Baylar, Sivas’ta toplanmasını sağlamaya çalıştığımız Kongreye her yerden delege seçtirmek ve onların Sivas’a gelmelerini sağlamak için, Amasya’da başlamış olan çalışma ve yazışmalar daha sürüp gidiyordu. Bütün komutanlar ve her yerde birçok yurtsever olağanüstü çaba gösteriyordu. Ancak yine, her yerde olumsuz ve karşıtçı propagandalar ve özellikle İstanbul Hükümetinin engelleyici önlemleri, işi zorlaştırıyordu. Kimi yerlerden, hem delege seçmiyorlar hem de halkın yürek gücünü kıracak ve herkesi umutsuzluğa sürükleyecek karşılıklar veriyorlar. Örneğin; Yirminci Kolordu Komutanı adına Kurmay Başkanı Ömer Halis Bey’in İstanbul’dan alınan bilgileri kapsayan 9 Ağustos 1919 günlü gizli telinde şu maddeler ilgi çekici görüldü.
- İstanbul delege göndermiyor. Orda yapılan işleri uygun görmekle birlikte, atılgan bir duruma girmek istemiyor.
- İstanbul’dan delege göndermek olanak dışındadır. Önerilen kişiler, orada verimli, başarılı iş göreceklerine güvenemediklerinden, boşuna para harcamamak ve yolculuk sıkıntıları çekmemek için yola çıkmıyorlar (Bilindiği gibi kimi kişileri özel mektupla da çağırmıştık).
Biz, dört bir bucaktan delege seçtirmek ve göndertmekte karşılaşılan güçlükleri yenmeye çalışırken öte yandan, Kongre için en güvenilir yer olarak seçtiğimiz Sivas’ta da bir endişe ve çalkantı başladı.
Baylar, burada, sırası gelmişken söyleyeyim ki ben Sivas’ı gerçekten her yönden güvenilir saymış olmakla birlikte, daha Amasya’da iken, Sivas’a gelen bütün yollar üzerinde uzaktan ve yakından her türlü askerî önlem ve düzeni aldırmayı da uygun bulmuştum.
Sivas’taki çalkantı şöyle öğrenildi. 20 Ağustos günü öğleyin, Sivas’taki Vali Reşit Paşa’nın istemesiyle telgraf başına çağrıldığım zaman Paşa’nın uzun bir teli veriliyordu.
(Vali bu uzun telinde, Sivas’a gelen bir Fransız Binbaşısı ile arasında geçen konuşmayı ve bu konudaki kaygılarını dile getirmekte; Fransız Binbaşısının sözlerinden, Sivas Kongresinin toplanmasının tehlike oluşturacağını ve kongrenin toplanması durumunda Fransızların, kongre üyelerini ele geçirecekleri kanısına vardığını iletmektedir. Bu nedenle de kongrenin Erzincan’da toplanması konusunda, Mustafa Kemal Paşa’ya ricada bulunmuştur. Yanıtında, bunun yersiz bir kaygı olduğunu ve Fransız subayının gözdağı vermeye çalıştığını belirten Atatürk ise; bu asılsız haberlerin halkın yürek gücünü sarsacağını düşündüğünden halka duyurulmaması gerektiğini de önemle vurgulamış ve sözlerini şöyle sürdürmüştür:)
Baylar, Diyarbakır ve Bitlis yöresinde, halkı aydınlatmak düşüncesiyle, oralarda ordu komutanı olarak bulunduğum sıralarda kendileriyle tanıştığım birtakım ileri gelen kişilere özel mektuplar yazdım ve Van, Bayazıt çevrelerinde bulunan kimi aşiret başkanlarıyla da bağlantı ve ilişki kurdum. Daha sonra Baylar, ağustos içinde, her yerde birtakım delegelerin Sivas’a yola çıktıkları ve kimilerinin de Sivas’a varmaya başladıkları anlaşıldı. Sivas’a varan delegeler bizim ne zaman yola çıkacağımızı sormaya başladılar. Artık Erzurum’dan ayrılmak gerekiyordu. Ama şimdiye değin verdiğim bilgiden anlaşılmıştır ki Sivas Kongresi doğu ve batı illerinin ve Trakya’nın yani bütün ülkenin birliğini sağlamak amacını güdüyordu. Bunun için doğu illerinin bu Kongrede delegelerinin bulunması gerekirdi. Bu illerden, Sivas Kongresi için delegeler seçtirmeye kalkışmak, elverişli olmayan bir düşünceydi. Erzurum Kongresinde bulunan delegelerin de Sivas’a götürülmeye kalkışılamayacağı da anlaşılıyordu. Kaldı ki geldikleri yerlerden Doğu İllerinin Haklarını Savunma adına yetki almış olan bu delegelerin daha genel bir amaca ilişkin yetkileri de yoktu. Yine bu nedenle, Erzurum Kongresinin, Sivas Kongresine doğu illeri adına bir delege topluluğu gönderme yetkisi olmayacağı da ortadaydı. Yeniden delege seçtirmeye kalkışmak ne ölçüde işe yaramaz idiyse, birtakım kuramsal düşüncelerin çerçevesi içinde sıkışıp kalmak da o ölçüde işe yaramazdı. En kolay ve çıkar yol, Doğu İllerinin Ulusal Haklarını Savunma Derneğinin Temsilciler Kurulunu Sivas’a götürüp Kongreye katmaktı.
(Üyeler çeşitli gerekçe ve özürler bildirerek Kongrede bulunmamıştır.)
Sonunda, Temsilciler Kurulu üyesi olarak, Erzurum’dan üç kişi, Erzincan’dan bir kişi ve Sivas’ta bulduğumuz Bekir Sami Bey’le beş kişi olduk ve Sivas Kongresini oluşturan delegelerin belgelerini incelemek gereği duyulduğu zaman, ben, orada şöyle bir belge yazdım ve altını Temsilciler Kurulu mührüyle mühürledim.
