Baylar, İstanbul’da 10. Tümen Komutanından Ankara’da 20. Kolordu Komutanlığına 9 Mart 1920 gün ve 465 sayılı, gizli bir tel ile kapatılmış bir yazı 14 Mart 1920 günü geldi. Açılmışı şuydu:
(Telgraf Memuru Hamdi Bey aracılığıyla yapılan bu yazışmalardan, İngilizlerin, Türk Ocağı ile Mızıka Karakolu’nu basıp ele geçirdikleri ve İstanbul’u adım adım işgal etmeye başladıkları bilgileri edinilmektedir. Hamdi Bey dışında hiçbir bakan ya da milletvekilinden bu yönde bilgi gelmemiş olmasına dikkat çeken Atatürk, Hamdi Bey’e de duyarlılığından dolayı teşekkür etmekte ve ardından 16 Mart tarihli teliyle tüm valilik, mutasarrıflık ve kolordu komutanlıklarını uyarmaktadır: ‘Dış dünya ile ilişkiler kesilecek, Hıristiyan halkın huzuru bozulmayacak ve gerekenler hakkında yasal işlemler uygulanacaktır.)
Baylar, Anlaşma Güçleri, İstanbul telgraf merkezlerini ele geçirdikten sonra, yurda telle bir resmî bildirim yapmak istediler. Uyarmamız ve anımsatmamız üzerine, bu resmî bildirim –kimi merkezler dışında- hiçbir yerden alınmadı. Alanlar ve yanıt verenlerden belli başlıları şunlardır: İzmit Mutasarrıfı Suat Bey, Konya Valisi Suphi Bey.
(Bu resmî bildirimde; Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na katılmasına yol açan İttihat ve Terakki Hükümeti ile şimdi Ulusal Örgüt adıyla etkin olan kişiler kınanmakta ve bu direniş nedeniyle İstanbul’a el konulduğu açıklanmaktadır. Bildiriye göre, bu, geçici ve Padişahlık erkine saygılı bir işgaldir ve İstanbul’un Türklerde kalması ve güvenliğin sağlanması için yalnızca İstanbul’dan verilecek buyruklara uyulmalıdır. Bu düzmece karşısında, 16 Mart 1920’de tüm vali ve komutanlar ile Hakları Savunma Derneklerine bir genelge yayımlayan Atatürk, bildiriye önem verilmemesi gerektiğini ve doğru bildirimi Anadolu ve Rumeli Hakları Savunma Derneğinin yapacağını belirtmiştir.)
Baylar, o gün türlü araçlarla şu protestoyu gönderdim:
Protesto 16 Mart 1920
İstanbul’da İngiliz, Fransız, İtalyan Siyasal Temsilcilerine, Amerika Siyasal Temsilcisine,
Bütün yansız Devletler Dışişleri Bakanlıklarına ve Fransa, İngiltere, İtalya Millet Meclislerine verilmek üzere Antalya’da İtalyan Temsilciliğine,
İstanbul’da bütün resmî dairelere, ulusal bağımsızlığımızı temsil eden Mebuslar Meclisi ile birlikte, Anlaşma Devletleri’nin erleri açık açık ve zorla girmişlerdir ve ulusal amaçlara uygun iş gören birçok yurtsever kimsenin tutuklanmasına da girişilmiştir. Osmanlı ulusunun siyasal egemenliğine ve özgürlüğüne indirilen bu son yumruk; hayatımızı ve varlığımızı, ne pahasına olursa olsun, savunmaya kararlı olan biz Osmanlılardan çok, yirminci yüzyıl uygarlık ve insanlığının kutsal saydığı bütün ilkelere; özgürlük ve ulus duygusu gibi bugünkü insan topluluklarının temeli olan bütün ilkelere ve bu ilkeleri ortaya koyan insanlığın genel vicdanına indirilmiş demektir.
