Şimdi Baylar, savaş tarihimizde önemli bir olay olan Ali Galip sorunu üzerinde, izin verirseniz, biraz geniş bilgi vereyim.
“Baylar, daha temmuz başında, Erzurum’da bulunduğumuz sırada Celâdet ve Kâmuran Âli adında iki kişinin yabancılarca, pek çok para ile İstanbul’dan Kürdistan’a gönderileceği, bunların türlü yalanlar söyleyerek kafaları karıştırmak ve bize karşı halkı kışkırtmakla görevlendirildikleri ve bir iki gün içinde yola çıktıkları ya da çıkacakları haber alındı. Bu haber üzerine, bunların, sessizce gözetlenmeleri ve tutulmaları gereğini 3 Temmuz gününde Diyarbakır’da On üçüncü Kolordu Komutanına ve ayrıca Kurmay Başkanı olan Halit Bey’e ve Samsun Mutasarrıfına bildirdim. 20 Ağustosta, On Üçüncü Kolordu Komutanına verdiğim buyrukta, söz konusu kişilerin, İstanbul’dan yola çıktıklarının bildirildiğini ve alınacak önlemler arasında özellikle Mardin istasyonunda sıkı bir denetleme yapılmasının uygun olacağını yazdım.
Sivas Kongresinin ikinci günü, yani 6 Eylül gününde, “Bedirhanlı ailesinden Celâdet ve Kamuran ile Diyarbakırlı Cemil Paşaoğlu Ekrem adlarında üç kişinin, yanlarında, eskiden Diyarbakır ilinde bize karşı propaganda yapan bir yabancı subayla birlikte, silahlı Kürtler koruyuculuğunda Elbistan ve Akçadağ üzerinden Malatya’ya geldikleri ve mutasarrıf, belediye başkanınca karşılandıkları, On Üçüncü Kolordunun yazısından anlaşılıyor.” 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’nın 3. Kolordu Komutanlığına bununla ilgili olarak gönderdiği 6 Eylül 1919 gün ve 529 sayılı gizli telinde verilen bilgide: “Yabancı subayın, Türk, Kürt ve Ermeni nüfusunu incelemek üzere İstanbul Hükümetinin izniyle dolaştığını söyledikleri; Malatya’da bulunan atlı alayının, er sayısı az olduğundan bunları yakalamaktan çekindiği; bununla birlikte, bunların hemen yakalanması için İstanbul’a başvurulduğu 13. Kolordudan bildirilmiştir. Bu adamların ne amaçla ve ne görev için nereleri gezecekleri konusundaki bilgisini, Harput Valisinden sordum.” denilmekteydi. Harput Valisi Ali Galip Bey’dir. Bu adamların ne amaçla geldiklerini 3 Temmuzdan beri biliyoruz. Beş-on silahlı Kürt’e karşı bir atlı alayının er sayısı az görülmüş, tutuklamaktan çekinilmiş, asıl dikkate değer şey, bunların yakalanması için İstanbul’a başvurulmuş olduğu haberidir! Bu küçük ve önemsiz gibi görünen noktaları; o zamanki durumu görüşte dikkati çeken düşünce ve anlayış ayrılıklarını gösterdiği için anıyor ve belirtiyorum.