Temsilciler Kurulundan:
Mustafa Kemal Paşa
Rauf Bey
Din bilginlerinden Raif Efendi
Şeyh Fevzi Efendi
Bekir Sami Bey
Yukarıda adları yazılı kişiler, Doğu Anadolu adına Sivas Kongresi’nde bulunmak üzere Erzurum Kongresince görevlendirilmiştir. (Mühür)
Baylar, Erzurum’dan çıktığımız gün, 29 Ağustos 1919’dur. Amasya’dan Erzurum’a gelirken, Sivas’ta küçük bir öyküye konu olan olayı unutmamışsınızdır. Şaşırtıcıdır ki Erzurum’dan Sivas’a giderken de buna benzer küçük bir durumla karşılaştık. Erzincan’dan batıya doğru yola çıktığımız günün sabahı, Erzincan boğazına gelir gelmez, birtakım jandarma erlerinin ve subaylarının, tedirgin ve korkulu bir davranışla otomobillerimizi durdurduklarını gördük. Durumu açıkladılar: “Dersim32 Kürtleri, Boğazı tutmuşlardır. Tehlike var. Geçilemez.” Bir subay, merkeze güç gönderilmesini yazmış, o güç gelince gerekli düzenlemeyi yapacak, saldırıp haydutları püskürtecek ve yolu açacakmış… Pek iyi ama bu haydutların gücü nedir, neresini nasıl tutmuş, ne kadar güç gelecek ve ne zaman gelecek?!
Bu bilmeceler çözülünceye değin, geriye, Erzincan’a dönmek ve kim bilir kaç gün beklemek gerek! Bizim ise, işimiz pek ivediydi. Ben, Erzurum ile Sivas arasındaki yolu belli süre içinde aşıp belli günde, Sivas’ta bulunamazsam şurada veya burada, şundan ya da bundan ötürü korktuğum ve beklediğim Sivas’ta ve her yerde duyulursa bozgun başlayabilir, işler altüst olabilirdi. Öyleyse karar? tehlikeyi göze alıp yola devam etmek. Başka çözümümüz de yoktu. Yalnız küçük bir düzenleme yapmayı uygun buldum.
Ellerinde hafif makineli tüfekler bulunan özverili arkadaşlarımızdan birkaçını (Şimdi bir alay komutanı olan Osman Bey ki Tufan bey adıyla tanınmıştır, bunların başında idi.) bir otomobil ile kendi otomobilimizin önüne geçirdik. Sağdan soldan gelecek, uzaktan açılmış ateşlere önem verilmeyerek otomobiller hızla şose üzerinde ileri yürümeye devam edecekler. Vurulan, ölen olursa, onlarla ilgilenilmeyecek… Tam şose üzerinde ve yakınında, yolu kapayan haydutlarla karşılaşılırsa, hepimiz otomobillerden atlayacağız ve bunlara saldırarak yolu açacağız ve kalanlar yine, kullanılabilecek durumda olan otomobillere binerek ve hızla ilerleyerek yola devam edecekler… İşte verilen buyruk da buydu…
Bu düzenleme ve davranışı akla uygun ve güvenilir görmeyenler bulunabilir. Gerçi o günlerde Elazığ Valisi Ali Galip Bey’in Dersim’de dolaştığı ve kimi oyalayıcı işler yapmaya ve türlü düzenler kurmaya çalıştığı biliniyorduysa da açıklayayım ki ben, her şeyden önce, boğazın gerçekten tutulduğuna inanmadım. Bunu, İstanbul Hükümetinin yardakçısı olabileceğini sandığım kimi kişilerin, yalnızca beni durdurmaya zorlamak için uydurdukları bir düzen saydım. İkincisi, Dersim Kürtleri Boğazı tutmuşlarsa bunların yapabilecekleri işin, uzak tepelerden yola ateş etmekten başka bir şey olmayacağı bence çok olasıydı. Kısacası yürüdük, Boğazı geçtik ve 2 Eylül 1919 günü Sivas’a vardık. Halkın, kentin çok uzaklarından başlayan büyük ve parlak gösterileriyle karşılandık.
Üçüncü Kolordu Komutanı olan Selahattin Bey, Sivas’ta bulunuyordu. Vali Paşa ile birlikte, Kongreye gelen delegelerin yerleştirilmesinde ve Temsilciler Kurulu için lise binasının ve kongre toplantı salonunun düzenlenmesinde ve her türlü önlemin alınmasında konukseverliğe örnek olacak biçimde olağanüstü çalışmışlardı. Refet Bey orada değildi. Nerede bulunduğunu da kimse bilmiyordu. Oysa 7 Temmuz 1919 günlü yönergemiz gereğince, kendi bölgesi olan Üçüncü Kolordu bölgesinden ayrılmaması gerekli ve üstelik tam Sivas’ta Kongre toplanacağı günlerde orada bulunması da uygun olacaktı. Yazışma sonunda kendisinin Ankara’da olduğu anlaşıldı. Ankara’da Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’ya, “Hemen ve kesinlikle Sivas’a gönderilmesini” buyurdum. 7 Eylülde geldi. Kendisini Temsilciler Kurulu üyesi olarak Kongre üyelerine tanıttım.
Baylar, bizden önce gelmiş olan delegeler, bizi beklerken aralarında toplantılar yapmışlar ve hazırlık niteliğinde kimi tasarılar kaleme almışlar. Bizim varışımızdan sonra da kimi özel toplantılar ve görüşmeler olmuş ve bu kez birtakım kararlar da verilmiş. İzin verirseniz, çok özel bir niteliği olduğu için, bu noktayı açıklayayım:
Sivas Kongresi 1919 Eylülünün dördüncü Perşembe günü öğleden sonra saat ikide açıldı.