Biz, haklarımızı ve bağımsızlığımızı savunmak için giriştiğimiz savaşımın kutsallığına ve hiçbir gücün bir ulusu yaşama hakkından yoksun bırakamayacağına inanıyoruz. Tarihin bugüne dek yazmadığı nitelikte bir kıyım olan ve Vilson ilkelerine göre düzenlenmiş bir Ateşkes Antlaşması ile ulusumuzu savunma araçlarından yoksun etmek gibi bir düzene dayanılarak yapıldığı için, ilgili ulusların şeref ve onurlarıyla da bağdaşmayan bir davranış üzerine yargıya varmayı, resmî Avrupa ve Amerika’nın değil, bilim, kültür ve uygarlık Avrupa ve Amerika’sının51 vicdanına bırakmakla yetinir ve bu olaydan doğacak büyük tarihsel sorumluluğa son olarak bir daha dünyanın dikkatini çekeriz. Savımızın yasallığı ve kutsallığı bu güç zamanlarda, Tanrı’dan sonra en büyük desteğimizdir.
Anadolu ve Rumeli’nin Haklarını Savunma Temsilciler Kurulu adına Mustafa Kemal
(Atatürk, 16-17 Mart 1920’de ayrıca yayımladığı bir genelge ile Vali ve komutanlardan Anlaşma Devletleri’nin Millet Meclisi Başkanlıklarına protesto telleri çekmelerini, bu tellerde, saldırının özgürlük, yurtseverlik ve ulusalcılık ilkelerine yöneldiğinin ve uygar ulusların buna göz yummasının tarihsel bir sorumluluk olduğunun vurgulanmasını istemiş ve gösteri toplantıları yapılmasını sağlamaları buyruğunu vermiştir.)
Baylar, gene o gün ulusa şu bildiriyi yayımladım:
Bildiri
Bütün Komutanlara, Vali ve Mutasarrıflıklara ve Hakları Savunma Derneklerine, Belediye Başkanlıklarına, Basın Derneğine,
Anlaşma Devletleri’nin şimdiye dek ülkemizi bölüşmeye yol bulmak için giriştikleri çeşitli önlemler biliniyor. Önce Ferit Paşa ile anlaşarak ulusu savunmasız bir durumda yabancılara tutsak etmek ve yurdun birtakım önemli yerlerini savaşı kazanan devletlerin sömürgelerine katmak düşünülmüştü. Ulusal Örgütün, ulusun genel desteğiyle bağımsızlığı savunmada gösterdiği dayanç ve direniş bu düşünceyi altüst etti. İkincisi, Ulusal Güçleri aldatarak ve ondan izin alarak Doğu’da üstünlük sağlama siyaseti gütmek için, Temsilciler Kuruluna başvuruldu. Kurul, ulusun bağımsızlığını ve ülkenin bütünlüğünü sağlamadıkça ve özellikle düşman elindeki yerlerin boşaltılmasına girişilmedikçe, hiçbir türlü görüşmeye yanaşmadı. Üçüncüsü, Ulusal Güçler ile işbirliği yapan hükümetlerin işlerine karışarak, ulusal birliği sarsma ve haince karşı koymaları özendirip daha çok kötülüğe sürükleme yolu tutuldu. Ulusal birliğin oluşturduğu direnme ve dayanışma karşısında bu saldırılar da eridi. Dördüncüsü, yurdun yazgısı üzerine kaygı verici kararlar alındığından söz edilerek kamuoyuna baskı yapılmaya başlandı. Namusu ve yurdu koruma uğrunda her türlü özveriyi göze almış olan Osmanlı ulusunun dayancı ve direnci önünde, bu korkutmalar da işe yaramadı. En sonunda, bugün İstanbul’u zorla ele geçirerek Osmanlı Devleti’nin yedi yüzyıllık yaşam ve egemenliğine son verildi. Açıkçası, bugün Türk ulusu, uygarlık yeteneğini, yaşama ve bağımsızlık hakkını ve bütün geleceğini savunmaya çağrıldı. İnsanlık dünyasının beğenisi, İslam dünyasının kurtuluş dilekleri, yüksek halifeliğin yabancı etkilerden kurtarılmasına ve ulusal bağımsızlığın geçmişteki şanımıza yaraşır bir inançla savunulup sağlanmasına bağlıdır. Giriştiğimiz bağımsızlık ve yurt savaşında Ulu Tanrı’nın yardım ve kayırıcılığı bizimledir.