(Atatürk, Söylev’in bu bölümünde, Ali Galip ile yanındaki hainleri yakalatmak için verdiği buyruk ve yönergeleri, aldığı askerî önlemleri, bu konuda karşılaştığı olumsuz durumları, yapılan işbirliği sonucunda hainlerin yakalanmak yerine elden kaçırıldığını ve bu gelişmelere ilişkin yazışmaların ayrıntılarını anlatmakta ve konuşmasını şöyle sürdürmektedir:)
10 Eylülde İlyas Bey’e verdiğim yönergede başlıca belirttiğim noktalar:
- Kaçakların ivedilikle yakalanmaları,
- Kürtlük akımına hiçbir elverişli alan bırakılmaması,
- Malatya’da mutasarrıflık görevini Jandarma Komutanı Tevfik Bey’in üstlenmesi; uygun görülecek namuslu ve yurtsever bir kişinin de Harput’a valilik görevine hemen başlaması,
- Malatya ve Harput’taki Hükümet gücünün, eksiksiz ele alınarak ulusa ve yurda karşı hiçbir davranışa meydan verilmemesi,
- Kaçaklara uyanların aman verilmeden acımasızca yok edileceğinin duyurulması ve namuslu halka gerçeğin bildirilmesi,
- Ulusal varlığımızı tehlikeye sokacak olan yabancı askerlere de karşı konulacağının göz önünde bulundurulması gibi önlemlerin ve düzenlenmelerin bildirilmesinden oluşmaktaydı.
Baylar, kaçakların, o çevredeki aşiretlerden birtakım Kürtleri toplayabileceklerini ve Maraş’ta bulunan yabancı birliklerden bile yararlanabileceklerini yüzde yüz olacakmış gibi kabul etmek gerekiyordu. Onun için, alınmış olan düzeni pekiştirmek ve bu işe ayrılmış olan birlikleri artırmak gerekiyordu. Bu amaçla Sivas’tan katıra bindirilmiş bir birlik daha 9 Eylül akşamı Malatya’ya gönderildiği gibi, Üçüncü Kolordu da elden geldiğince, birliklerini güneye indirecek; On Üçüncü Kolordu, izleme işini sağlayacak ve –hainlere kıpırdayacak elverişli bir durum yaratmamak için en geniş ölçüde etkin olmak gerekli olduğundan- Mamahatun’daki atlı alayı da Harput’a doğru gönderilecekti. Bu konuda 3., 13. ve 15. Kolordu Komutanlarına gereği gibi bildirimler yapıldı ve dileklerde bulunuldu.
Baylar, verdiğimiz yönergeler çerçevesinde kaçakları izletirken, bir yandan da elimize geçen kimi belgeleri gözden geçirelim. Bu belgelerin, olayı ve Ali Galip’in giriştiği işleri, İstanbul Hükümetinin kötülüklerini, her türlü açıklamadan daha iyi belirteceğini sandığımdan, olduğu gibi okunmaları gereksiz görülmez düşüncesindeydim.
(Burada Atatürk, İçişleri Bakanı Adil Bey’in Milli Savunma Bakanı Süleyman Şefik Paşa ile birlikte imzalayıp Elazığ Valisi Ali Galip Bey’e gönderdiği 3 Eylül 1919 tarihli yönergeyi okumuştur. Bu yönergede, yapılan Kongrelerin önemsiz olduğu ancak Avrupa’ya bunu anlatmanın olanaksızlığı vurgulanmakta ve bu nedenle Sivas’ta toplanacak olan yeni Kongrenin durdurulması gerektiği bildirilip bu konuda yapılması gerekenlere yer verilmektedir. Her türlü önlemi almak için İstanbul Hükümetinin de desteğiyle valilik görevine Ali Galip getirilmiştir. Ayrıca Ali Galip’in Sivas’ta yapılacak toplantıya engel olması için buyruğuna, güvenilir iki yüz kişinin verildiği ve oradaki Kürtlerden de 100-150 kadar atlıyı alması gerektiği belirtilmiş ve Ali Galip’in kendisine de bu görevi kimseye söylememesi gerektiği vurgulanmıştır.
İçişleri Bakanı Adil Bey, Ali Galip Bey’e daha sonra yolladığı 6 ve 9 Eylül 1919 tarihli telyazılarında da Mustafa Kemal Paşa’nın ve arkadaşlarının yakalanması için gereken paranın ildeki maliye kasasından alınmasını ve Sivas’a doğru, bir an önce yola çıkılmasını bildirmiştir. Ali Galip, bunlara verdiği 9 Eylül 1919 tarihli yanıtta şöyle diyor: ‘İçinde bulunduğumuz ayın on dördüncü günü yeterince güçle haydutların (yani Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının) yakalanması için Malatya’dan yola çıkmak üzere gerekli önlemler alınmıştır. Tanrının yardımıyla çarpışmada başarı sağlanacağına güvenilsin.)