(Atatürk, Söylev’in bu noktasında, Hüsrev Sami Bey’den Rauf Bey ve birtakım kişilerin Refet Bey’in evinde toplanarak kendisini başkan yapmama kararı aldıklarını öğrendiğini ve buna başlangıçta inanamadığını anlatır. Ancak, Kongre sırasında, Rauf Bey’in, Atatürk’ün “Kim Başkan olsun?” yönündeki sorusuna “Siz olmayın” biçiminde yanıt vermesi ve ardından da yaşlı bir delegenin abece sırasına göre başkan olunmasını önermesi, bu bilgiyi büyük ölçüde doğrulamıştır. Arkadaşlarının sergilediği bu olumsuz tutum karşısında büyük üzüntü duyduğunu belirten Atatürk, duygularını ‘Baylar, ben yurdun, öneriyi yapanla birlikte bütün ulusun, hepimizin nasıl bir felaket çıkmazında bulunduğumuzu göz önüne getirerek, kurtuluş çaresi olduğuna inandığım girişimleri bitmez tükenmez güçlükler ve engellere karşın nesnel ve tinsel bütün varlığımla yürütmeye çalışırken, benim en yakın arkadaşlarım, daha dün İstanbul’dan gelmiş olup ve işlerin içyüzünü elbette bilmeyen, saygı duyduğum yaşlı bir kişinin diliyle bana, senlikten benlikten söz ediyorlar.’ Tümcesiyle dile getirmiştir. Tüm bunlara karşın, büyük önder, yapılan gizli oylamada, üç kişi dışında diğer bütün üyelerin oylarını alarak başkan seçilmiştir.)
Sivas Kongresi’nin gündemi, Erzurum Kongresi’nin tüzük ve bildirisi ve bir de bizden önce Sivas’a gelmiş olan yirmi beş kadar üyenin düzenlediği bir andırıdan oluşacaktı. İlk açılış günü olan 4 Eylül günü ile beşinci, altıncı günleri, yani üç gün.
İttihatçı olmadığımızı açıkça belirtmek için ant içmek gereğini konuşmakla ve ant örneğini düzenlemekle; Padişaha sunulacak yazıyı yazmakla ve Kongrenin açılışı dolayısıyla gelen tellere karşılık vermekle ve daha çok da Kongre, siyasetle uğraşacak mı, uğraşmayacak mı konusunun tartışılmasıyla geçti. İçinde bulunulan didişme ve uğraşmalar, siyasetten başka bir şey değilken bu son tartışmalara şaşılmaz mı? Sonunda, Kongrenin dördüncü günü asıl konuya geldik ve o gün, Erzurum Kongresi Tüzüğü’nü görüşerek hemen sonuca bağladık. Çünkü Erzurum Kongresi Tüzüğü’nde yapılması gereken değişiklikleri önceden hazırlamış ve gerekli gördüğümüz üyeleri bu konuda aydınlatmış bulunuyorduk. Bununla birlikte, yapılan değişiklikler, sonradan kimi direnmelere, anlaşmazlıklara ve birçok yazışma ve tartışmalara yol açtığı için, bu değiştirilen noktaların önemlilerini bildireceğim:
- Derneğin adı “Şarki Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti”33 idi, “Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti” oldu.
- “Temsilciler Kurulu Doğu Anadolu’nun bütününü temsil eder” sözü yerine “Temsilciler Kurulu yurdun bütününü temsil eder.” dendi. Üyeler arasına da altı kişi daha eklendi.
- “Nasıl olursa olsun, yurdumuza girmeyi ve işimize karışmayı Rumluk ve Ermenilik örgütleri oluşturma amacıyla yapılmış sayacağımızdan elbirliğiyle savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir.” yerine “Nasıl olursa olsun, yurdumuza girmeyi ve işimize karışmanın ve özellikle Rumluk ve Ermenilik örgütleri oluşturma amacını güden davranışların durdurulması için elbirliğiyle savunma ve uğraşma ilkesi kabul edilmiştir.” denildi. Bu iki tümcedeki ayrılık, anlam bakımından elbette pek büyüktür. Birincisinde Anlaşma Devletleri’ne karşı düşmanca bir durum alınacağı ve direnileceği söylenmiyor. İkincisinde bu yön açıkça belirmiş oluyor.
- Tüzüğün dördüncü maddesini oluşturan sorun, oldukça tartışmalara yol açtı. Madde şuydu: “Osmanlı Hükümetinin yabancı devletler baskısı karşısında, buraları (yani doğu illerini) bırakmak ve buralarla ilgilenmemek zorunda kaldığı anlaşılırsa yönetim, siyaset, askerlik bakımlarından nasıl davranılacağının belirtilmesi ve saptanması” yani geçici yönetim kurma işi.
Sivas Kongresi Tüzüğü’nde bu maddedeki “buraları” yerine “ülkemizin her hangi bir parçasını bırakmak ve orası ile ilgilenmemek…” biçiminde kapsayıcı ve genel sözler kondu.
Bundan sonra, 8 Eylül toplantısında, söz ettiğim andırıya değinildi. Bu andırıda başlıca Amerikan güdümü sorunu üzerinde duruluyordu.
O günlerde, İstanbul’dan gelen kimi kişiler, Amerikalı Bay Bravn (Browne) adında bir gazeteciyi de Sivas’a getirmişlerdi. Bu işle ilgili olarak Kongrede geçen görüşmelerden söz açmadan önce konu üzerinde, yüce kurulunuzun yeterince aydınlanmasını sağlamak üzere, ilkin, bu konuya giriş olarak birtakım bilgileri sunayım. Bu bilgiler, Erzurum’dan beri başlayan kimi yazışmalardan daha iyi anlaşılacağı için, onları olduğu gibi sunacağım.
(Atatürk Söylev’in bu bölümünde, Amerikan güdümüyle ilgili çok ilginç on bir telyazısına yer vermektedir. Bu telyazılarında özetle şunlar dile getirilmektedir:
- Beşinci Kafkas Tümeni Komutanı Vekili Arif Bey, kendisiyle görüşme yaptığı Bekir Sami Bey’in Amerikan güdümünü doğru bulduğunu bildirmekte ve Sivas Kongresinin toplanma tarihi konusunda bilgilendirilmek istemektedir.
- Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, doğrudan Bekir Sami Bey’e bir telyazı göndererek, Amerikan güdümüne taraftar olmasının ayrıntılı gerekçelerini bildirmelerini istemiştir.
- Bekir Sami Bey yine Arif Bey aracılığıyla Mustafa Kemal Paşa’ya tel yazdırmış ve Amerikan güdümünün, savaştan önceki sınırlarıyla Osmanlı Ülkesinin bizde kalması ve Padişah soyunun egemenlik haklarına dokunulmaması koşullarıyla isteneceğini belirtmiştir.
- Atatürk, Bekir Sami Bey’e 1 Ağustos 1919’da gönderdiği telde, böyle bir güdümcülüğün Amerika’ya ne gibi bir çıkar sağlayacağını ve kendisinin bu konudaki kişisel düşünce ve bilgilerinin ne olduğunu sormaktadır.