Anadolu ve Rumeli’nin Haklarını Savunma Temsilciler Kurulu adına Mustafa Kemal
Baylar, bir yandan da bütün İslam dünyasına seslenerek bu saldırıyı bir bildiri ile türlü araçlarla ayrıntılı olarak yaydık.
Baylar, olay üzerine daha çok bilgi almayı beklemeksizin, telgrafçı Manastırlı Hamdi Efendi’nin verdiği bilgiden ve bu bilgiyi destekleyen, İşgal Güçleri Bildiriminden durumun iç yüzünü anlayarak gerekli gördüğüm ivedi önlemleri, açıklandığı üzere, hemen el koyma günü aldım ve uyguladım. İstanbul’un ele geçirilmesi ve yapılan tutuklamalar üzerine, türlü kaynaklardan birbirini tutmaz ve şişirilmiş bilgiler gelmeye başladı. Bir de çeşitli yollarla soruşturmaları sürdürdük. Yasama görevlerini yapamayacakları kanısına vararak dağılan milletvekillerinin ve kimi kişilerin İstanbul’dan kaçıp Ankara’ya gelmekte oldukları anlaşıldı. Yolculuklarını kolaylaştırmak için, geçecekleri yerlerdeki ilgililere gerekli buyrukları verdim.
Baylar, 16 Martta İstanbul ele geçirilir geçirilmez, aldığım önlemler arasında, daha birtakımları vardır ki onları Büyük Millet Meclisinin ilk açılışında bildirmiş olduğum için burada yeniden ayrıntıya girmedim. Örneğin; Eskişehir ve Afyonkarahisar’daki yabancı birliklerinin silahlarının alınması ya da oradan uzaklaştırılmaları; Geyve, Ulukışla yakınlarında demiryollarının bozulması ve Anadolu’da bulunan yabancı subayların tutuklanmaları vb. gibi önlemlerle ilgili ayrıntıları, Büyük Millet Meclisinin ilk tutanaklarında okumuşsunuzdur. Bunlar arasında en önemlisi, olağanüstü yetkili bir Meclisin Ankara’da toplanmasını sağlama amacını güden ulusal ve yurtsal görevlerimizle ilgili karar ve bu kararın uygulanmasıdır. Baylar, bu konudaki kararımızı ve bu kararın nasıl uygulanacağını gösteren bir bildirimi, 19 Mart 1920’de, yani İstanbul’un ele geçirilişinden üç gün sonra yayımladım. Baylar, bu konu üzerinde komutanlarla hemen hemen iki gün kadar makine başında görüşerek düşüncelerini öğrendim. Ben, ilk yaptığım karalamada “Kurucu Meclis” deyimini kullanmıştım. Amacım da toplanacak meclise, “devletin yönetim biçimini” değiştirme yetkisi verilmesini ilk anda sağlamak idi. Ama bu terimin kullanılmasındaki amacı gereği gibi açıklayamadığım ya da açıklamak istemediğim için, halkın alışkın olmadığı bir terimdir diye, Erzurum ve Sivas’tan uyarıldım. Bunun üzerine “olağanüstü yetkili bir Meclis” sözünü kullanmakla yetindim.
İllere, Bağımsız Sancaklara ve Kolordu Komutanlarına,
Devlet Başkentinin de Anlaşma Devletlerince resmî olarak ele geçirilmesi; yasama, adalet ve yürütme gücünden oluşan ulusal devlet gücünü kırmış ve Mebuslar Meclisi, bu durum karşısında görev yapamayacağını Hükümete resmî olarak bildirerek dağılmıştır. Şu duruma göre, devlet başkentinin korunmasını, ulusun bağımsızlığını ve devletin kurtarılmasını sağlayacak önlemleri düşünüp uygulamak üzere ulusça olağanüstü yetki verilecek bir meclisin Ankara’da toplantıya çağrılması ve dağılmış olan milletvekillerinden Ankara’ya gelebileceklerin de bu meclise katılmaları zorunlu görülmüştür. Bunun için aşağıda bildirilen yönerge gereğince, seçimlerin yapılmasını yurtseverlik onurunuz ve anlayışınızdan beklerim:
1. Ankara’da olağanüstü yetkili bir meclis, ulusun işlerini yürütmek ve denetlemek üzere toplanacaktır.
2. Bu meclise üye olarak seçilecek kişiler, milletvekilleri ile ilgili yasal koşullara uyacaklardır.
3. Seçimde sancaklar seçim bölgesi olacaktır.
4. Her sancaktan, beş üye seçilecektir.
5. Her sancakta ilçelerden gelecek ikinci seçmenlerle sancak merkezinden seçilecek ikinci seçmenlerden ve sancak idare ve belediye meclisleriyle Hakları Savunma yönetim kurullarından; illerde, il merkez kurullarından ve il yönetim kurulu ile il merkezlerindeki belediye meclisinden ve il merkezi ile merkez ilçesi ve merkeze bağlı ilçelerin ikinci seçmenlerinden oluşmuş bir kurulca aynı günde ve aynı oturumda seçim yapılacaktır.
6. Bu meclis üyeliğine, her parti, dernek ve her toplulukça aday gösterilebileceği gibi, her kişinin de bu kutsal savaşıma eylemli olarak katılması için bağımsız adaylığını istediği yerden koymaya hakkı vardır.
7. Seçimlere, her yerin en yüksek sivil yöneticisi başkanlık edecek ve seçimi doğru yapılmasından sorumlu olacaktır.
8. Seçim, gizli oyla ve salt çoğunlukla yapılacak; oyları kurulun kendi içinden seçeceği iki kişi, kurul önünde sayacaklardır.
9. Seçim sonunda, bütün kurul üyelerinin imza edecekleri ya da kendi mühürleri ile mühürleyecekleri üç tane tutanak düzenlenecek; bir tanesi yerinde alıkonularak öteki iki taneden biri seçilen kişiye verilecek, öteki de Meclise gönderilecektir.
10. Üyelerin alacakları ödenek, daha sonra Meclisçe kararlaştırılacaktır. Ancak geliş yollukları seçimi yapan kurulların zorunlu giderleri olarak uygun görecekleri tutarlar üzerinden, her yerin hükümetince sağlanacaktır.
11. Seçimler, en geç on beş gün içinde Ankara’da çoğunlukla toplanmayı sağlamak üzere bitirilerek üyeler yola çıkarılacak ve sonuç, üyelerin adlarıyla birlikte hemen bildirilecektir.
12. Bu telin varış saati bildirilecektir.
13. Ek: Kolordu Komutanlarına, İllere, Bağımsız Sancaklara bildirilmiştir.
Temsiler Kurulu Adına Mustafa Kemal
Baylar, bir hafta içinde, çeşitli yönlerden Ankara’ya gelmekte olan milletvekilleriyle, telyazı görüşmeleriyle ilişki kuruldu. Kendilerine, acılarını azaltmaya, yürek güçlerini artırmaya yarayacak bilgiler verildi. İstanbul’da artık bizim görüşümüzü izleyecek kimse kalmamıştı. Aylarca ve türlü yol ve yöntemlerle uyarmalarda bulunduğumuz halde, bizim dediğimiz biçimde örgütler kurmayıp Karakol Derneğini kurup geliştirmeye çalışanların başları, Malta’ya sürülmüş ve İstanbul’da üyelerinin varlıklarından ve çalışmalarından bir iz kalmamıştı. Orada yeniden örgüt kurmak için çok sıkıntılı çalışmalar yapmak ve o zamanki durumumuza göre gücümüzün üstünde para harcamak zorunda kaldık.