9-10 Eylül gecesini hükümet konağında yürek çarpıntıları içinde sabaha dek uykusuz geçiren Ali Galip’in, 9 Eylül 1919 günü daha yiğitliğinin üzerinde olduğu ve Tanrı’nın yardımıyla çarpışmada başarı sağlayacağından çok umutlu olduğu bu telden anlaşılıyor.
Baylar, olaydan ve bu belgelerden kendilerine bilgi verilen sivil yönetim başkanlarının, İçişleri Bakanı Adil Bey’e ve komutanların da Milli Savunma Bakanı Süleyman Şefik Paşa’ya güvensizliklerini bildiren teller çekmelerinin uygun olacağı düşünüldü. Herkesin dikkati çekildi.
Sivas Valisi Reşit Paşa’nın teline karşılık veren Adil Bey’in şu sözleri pek şaşılmaya ve yadırganmaya değer. Adil Bey, sözünü ettiğim telini şu cümlelerle bitiriyordu: “…Elbette Padişah ve Halife Hazretlerinin yüksek istençlerine uymak gereğini anlarsınız!” Baylar, bir rastlantıyla bu telin alındığı sırada ben de telgrafhanede bulunuyordum. Bir aralık dayanamadım, şu teli yazdım ve çekilmek üzere görevliye verdim:
11 Eylül 1919
İçişleri Bakanı Adil Bey’e Ulusun düşünce ve dileklerini Padişahına bildirmesine engel oluyorsunuz. Alçaklar, cana kıyıcılar! Düşmanlarla birlik olup ulusa karşı haince düzenler kuruyorsunuz. Ulusun gücünü ve istencini anlamaya gücünüzün yetmeyeceğine kuşkum yoktu. Ancak yurda ve ulusa karşı, haincesine ve bütün gücünüzle uğraşacağınıza inanmak istemiyordum. Aklınızı başınıza toplayın. Galip Bey ve yardakçıları gibi akılsızların bönce ve kuruntuya dayanan sözlerine kapılarak ve Bay Novil gibi ulusumuz ve yurdumuz için zararlı olan yabancılara vicdanınızı satarak işlediğiniz alçaklıkların ulusça yükletilecek sorumluluğunu göz önünde tutunuz. Güvendiğimiz kişilerin ve gücün sonunu öğrendiğiniz zaman kendi sonunuzla karşılaştırmayı unutmayınız.
Mustafa Kemal
Bütün komutanlar ilgililere, gerektiği gibi başvurdular. 12 Eylüle değin aldığımız raporlardan kaçakların, 10-11 Eylül gecesini Raka’da geçirdikleri ve 11-12 Eylül gecesini de Raka’nın yarım saat yakınında bir köyde, bir aşiret başkanının yanında geçireceklerinin anlaşıldığı bildiriliyordu. Bu bilgi 20., 15. ve 13. Kolordu Komutanlarına bildirildi.
11 Eylülde ve 11-12 Eylülde Malatya ile telgraf başında yapılan haberleşme, Malatya’da, kesin buyruk ve yönerge almış kişilerin kafalarında hâlâ karışıklık olduğunu gösterir nitelikteydi.
(Atatürk, bu noktada öncelikle Malatya’daki birlik komutanlarıyla yaptığı yazışmalara ve Ali Galip ile yanındakilerin yakalanması için verdiği buyruklara değinmektedir. Bu yazışmalardan birinde, P. Pil (Peel) adında bir İngiliz subayının Malatya’ya gelmiş olduğunu bildiren İlyas Bey’e verdiği yanıtta, bu subayın, memur ve ileri gelenlerle konuşturulmamasını istemekte ve bu subaya, ‘kaçak Ali Galip Bey’in yurt hainliğiyle suçlandığının, yakalanır yakalanmaz adalete verileceğinin ve başka türlü bir işlem yapılamayacağının’ söylenmesi buyruğunu vermiştir.)