- Bunun üzerine Bekir Sami Bey, Amerika ile yapılan görüşmelerin resmî değil özel olduğunu, bu nedenle güdümün koşulları üzerinde durulmadığını söylemiştir.
- Halide Edip (Adıvar) 10 Ağustos 1919’da çok uzun bir tel göndererek; Fransa, İngiltere ve İtalya’ya neden güvenilemeyeceğini anlatmakta ve Amerikan güdümünü ‘katlanılabilir kötü durum’ olarak tanımladıktan sonra, bu öneri üzerinde düşünülüp çalışılmasını beklediklerini iletmektedir.
- Afyonkarahisar’daki 12. Kolordu Komutanı Selahattin Bey’den 12 Ağustos 1919’da gelen gizli telde, İstanbul’daki çeşitli partilerin Amerikan Komisyonuna verilmek üzere aldıkları ortak kararlar bildirilmektedir. Buna göre: 1- Türkiye’nin doğu sınırlarında bir Ermenistan kurulması; 2- Bu amaçla bölgeden boşaltılacak Türk ve Kürtlere Amerika’nın yardım etmesi; 3- Erzincan ve Sivas yöresindeki Ermenilerin yeni Ermenistan sınırları içine gönderilmelerinin sağlanması; 4- Ermenistan hesabına toprak vermenin bağımsız bir Ermenistan değil, büyük ve uygar bir devletin güdümü altında bulunacak bir Ermenistan olacağının bilinmesi; 5- Amerikan Komisyonundan bir kişinin bu amaçla oralara gönderilmesi; 6- Bu işin yasal bir karara bağlanmasının Mebuslar Meclisine bırakılması önerilecektir.
- Mustafa Kemal Paşa, On İkinci ve Yirminci Kolordu Komutanlıklarına yazdığı yanıtta, İstanbul’daki çeşitli siyasal partilerin aldıkları kararların Erzurum’da, Hakları Koruma Derneği Temsilciler Kurulunda büyük üzüntü ile karşılandığını, bu kararların kabul edilemez olduğunu, İstanbul’daki parti ve derneklerin kendi yetkileri dışına çıkmamaları gerektiğini ve bu telin olduğu gibi İstanbul’a gönderilmesini istediğini bildirir.
- Ali Fuat Paşa 14 Ağustos 1919’da gönderdiği yanıtında, İstanbul’dan gelen yanıtlarda Amerikan güdümünün kabulünden söz edildiğini ve yazılan mektuplardan, bu görüşün tanınmış pek çok kişinin düşüncesine uygun olduğunun anlaşıldığını bildirmektedir.
- 17 Ağustos 1919 tarihli telde ise Ali Fuat Paşa, Kara Vâsıf Bey’in yolladığı ek bilgiden söz etmekte ve Amerikan güdümünün kabul edilmesi durumunda İngiliz, Fransız ve İtalyanları çıkarma olanağının doğacağının ve yalnızca Amerikalarla uğraşmanın daha kolay olacağının düşünüldüğü bildirilmektedir.
- Mustafa Kemal Paşa 20. Kolordu Komutanlığı aracılığıyla Kara Vâsıf Bey’e gönderdiği telde; “Sözü edilen Amerikan güdüm ve yardımının pek çok dikkatle incelenmesi, ulusal amacımızla karşılaştırılması pek önemlidir. İstanbul’da çalışanların amacının, ulusal birliğin, yurdun bütünlüğünün, bağımsızlık ve egemenliğinin sağlanması diye anlatıldığına ve gösterildiğine göre, Amerika’nın güdümü kabul edilince bu amaç, dokunulmaz olarak kalabilir mi” diye sormuş ve ulusal onaya bağlanmamış olan kararların, ulusça hiçbir zaman tanınmayacağını kesin bir dille belirtmiştir.)
Şimdi Baylar, Kongrede güdüm işi üzerine yapılan görüşme ve tartışmayı, elden geldiğince orada geçtiği gibi yüce kurulunuza dinletmeye çalışacağım:
Birçok kişi söz aldılar. Kimseye söz vermeden önce, başkanlık yerinden tutanaklara olduğu gibi geçen şu kısa düşünceleri öne sürdüm: “Bu andırıdaki konular üzerinde görüşmeye başlamadan önce, kimi noktalara dikkatinizi çekmek isterim. Bu raporda, örneğin Bay Bravn’dan söz edilmekte ve elli bin kişilik bir işçi ordusu getirileceğini söylediği yazılmaktadır.”
Baylar, Bay Bravn: “Ben resmî bir kişi olarak görüşmüyorum, büsbütün özel olarak görüşüyorum.” diyor ve Amerika’nın güdümü kabul edeceğini değil, belki etmeyeceğini söylüyor! Onun için sözleri, Amerika adına değil, kendi adınadır; güdümün ne olduğunu kendisi de bilmiyor! “Güdüm, siz ne derseniz odur!” diyor. Bu andırıda önemli olarak güdüm sorunu vardır. Bunun üzerinde görüşme açmadan önce on dakika dinlenelim (saat: 15.25).
Sonraki oturumda – İlk söz Vâsıf Bey’indir dedim. Vâsıf Bey ilkin, güdümün tanımı üzerinde uzun bir konuşma yaptı. Sözü başkalarına bıraktı. Bir daha söz aldı ve “İlkin genel olarak güdümü kabul edelim de koşulları üzerinde sonradan görüşürüz.” dedi.