Saygıdeğer Baylar, genel konuşmam arasında bir iki yerde, benim İstanbul’daki Mebuslar Meclisine başkan seçilmem konusuyla ilgili sorundan ve bununla güdülen amaçtan söz etmiştim. Bunun sağlanamamış olmasından, küçük bir zorluk ile karşılaştığımı da bildirmiştim. Gerçekten, İstanbul’da Meclis saldırıya uğrayıp dağılınca milletvekillerini toplamak ve özellikle, daha önce açıkladığım gibi bir meclis kurmaya girişebilmek için bir an duraksadım. Mebuslar Meclisi Başkanı Celâlettin Arif Bey’in Ankara’ya gelip gelmeyeceğini elbette bilemiyordum. Gelecek olursa, onun gelişini beklemeyi ve çağrıyı onun aracılığıyla yaptırmayı düşündüm. Ama durum pek çok hızlı ve ivedi davranmayı gerektiriyordu. Bilinmeyen bir olasılığı bekleyerek zaman yitirmeyi uygun bulmadım. Ama vereceğim kararın uygulanmasını sağlamak için de bir iki gün telgraf başında bütün komutanların düşündüklerini dinlemekle zaman geçirmek zorunda kaldım. Celâlettin Arif Bey’le Martın 27-28’inci gecesi Düzce’ye varışında, bağlantı kurulmuştu. Kendisine şu teli yazdım.
(Atatürk, Celâlettin Bey’e, olağanüstü yetkiye sahip bir meclisin kurulması ve seçimlerin çabuklaştırılması konusundaki düşüncelerini soran bir tel yazdığını; aldığı yanıtta, Celâlettin Bey’in buna katıldığını ancak bu meclisin bir yasaya göre açılması gerektiğinin bildirildiğini açıklamaktadır. Celalettin Bey ayrıca, bizim Anayasamızda buna uygun madde olmadığı için, Fransız Anayasası ilkelerine uyulabileceğini ve böylece meclis bir saldırıya uğrarsa, il ve sancak yönetim kurullarından seçilecek ikişer üyenin, yaptırım gücü yüksek olan meclisi yeniden kurabileceklerini dile getirmektedir.)
Bu yanıt tel dikkatle gözden geçirilirse, Celalettin Arif Bey’le aramızda büyük bir görüş ayrılığı olduğu kolaylıkla anlaşılır. Ben, olağanüstü yetkileri olan bir meclisin, Ankara’da toplanmasına karar verirken bizim Anayasamızda böyle bir meclisin toplanabilmesiyle ilgili bir işaret olmadığını elbette bilirdim. Ancak kararımı verebilmek için böyle bir işaretin varlığını ve yokluğunu düşünmek, hiç aklıma gelmedi. Ayrıca saldırıya uğrayan meclis üyelerinden kurtulanlar ile iller ve sancaklar yönetim kurullarından seçilecek ikişer üyeden oluşacak Mebuslar Meclisinin yeniden, eski biçim ve niteliği ile toplanmasını sağlamak için çalışmasını hiç aklıma getirmedim. Tersine, büsbütün başka nitelik ve yetkide, sürekli bir meclis kurmayı ve bu meclisle, tasarladığım devrim evrelerini birlikte geçirmeyi düşündüm. Buna göre, uyuşmazlığından kuşku etmediğim düşüncelerimizin, görüştükten sonra birleşebileceğinden umudum yoktu. Bununla birlikte 19 Mart günlü bildirimimi telle Celâlettin Arif Bey’e verdirdim.
(Celâlettin Bey’in yanıtında, bildirimin genel olarak uygun olduğundan, Ankara’ya vardığında görüşülüp ayrıca bir bildiri yayımlanacağından söz edilmiştir.)
Celâlettin Arif Bey, bildirimizi okuduktan sonra, onun içeriğinin düşündüğü ilkelere genel olarak uyduğunu söylemekle birlikte, bunları destekleyici bir bildiriyi hemen yazıp yayımlamıyor. Bu işi Ankara’ya geldikten ve görüştükten sonraya bırakıyor.