Baylar, alınan önlemler, yapılan düzenlemeler ve özellikle gösterilen hırslı ve sert tutum sonucunda, Ali Galip ve Halil Beylerin kandırmaya çalıştıkları aşiretler dağılmış, umutsuz kalan Ali Galip ilkin Urfa’ya ve oradan Halep’e kaçmıştır. Bay Novil de gözaltında rahatça Elbistan üzerinden gitmiştir. Ötekiler de birer yol bulup kaçmışlardır. Bu evreleri, daha çok açıklamayı yararlı görmüyorum. Bu konuda söylediklerime ek olarak yayımlanacak olan belgeler okununca bugün ve yarın için uyarıcı sonuçlar çıkarılacağını umarım.
Baylar, Ali Galip’in giriştiği işin, Padişahın ve Ferit Paşa Hükümetinin ve yabancıların ortak bir girişimi olduğuna, bilginize sunduğum belgeleri gördükten sonra, kimsenin kuşkusu kalmaz, sanırım. Bu hainliğin, ortak girişimlerine karşı takınılması gereken tutum açıktır. Ancak karşı girişimde elden geldiğince açık saldırıdan sakınmak, o günün gereği olmakla birlikte, girişim gücünü türlü hedeflere çevirmekten sakınarak bir noktada toplamak, uygun bir davranış olacaktı. Biz de saldırılacak hedef olarak yalnız Ferit Paşa Hükümetini seçtik ve bu işte Padişahın parmağı olduğunu bilmezlikten geldik. Ferit Paşa Hükümetinin, gerçekleri bildirmeyerek Padişahı aldatmakta olduğu tezini tuttuk.
(Atatürk bu noktada, kendi buyruğuyla tüm birlik komutanlarınca Ferit Paşa’ya telgraflar çekilmiş olduğunu anlatmakta ve en sonunda İstanbul ile ilişkileri kesme aşamasına gelindiğini belirterek, konuşmasını şöyle sürdürmektedir:)
12 Eylül 1919 günü tüm komutanlara ve illere şu genel bildirim yapıldı:
“Bir saate değin, örneği aşağıda bulunan telyazısı, Kongre Genel Kurulunca Sadrazama çekilecektir. Bundan dolayı siz de hemen buna uygun ve bu anlamda birer telyazısı çekiniz ve hemen bildiriniz efendim.”
Genel Kongre Kurulu
Saat beşte Sadrazama da bilgi için diye ulaştırılan ve bütün komutanlara, valilere gönderilen bildirim şu idi:
- Hükümet, ulusun sevgili padişahına dileklerini ulaştırmasını engelleyip onunla bağlantısını kesmekte ve gerçekleşen haince davranışını sürdürmekte direndiğinden, ulus da yasal bir hükümet başa geçinceye dek İstanbul Hükümeti ile yönetim yönünden ilişkisini ve İstanbul ile her türlü telgraf ve posta haberleşme ve ulaştırmasını büsbütün kesmeye karar vermiştir. Her yerdeki sivil memurlar, askerî komutanlarla birlikte, bu kararı yerine getirecek ve sonucu Sivas’ta Kongre Genel Kuruluna bildirecektir.
- İşbu bildirim tüm komutanlara ve sivil yönetim başkanlarına gönderilmiştir.