Üyelerden Macit Bey adında bir kişi – “Genel kurulca asıl görüşülecek konu, şimdiden sonra yalnız yaşayabilecek miyiz, yaşayamayacak mıyız? Güdümü ne türlü anlayarak güdümcü ile nasıl görüşeceğiz? Güdümcü kim olacaktır? Asıl sorun budur” yollu konuştu. Ben, başkanlık yerinden – “Sanırım bu raporda iki görüş beliriyor: Bunların birincisi, devletin iç ve dış bağımsızlığından vazgeçmemesi ve ikincisi de devlet ve ulusun zararlı dış baskılara karşı bir yardım ve desteğe gereksinmesi bulunup bulunmamasıdır. Asıl duraksamayı gerektiren nokta budur. İzin verilirse, bu nokta üzerinde düşünülmesi için raporu, Öneri Komisyonuna verelim. Sonra da yüce kurulunuza sunalım. Herhalde iç ve dış bağımsızlığımızı yitirmek istemiyoruz.” dedim. Bunun üzerine söz alan Bekir Sami Bey: “Üzerimize aldığımız görev çok ağır ve önemlidir; boş tartışmalara ayıracak hiçbir dakikamız yoktur. Bu andırımız üzerinde görüşelim ve ivedilikle zaman geçirmeksizin bir karara varalım.” dedi. Ben, başkanlık yerinden: “Bu sorunu, Komisyon Başkanı olmak dolayısıyla, açıklayayım (Ben aynı zamanda Öneri Komisyonu Başkanı idim): Bu andırı, Komisyonda okundu ve pek çok görüşüldü, tartışıldı ancak kesin karar oluşturacak bir kanıya varılamadı. Daha önce, genel kurulda okunmaksızın Öneri Komisyonuna verilmişti. Bunun için bir kez de burada okunup genel kurulun görüşü belli olduktan sonra gene Öneri Komisyonuna sunarak kesin kararı vermek istemiştik.” dedim. İsmail Fazıl Paşa (rahmetli) da söz alarak şunları söyledi: “Bekir Sami Bey’in düşüncesine katılırım; yitirecek zamanımız yoktur. Aslına bakılırsa iş de kolaylaşmıştır: Tam bağımsızlık mı, yoksa yabancı bir devletin güdümünü mü isteyeceğiz? Alacağımız karar budur. Böyle önemli, en önemli olan bir işi, bir daha komisyona göndermek ve ondan sonra yeniden genel kurula getirmekle zaman geçirmeyelim. İş uzar. Zamanımız değerlidir. Buna, bugün, yarın ya da öbür gün her durumda genel kurulda bir karar verelim. Komisyonda zaman geçirmeyelim. Çünkü pek önemli bir sorundur.”
Bundan sonra Hâmi Bey söz alarak İsmail Paşa Hazretleri ile Bekir Sami Beyefendi’nin düşüncelerine katıldığını söyledikten sonra “Herhalde bize bir yardım gereklidir; bunun en ilkel kanıtı da devlet gelirlerinin ancak borcumuzun faizini karşılayabilmesidir.” buyurdular.
Bundan sonra, Raif Efendi, güdüme karşı konuştu. İsmail Fâzıl Paşa ona karşılık yollu uzun bir konuşma yaptı. Ondan sonra yeniden Bekir Sami Bey konuştu ve dedi ki: “İsmail Fâzıl Paşa Hazretlerinin her bakımdan katıldığım konuşmasına bir şey ekleyeceğim: Kırım Savaşını, düşmanı yenerek bitirdikten sonra katıldığım Paris Kongresinde, savaş ortaklarımızın bize yükledikleri o bilinen koşullarla, bu şimdi okunan andırıdaki isteklerimiz karşılaştırılacak olursa, hangisinin daha çok bağımsızlığı zedeleyeceği anlaşılır sanırım!”
Bekir Sami Bey’den sonra Hâmi Bey ve Hâmi Bey’den sonra da Refet Bey (Refet Paşa) konuştular. Refet Bey’in söylediği şuydu: “Güdümün bağımsızlığı zedelemeyeceği kuşku götürmez iken, kimi arkadaşlarımız: ‘Bağımsız mı kalacağız, yoksa güdümümü kabul edeceğiz?’ yollu birtakım düşünceler ileri sürüyorlar! Onun için her şeyden önce güdümün ne olduğu anlaşılmalıdır. Bununla birlikte, güdümden söz açmadan önce de zihinleri gıcıklayan bu raporda, bu deyime ne gözle bakıldığını anlamak gerekir. Fâzıl Paşa Hazretleri ‘bağımsızlığı koruma koşulu ile güdüm’ buyuruyorlar. Hâmi Beyefendi’nin güdümle ilgili olarak verdiği andırı iki bölüme ayrılıyor: Bir gerekçe bölümü var, ondan sonra bir de güdümün tanımıyla ilgili bölüm var… Güdüm sorununu bunlardaki görüşlere göre ele almak için önce bir noktayı anlamak isterim; bu andırının içindekiler genel kurulca görüşülmüş müdür, görüşülmemiş midir?” İsmail Fâzıl Paşa: “Yanlış anlamaya yol açtığından biz üçümüz -yani Fâzıl Paşa, Bekir Sami ve Hâmi Beyler- bu andırıyı geri alıyoruz. Verilmemiş saydık.” dedi. (Bu andırının müsveddesi de temizi de kendilerinde kalmıştır.)
Başkanlıktan – “Andırı geri alınmıştır.” dedim.
Andırının geri alındığına bakmayarak söz alan Refet Bey, tutanakta beş altı sayfa yer tutan anlaşılır bir söylev verdi. Bu söylevin tutanaktan olduğu gibi aldığım kimi tümceleri, konuşmacının amacını açıklamaya yetecektir sanırım.
