hizmet etmiş sayılmazlar. Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler uluslarını yaşamak ve ilerlemek olanaklarına ulaştırabilirler. Kendi gidince ilerleme ve hareket durur sanmak aymazlıktır. Şimdiye kadar üzerinde durduğum noktalar ayrı ayrı toplumlarla ilgilidir. Fakat bugün bütün dünya ulusları aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmaktadırlar. Bu nedenle insan, bireyi olduğu ulusun varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar bütün dünya uluslarının rahatını ve refahını düşünmeli ve kendi ulusunun mutluluğuna ne kadar değer veriyorsa, bütün ulusların da mutluluğu için hizmette bulunmaya elinden geldiğince çalışmalıdır. Bütün akıllı insanlar bilirler ki, bu alanda çalışmakla hiç bir şey yitirilmez. Çünkü, dünya uluslarının mutluluğuna çalışmak başka bir yoldan kendi rahatını ve mutluluğunu sağlamaya çalışmak demektir. Dünyada ve dünya ulusları arasında dirlik, açıklık ve iyi geçim olmazsa, bir ulus kendisi için ne yaparsa yapsın dirlikten yoksun kalır. Onun için sevdiklerime şunu öğütlerim;
Ulusları yöneten kimseler, elbette her şeyden önce kendi ulusunun varlık ve mutluluğuna ön ayak olmak isterler. Fakat aynı zamanda bütün uluslar için aynı şeyi istemek gerekir. Bütün dünyada olup bitenler bize bunu açıkça kanıtlar. En uzakta sandığımız bir olayın bizi bir gün etkilemeyeceğini bilemeyiz. Bunun için insanlığın tümünü bir vücut ve bir ulusu bunun bir parçası saymak gerekir. Bir vücudun parmağındaki acıdan diğer bütün parçalar etkilenir. Dünyanın herhangi bir yerinde bir rahatsızlık varsa “bana ne” dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa, aramızda olmuş gibi onunla ilgilenmeliyiz. Olay ne kadar uzak olursa olsun, bu ilkeden şaşmamak gerekir. İşte bu görüş, insanları, ulusları ve hükümetleri bencillikten kurtarır. Bencillik de, kişisel olsun her zaman kötü bir huy sayılmaktadır, O halde konuştuklarımızdan şu sonucu çıkaracağım: Doğal olarak kendimiz için gereken bütün şeyleri düşüneceğiz ve gereğini yapacağız. Bundan sonra da bütün dünya ile ilgileneceğiz.
Kısa bir örnek: Ben askerim. 1 . Dünya Savaşı’nda bir ordunun başındaydım. Türkiye’de başka ordular ve onların komutanları vardı. Ben yalnız kendi ordumla değil, öteki ordularla da ilgileniyordum. Bir gün Erzurum cephesindeki hareketle ilgili bir sorun üzerinde durduğum sırada yaverim dedi ki:
– Niçin sizinle ilgisi olmayan bir sorunla uğraşıyorsunuz?
Cevap verdim.
– Ben bütün orduların durumunu iyice bilmezsem, kendi ordumu nasıl yöneteceğimi kestiremem.
Bir devlet ve ulusu yönetme durumunda bulunanların her zaman göz önünde tutmaları gereken sorun budur. Sırası gelmişken sayın konuklarımıza şunu diyeceğim: Ben düşündüklerimi sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda saklanması gerekli olmayan bir sırrı kalbinde taşıma gücü olmayan bir adamım. Çünkü ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi hep halkın önünde söylemeliyim. Yanlışım varsa, halk beni yalanlar. Ancak şimdiye kadar halkın beni yalanladığını görmedim.
Mart 1937, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II