Baylar, Celâlettin Arif Bey, Ankara’ya geldikten sonra, kendisiyle ve yasalardan anlar başka kimi kişilerle bu konu üzerine oldukça uzun süren görüşmeler ve tartışmalar yapıldı. Ancak yanılmıyorsam Celâlettin Arif Bey, hiçbir zaman benim, Büyük Millet Meclisinin niteliği ve yetkisi ile ilgili görüşüme katılmamıştır. O, her zaman, toplanmış olan meclisin temel görevinin, İstanbul’daki Mebuslar Meclisinin toplanmasını sağlamak olduğunu düşünmüş ve kendisini hep o Mebuslar Meclisinin başkanı saymıştır. Bunu pekiştiren küçük bir anımı izin verirseniz anlatayım:
Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı bulunduğum ve kendisi ikinci başkan bulunduğu sırada, bir gün Başkanlık Kurulu toplantısında, Celâlettin Arif Bey’in ödenek işinden söz ettiğini ve kendisinin Mebuslar Meclisi Başkanı olması dolayısıyla o göreve özgü ödeneği istediğini, o zaman Meclis başyazmanlığı görevinde bulunan Recep Bey bildirdi. Bilirsiniz ki o zaman Meclis Başkanı, İkinci Başkanı ve öteki başkanlar ile Meclis üyelerinin ödenekleri arasında ayrım yoktu. Celâlettin Arif Bey, yalnız kendisinin, Mebuslar Meclisi Başkanı kimliğiyle ayrı tutularak daha çok ödenek almasının yasaya göre haklı olduğundan söz ediyordu. Ben, bu sorunu karara bağlamaya Başkanlık Kurulunun yetkili olmadığını; isteğinde ve savında direnirse işin, Meclis Genel Kuruluna sunulabileceğini ve alınacak karara göre işlem yapılabileceğini ileri sürdüm. Celâlettin Arif Bey, meclis önüne çıkmayı uygun görmeyerek isteğinden vazgeçti.
Saygıdeğer Baylar, 19 Mart 1920 günlü yönerge gereğince ülkenin her yerinde seçimler, hızla ve dikkatle yapılmaya başlandı. Yalnız, kimi yerlerde duraksayanlar ve işi engelleyenler oldu ve bunlardan kimileri az, kimileri uzunca süre duraksama ve direnmelerini sürdürdüler. Sonunda, bütün seçim bölgelerinin milletvekilleri, Büyük Millet Meclisinde bütün ulusun, yurdun temsilcisi olarak hazır bulundular. Bu üstün yerler şunlardır: Dersim, Malatya, Elazığ, Konya, Diyarbakır, Trabzon… Baylar, gerçek durumu söylemiş olmak için şunu da açıklayayım ki duraksama gösterenler ve direnenler, bu seçim bölgelerinin halkı değildir; belki o sırada o bölgelerde bulunan üst sivil yöneticilerdir. Halk gerçeği anlar anlamaz, hemen ortak ulusal isteğe uymakta hiç duraksama göstermemiştir.