Refet Bey diyor ki: “Bizim Amerikan güdümünü yeğlemekten amacımız, bütün toplumları tutsak kılan; yürekleri, vicdanları söndüren İngiliz güdümünden kurtulmak, yumuşak ve ulusların vicdanlarına saygı gösteren Amerika’yı kabul etmektir. Yoksa asıl iş, para sorunu değildir. ………. söz olarak, güdüm ile bağımsızlık birbirine engel şeyler değildir; yalnız, eğer biz gerçekte güçlü olmazsak işte o zaman güdüm altında eziliriz ve o zaman güdüm bizim için bağımsızlığı bozucu olur. Bir de diyelim ki biz içerde ve dışarıda tam bir bağımsızlık isteriz. Ama acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz, yapamayacak mıyız? Ondan önce, acaba bizi kendi başımıza bırakacaklar mı, bırakmayacaklar mı? bunu düşünelim! Şurası kuşku götürmez ki bugün İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan bizi paylaşmak istiyorlar ama eğer biz, bugün bir devletin kefilliği altında bir barış yapacak olursak ileride, uygun koşullar altında bulunur bulunmaz, hemen döner ve kendi çıkarımızı sağlarız. Ama eğer olumsuz bir durum ortaya çıkacak olursa, acaba büsbütün zarar etmiş olmayacak mıyız? ………. Her durumda bir Amerika kefilliğini kabul etmek zorundayız. Yirminci yüzyılda beş yüz milyon lira borcu, yıkık bir yurdu, pek verimli olmayan bir toprağı ve ancak on, on beş milyon lira geliri olan bir ulus için bir dış yardım olmaksızın yaşamak olanağı bulunmaz! Eğer bundan sonra da bu durumumuzda kalır ve bir dış yardımla kalkınmayacak olursak belki ileride Yunanistan’ın bile saldırılarına karşı kendimizi savunamayız… Tanrı korusun, eğer İzmir Yunanlılarda kalsa ve aramızda bir savaş açılsa düşmanımız, Yunanistan’dan vapurla asker getirecek durumda iken, acaba biz Erzurum’dan hangi trenlerle ulaştırmamızı yapabileceğiz? Bundan dolayı Amerikan güdümü her şeyden önce bir kefil ve destek bulmak için gereklidir.” Konuşmacı sözlerini şöyle bitirdi: “Eğer bu söylediklerimle gelecek görüşmelere bir başlangıç yapabildimse buna sevinirim.”
Baylar, bu parlak ve ustaca söylevin, dinleyenlerin düşünce ve kanıları üzerinde yapabileceği yanıltıcı etkinin ölçüsünü kolaylıkla kavrayabilirsiniz… Bunun ardından, gelebilecek olan aynı düşüncedeki konuşmacıların söylevleriyle, Kongre üyelerinin büsbütün zehirlenmesine ortam hazırlamamak ve özel aydınlatma ve uyarmalara zaman bulabilmek için, hemen: -On dakika dinlenelim efendim, diyerek oturuma ara verdim (saat: 17:30)
Baylar, bu söylevin son tümceleri dikkat çekicidir. Refet Beyefendi, Yunanlıları İzmir’de geçici sayıyor ve onlarla savaşmakta olduğumuzu kabul etmiyor. Yunanlılar İzmir’de kalırsa ve savaş durumuna girilirse başa çıkamayacağımız kanısında bulunuyor. Bundan sonraki oturumda Bursa delegelerinden Ahmet Nuri Bey, güdüme karşı uzun bir konuşma yaptı. Hâmi Bey buna daha uzun bir konuşma ile karşılık verdi ve gerçekten pek uzun olan konuşmasının sonlarına doğru konuşmasını şu bilgileri vererek pekiştiriyordu: “Ama şimdi biraz da işin kesin bildiğim bir yönünden söz açacağım. İşin bu evresinde ilgili kişi ile kendim görüştüğümden sözlerim yaklaşık değil, kesindir. İstanbul’dan ayrılmadan önce eski Sadrazam İzzet Paşa Hazretlerini görmeğe gitmiştim; kendileri de kesinlikle bir güdümün bizim için gerekli olduğu kanısında idiler; benden de bu konudaki düşüncemi sordular, ben de düşündüklerimi söyledim; birkaç gün sonra beni çağırtıp şu sorunu açıkladılar: Suriye ve Adana bölgesinde dolaştıktan sonra İstanbul’a gelip siyasal partilerin görüşlerini öğrenmeye çalışan Amerika Soruşturma Kurulu üyeleri, İzzet Paşa’yı konağında ziyaret ederek Anadolu’daki ulusal örgütün Türk ulusunu temsil ettiğine inandıklarını ve Paşa’yı da -yani İzzet Paşa’yı- bu işe önayak olan bir kişi olarak bildiklerini söylemişler ve “Eğer siz, Erzurum ve Sivas Kongrelerine Amerika’nın güdümünü istetecek olursanız, Amerika da Osmanlı Devleti’nin güdümcülüğünü kabul edecektir.” demişler. Paşa, bana bunu anlattıktan sonra, bu ulusun bir savaşa daha gücü kalmadığını ve her durumda böyle bir yola başvurmak zorunda bulunduğumuzu söyledi ve Sivas’a gittiğim zaman oradakilere bu durumu anlatmamı öğütledi. İzzet Paşa’nın kanısı da bu yolla istenecek bir güdümün yüzde doksan kabul edilebileceği ve yalnız bizim için birtakım koşullar ileri sürmenin zorunlu bulunduğu yolundadır. Hatta Paşa, ulusun isteğine dayanmaksızın Amerika’nın güdümcülüğü kabul etmeyeceğini, Kongrece belirtilecek isteğin Avrupa Devletlerine karşı Amerika için bir dayanak olacağını bile söyledi. Ben bu sorunu İstanbul’dan gizli telle Erzurum’da Rauf Bey’le bildirdim.” “Güdümün kendisinden çok adına takılanlar yok yere kaygıya düşüyorlar, sözcüğün önemi yoktur. Önem, işin özünde ve niteliğindedir. Güdüm altına girdik demeyelim de isterlerse, sonsuza dek yaşayacak devlet olduk! diyelim.”
(Bunun üzerine Vâsıf Bey de söz almış ve Refet Bey’in konuşmasını destekler nitelikte bir konuşma yapmıştır.)
Eylülün dokuzuncu salı günü yapılan toplantıda güdüm konusuna dokunan Rauf Bey’in tutanağa geçen sözleri şudur: “Bu güdüm sorunu üzerine şimdiye dek gerek basın ve gerekse başka çevrelerce birçok sözler söylendi. Yüce kurulunuz, dış destek düşüncesini kabul buyurduysa da bu desteği kimden isteyeceğimiz belirtilmedi. Amerika olduğu kapalı olarak anlatılıyorsa da bence, doğrudan doğruya adının söylenmesinde bir sakınca olamaz.”
Bu sözlere bakılırsa Rauf Bey’in görüşüyle, gerek Sivas Kongresi ve gerek Erzurum Kongresi Genel Kurullarının görüşleri arasında bir yanlış anlama olduğu kuşku götürmez. Rauf Bey’in konuşmasında yorumlanan bu anlayışın, gerek Erzurum ve gerek Sivas Kongreleri bildirilerinin yedinci maddesindeki yazılış özelliğinden doğduğu kanısına varılabilir. Gerçekten, bu maddenin yazılışında, belki güdüm istemede pek ileri giderek sonu gelmez propagandalarıyla kamuoyunu bulandıranları susturmak ve belki bundan daha çok, onların savlarına bir karşılık olmak üzere bir tür özellik vardır. Maddede yazılanlar mantık ışığında okunup incelenince bunların içinde ne güdümü ne de Amerika’nın güdümcülüğünü isteme düşüncesinin bulunmadığı anlaşılır. Bu noktayı açıkça göstermek için söz konusu maddeyi olduğu gibi anımsatmak isterim:
Madde 7- Ulusumuz, bu çağın ülkülerini yüce bilir; teknik, sanayi ve ekonomi durumumuzu ve bize gerekli olanları iyice anlar. Bundan ötürü, devletimizin ve ulusumuzun içte ve dışta bağımsızlığı ve yurdumuzun bütünlüğü korunmak koşuluyla, altıncı maddede belirtilen sınır içinde ulusçuluk ilkelerine saygılı ve yurdumuzu ele geçirme amacı gütmeyen herhangi devletin, teknik, sanayi, ekonomi yardımını sevinçle karşılarız ve bu adaletlice, insanca koşulları kapsayan bir barışın da ivedilikle gerçekleşmesi, insanlığın esenliği ve dünyanın rahatlığı adına ulusal isteklerimizin en önemlisidir.
Baylar, bu maddenin hangi noktasında güdüm ve güdümcünün Amerika olacağı düşüncesi vardır? Olsa olsa: “Herhangi devletin teknik, sanayi, iktisat yardımını sevinçle karşılarız.” sözlerinden güdüm düşüncesine kapılanlar bulunabilir. Ama güdümün anlamı ve özü elbette bu değildir. Her zaman ve bugün de bu açık anlama göre yapılacak yardımları sevinçle karşılamaktayız ve karşılarız. Sonuçta Ankara-Ereğli ve Fevzi Paşa Diyarbakır demiryollarının yapılması için bir İsveç grubunun ve KayseriSivas-Turhal yollarının yapılması için de bir Belçika grubunun teknik, sanayi, ekonomi yardımlarını seve seve kabul ettik ve sözgelişi Ankara kentinin ve öbür Anadolu kentlerimizin bir an önce bayındırlaşmasına ve bütün öteki demiryollarımızla karayollarımızın ve limanlarımızın yapımına yardım etmek isteyecek yabancı sermaye sahiplerinin yardımlarını seve seve kabul ederiz. Yeter ki yurdumuza sermaye getireceklerin, devletimizin ve ulusumuzun iç ve dış bağımsızlığını ve yurdumuzun bütünlüğünü zedeleme ereğini güden gizli düşünceleri olmasın. Bu maddede yer alan “ulusçuluk ilkelerine saygılı ve yurdumuzu ele geçirme amacı gütmeyen herhangi devlet” sözünden Amerika Devleti anlamı çıkarılmasına yer yoktur. Çünkü bu ilkelere saygılı dünya devleti yalnız Amerika değildir. Örneğin İsveç Devleti, Belçika Devleti de bu nitelikte devletler değil midir? Bu devletlerden herhangi birinin güdümcülüğü de söz konusu olabilir mi? Bir de eğer Amerika Devleti’ne kapalı olarak gönderme yapılmak istenseydi “herhangi devletin” yerine “bir devletin” ya da hiç olmazsa sadece “devletin” sözleriyle yetinmek gerekirdi. Demek ki maddenin açıkladığı koşullar içinde teknik, sanayi, ekonomik yardımın iyiye yorulduğu, bütün devletleri kapsar görüldüğü açıktır.
Baylar, bu güdüm konusundaki görüşümü –ki bundan önce yapılan ve bu dakikada yüce kurulunuzun da bilgi edinmiş bulunduğu bunca yazışma ve tartışmalarımızla kanıtlanmıştır- aylardan beri, gece gündüz yanımda bulunan bir arkadaşın daha anlamamış olduğu düşünülebilir mi? Öyle ise ya Rauf Bey’in öteden beri benimle görüş birliği yoktu ya da görüş birliği vardı da Sivas’ta, İstanbul’dan gelenlerle konuştuktan sonra düşüncesini değiştirmişti. Burasını kestirmek bence güçtür. Şimdi biraz daha Rauf Bey’i dinleyelim. Rauf Bey, sözlerine şöylece devam ediyor: “Ateşkes Antlaşmasının yapıldığı sıralarda Almanlar Barış Antlaşmasını imza etmeyecek sanılırken İngiliz basını kimi gizli şeyleri açığa vurdu. Bunlardan birincisi, Almanya’nın barış antlaşmasını imza edeceği konusuydu. Bu gerçekleşti. İkincisi de Türkiye’nin paylaşılması konusuydu. Bu çok şükür gerçekleşmedi. Buna göre: Konferansın kararı gereğince Kızılırmak’ın doğu yanı Ermenistan sayılarak Amerika koruyuculuğuna veriliyor. Belki Gürcistan’la Azerbaycan da Amerika’ya bırakılıyor deniliyordu. Kızılırmak’ın batısındaki toprakların, İzmir ve İstanbul dışındaki kısımları da denize çıkış kapısı Antalya limanı olmak üzere, Türkiye oluyordu. Bu bölgenin kuzeyi, İtalyan ve Fransız; güneyi de İngiliz koruyuculuğuna ve yönetimine veriliyordu. İzmir’in ele geçirilişi bunların doğruluğunu ortaya koymaya başladı. Demek ki bu tehlike karşısında ülkemiz için en yansız durumda bulunan Amerika’nın yardımını kabul etmek zorundayız. Ben bu kanıdayım.”
Rauf Bey’in düşüncesini anlamak için, bundan sonra daha uzun süren sözlerini dinlemeye bilmem gereklik kaldı mı?