Şimdi Baylar, devrimin doğal gereklerinden olan olayların kimilerine değinelim:
29 Mart 1920 günlü olup 3. Kolordu Komutanı Selahattin Bey’den aldığım bir gizli telde, “Samsun’da bulunan 15. Tümenin ruhsal durumunun bozuk olduğundan ve sözde, subaylar arasında Padişaha bağlılık duyguları bulunduğundan” söz ediliyordu. “Subaylar, Padişaha karşı olarak verilecek buyrukları yerine getiremeyeceklerini, üstlerine bildirmişler. Kendilerine baskı yapılırsa görevi bırakacakları seziliyormuş. İstanbul’dan gelen yolculardan ve gazetelerden, ele geçirilişin ikinci günü, el konulmuş yerlerin hepsinin boşaltıldığı ve Salih Paşa Hükümetinin yerinde olduğu, Ayan’ın görevini yapmakta olduğu, son cuma selamlığında Savunma ve Donanma Bakanlığı hazır bulunarak, eskisi gibi, gerekli törenin yapıldığı anlaşılmış…” “Şu duruma göre, İstanbul’da bir Hükümet varken bu Hükümetin haberi olmaksızın yapılan işler nedir?” diyorlarmış. Subayları bu düşünce ve davranışlarını bildiren 15. Tümen Komutanı, şu yolda bir düşünce ileri sürüyordu: “Burada bir subayı tutuklamanın olağanüstü bir durum yaratması akla gelmez ancak bundan yararlanarak Anadolu üzerine yürümek gibi olaylar ortaya çıkacaktır. İzmir Cephesinde Ulusal Güçlerin nasıl çalıştırıldığını bilemiyorum. Sanırım bunlar para ile çalıştırılmaktaymış. Bir savaş çıktığında, bütün halka aylık verilemeyeceği açık bir gerçek olduğundan, Ulusal Güçler adı altındaki güçten, savaşın ikinci günü ortada hiçbir kimsenin kalmayacağına kuşkum yoktur. Ordu birliklerine gelince, şimdiden kaçma olayları başlamıştır. Parasızlık böyle sürdükçe ve İstanbul Hükümeti yerinde kaldıkça subaylardan bile kuşkum vardır.” Bundan başka 3. Kolordu Komutanı Selahattin Bey, vermiş olduğumuz yönerge gereğince, Amasya’ya gelen kontrol görevlisi Forbes adında bir yüzbaşıyı tutuklamış. Samsun’a bir İngiliz temsilcisi yüzbaşı gelmiş. Selahattin Bey’e, Yüzbaşı Forbes’in bir dakika geciktirilmeden Samsun’a gönderilmesini yazmış yoksa Selâhattin Bey’in sorumlu olacağını sözlerine eklemiş. Selahattin Bey’in sorması üzerine, bu konuda vereceği yanıt için şu öğütlemede bulundum: “Forbes’i tutuklayan ben değilim. Başkentleri, Ateşkes Antlaşması ile ve insanlığa yaraşmaz bir yolla ele geçirilen ulustur. Bunun için, salıverilmesini de ancak ulus sağlayabilir.” Bununla birlikte, bu Forbes’i ülkeden çıkarmakla yetinildi, kendisi tutuklanmadı.
Bolu mutasarrıfı Haydar Bey’in 9 Nisan 1920 günlü kısa bir gizli telinden Adapazarı ile Hendek arasında bulunan ve Çatalköprü denilen yerdeki köprülerin ve Mudurnu suyu üzerindeki köprünün, Ulusal Güçlere karşı olan kişilerce yıkıldığı anlaşıldı. Bolu ve çevresi Komutanı Mahmut Nedim Bey’in, Düzce’den yazdığı 9 Nisan 1920 günlü gizli telinde de, 8 Nisan’da Adapazarı’nda Ulusal Güçlere karşı gösteriler yapıldığı, Hendek ve Adapazarı arasındaki telgraf ve telefon tellerinin kesildiği ve Düzce Abazalarından yansız kalanların da karşıcıllara katılmak üzere yola çıktıkları anlaşıldı. Hendek ile Adapazarı arasında, Mudurnu suyu üzerindeki büyük köprünün yıkılması dolayısıyla, ulaşımın durduğu da anlaşılıyordu. Bu haberler üzerine, Geyve’de bulunan 24. Tümen Komutanı Mahmut Bey’in dikkati çekildi. Nevşehir’de de Nevşehir Kaymakamı Nedim Bey’in başkanlığı altında İslam Yükselme Derneğinin bir şubesi kurulmuş; verilen raporda, derneğin en karıştırıcı üyelerinden sekiz kişinin Niğde’ye getirildiği bildiriliyordu. Bu derneğin üyeleri, Padişahtan başka hiçbir güç tanımayız, Ulusal Güçleri dağıtmak için malca, bedence bütün gücümüzü harcamaya ant içtik, diyorlarmış. Her gece toplanıyorlarmış, ileri gelenleri, Niğde’deki Tümen Komutanı’nın gönderdiği bir birlikçe tutuklanmış.
SÖYLEV (1919-1927) ve DEMEÇLER (1928-1938) syf: 150-158