Baylar, pek uzun ve tartışmalı geçen bu güdüm görüşmeleri, güdüm isteyenleri susturacak ortalama bir çözüm yolu bulunarak bitirildi. Hem de bunu öneren yine Rauf Bey oldu: “Amerika’da yıllardan beri bize karşı yapılmakta olan kötüleyici propagandaların doğurduğu düşünce akımını düzeltmek için, her şeyden önce Amerika Kongresinden ülkemizi inceleyecek ve gerçeği görecek bir kurulu çağırmak.” Bu öneri oy birliğiyle kabul olundu. Kongre Başkanlık Kurulunun imzalarıyla bu yolda bir mektup müsveddesi hazırlandığını anımsıyorsam da bu mektubun gönderilip gönderilmediğini pekiyi anımsamıyorum. Doğrusu, bu mektuba özel bir önem vermiş değildim.
Baylar, bu arada şunu da söyleyeyim: Belge olarak başvurduğum Kongre tutanakları, Başkanlık Kurulu yazmanlığında bulunan Afyonkarahisar delegesi Şükrü ve güdümü savunan konuşmalarını dinlediğimiz Hâmi Bey’ler eliyle tutulmuş ve Hâmi Bey’in yazısıyla düzgün bir deftere temize çekilmiştir.
Baylar, Kongre 11 Eylülde sona erdi. 12 Eylülde Sivas halkının da katıldığı bir açıkoturum yapılarak kimi söylevler verildi. Kongre görüşmeleri sırasında önemli olarak Mebuslar Meclisinin tez elden seçilmesi ve toplantı yerinin neresi olması gerekeceği konularına değinildi. Ancak şimdi açıklayacağım sorunlar, Kongre görüşmelerini kısa kesmeyi gerektiriyordu. Bu son noktalarla daha sonra Temsilciler Kurulu uğraştı. 9 Eylül 1919 günü toplanmış olan kimi bilgiler Kongreye şöylece açıklandı: “Eskişehir ve Afyonkarahisar’daki İngiliz kuvvetleri iki katına çıkarıldı. General Miln (Milne), Konya’ya geldi. Konya Valisi Cemal Bey ve Ankara Valisi Muhittin Paşa karşı koymakta duraksıyorlar. Yeni Kastamonu Valisi Ali Rıza Bey de Cemal Bey türünden bir adammış. Değerli arkadaşlarımın böyle durumlar karşısında sert davranmak isteyeceklerini bildiğimden, çabuk ve sert önlemler alınmasını Fuat Paşa’dan rica etmiştim. Fuat Paşa da Kongrenin kendisine olan güvenine dayanarak Kongre adına gereken bildirim ve girişimlerde bulunmuştur. Bu türlü yürütümün yüce kurulunuzca kabul edilmesini rica ediyor. Fuat Paşa, valilere sert uyarmalar yapıyor. Bölgelere üst subaylardan ulusal komutanlar atıyor ve bu komutanlara ulus adına her türlü yetki verilmiştir, diyor.” Kongre öneriyi kabul etti. Bundan sonra açıklamaları şu yönde sürdürdüm.
“Buraya Galip Bey adında bir vali atanmış, geliyormuş ama bunun Harput Valisi Ali Galip Bey mi, yoksa Trabzon Valisi Mehmet Galip Bey mi olduğu anlaşılamadı. Ancak biz başka bir bilgi elde ettik. Bay Novil (Noel) adında bir İngiliz Binbaşısı, Bedirhanlılardan Kâmuran, Celâdet ve Cemil Beylerle birlikte yanında on beş kadar Kürt atlısı ile Malatya’ya gelmiş ve kendilerini Mutasarrıf Bedirhanlı Halil Bey karşılamıştır. Harput Valisi de bir posta hırsızını izliyor görünerek otomobille Malatya’ya gelmiştir. Bu amaçla bunlara Adıyaman’daki birlik de verilmiştir. Amaçlarının Kürtleri, Kürdistan kurmaya söz vererek işlerimizi bozmaya ve bizi öldürtmeye yollamak olduğu anlaşılmış ve karşı önlemlere de başvurulmuştur. Bu arada valiyi ve ötekilerini yakalatmak istiyoruz. Malatya Mutasarrıfı da Kürt aşiretlerini Malatya’ya çağırmıştır. Bunun üzerine On Üçüncü Kolordu bölgesinde işe giriştik. Gereken önlemler alınmıştır. Yarın akşam Harput’tan gönderilen bir birlik, ortalığı karıştıranları tepeleyecektir. Buradaki Kolordu Komutanı da gereken önlemleri almıştır. Malatya’ya ve öbür yerlere de gereken buyruklar verilmiştir.”
Baylar, hemen hemen Sivas Kongresinin toplantı süresince, sinirlere gerginlik verecek nitelikte haberler almaktan geri kalmıyordum. Ancak aldığım bütün bilgileri olduğu gibi Kongre üyelerine sunmakta yarardan çok sakınca buluyordum. Gördünüz ki şimdi açıklayacağım üzere, gerçekten tehlikeli sayılabilecek nitelikte olan Ali Galip sorunundan da söz ederken sakıngan bir dil kullanmayı yeğ tutmuştum. Bence en önemli sorun, her türlü güçlüklere ve tehlikelere göğüs gererek Sivas Kongresi görüşmelerini bir an önce sonuçlu kararlarla bitirmek ve bu kararları yurtta uygulamaya girişmekti. Bu dileğim gerçekleşti. Bütün ülkeyi kapsayan ulusal örgüt tüzüğünün ve Genel Kongre Bildirisi’nin hemen basılıp dağıtılması için gereken işler yapıldı. Yalnız beklenenin üstünde yeni olaylar karşısında kalındığından Kongre sona erdiği halde Kongre üyelerinin, durum gelişinceye değin, Sivas’ta kalmalarını uygun gördüm ve gerekirse daha güçlü bir olağanüstü Kongre toplamak için de hazırlıklar yaptım. Ali Galip’in kaçması üzerine Kongre üyelerinin Sivas’ta alıkonulmasından vazgeçildiği gibi, Ferit Paşa Hükümetinin düşmesi üzerine olağanüstü kongre toplamaya da gereklik görülmedi.
Eski adı, Hısnımansur
Eski adı, Keller
Anadolu ve Rumeli’nin Haklarını Savunma Derneği
Doğu Anadolu’nun Haklarını Savunma Derneği
SÖYLEV (1919-1927) ve DEMEÇLER (1928-1938) syf: 49-63