12.09.1919 Genel Kongre Kurulu
Baylar, ayın on ikinci günü İstanbul Hükümetiyle genel olarak haberleşme ve bağlantı kesildi. Buna uymayan kimi yerler ve bu yerlerle olan tartışmamızı ayrıca açıklayacağım. Ondan önce izin verirseniz, daha önemli sayılması gereken bir sorun üzerinde bilgi sunayım. Bildiğiniz gibi Ferit Paşa Hükümeti, milletvekilleri seçimi için sözde bir buyruk vermişti. Ama içinde bulunduğumuz güne değin, yani Anadolu’nun İstanbul’la bağlantıyı kestiği 12 Eylül gününe dek, bu buyruk uygulanmamıştı. Son durum üzerine en önemli işin milletvekilleri seçimini tez elden sağlamak olacağını çok iyi anlarsınız. Bunun için, 13 Eylülde hemen bu konuyla uğraşılmaya başlanıldı. Uzun ayrıntılara girmektense, sözünü ettiğim gün (tüm birlik komutanlıklarına, illere, bağımsız sancaklara, belediyelere ve Hakları Koruma dernek merkez kurullarına) gönderilen ilk genel yönergeyi, olduğu gibi bilginize sunmayı daha yararlı sayarım. Bildirim şudur:
İstanbul Hükümetinin tuttuğu ve sürdürdüğü gerici yönteme ve yaşamakta olduğumuz günlerin büyük korku ve tehlikelerine karşı haklarımızı savunmak ve varlığımızı korumak için Ulusal Meclisin seçilmesini ve toplanmasını sağlamak ve çabuklaştırmak bugünün en önemli işidir.
İstanbul Hükümeti ulusu aldatarak milletvekili seçimlerini aylarca yaptırmamış olduğu gibi, son zamanda verdiği seçim buyruğunun yerine getirilmesini de türlü nedenlerle geciktirmekte ve geri bırakmaktadır. Ferit Paşa’nın, Toros’un ötesindeki illerimizi gözden çıkardığı, Barış Konferansına verdiği nota ile kanıtlanmış; Aydın ilinde Yunanlılarla aramızda sınır çizmeye girişmesi de orada düşman eline düşen yerlerin bir oldubitti biçiminde Yunan topraklarına katılmasını kabul ettiğine kanıt sayılmıştır. Düşmanın akılsızca ve haince siyaset güderek ülkenin ve ulusun bölünüşüne yol açması kesinlikle beklenir. Ulusal Meclis toplanmadan önce Barış Antlaşmasını imza ederek ulusu bir oldubitti karşısında bulundurmak istediği sanılmaktadır. Bundan dolayı, Genel Kongre, orduyu ve ulusu uyanıklığa çağırır ve aşağıdaki işlerin ivedilikle yapılmasını, ulusun var ya da yok oluşu ile sonuçlanacak önemde saydığını bildirir:
Birincisi- Seçim hazırlıklarının yürürlükteki yasada gösterilen en kısa süre içinde yapılıp bitirilmesi için Belediyeler ve Hakları Savunma Dernekleri bütün güçleriyle çalışmalıdırlar.
İkincisi- Sancaklardan çıkarılacak milletvekillerinin sayısı, nüfusa göre, hemen saptanarak Temsilciler Kuruluna şimdiden bildirilmelidir. Adaylar sorunu, daha sonra haberleşme ile çözümlenecektir.
Üçüncüsü- Gerek seçim hazırlıkları sırasında, gerek seçim yapılırken gecikmeye yol açacak nedenler şimdiden düşünülerek ortadan kaldırılmalı ve hiçbir gecikmeye yer verilmeyerek en kısa süre içinde seçimlerin sonuçlandırılması.
Bu kararın bölgenizdeki bütün belediyelere ve Hakları Savunma Derneklerine bildirilmesine ve gereğinin tez elden yapılmasına yardım buyurmanız rica olunur.
Temsilciler Kurulu
Ferit Paşa Hükümeti, direnmesini sürdürüyordu. Bilindiği üzere, devrilinceye değin de sürdürdü. Ülkeyi günlerce başsız bırakmak kuşkusuz pek büyük sakıncalar doğururdu. Bundan dolayı, önce ne düşünüldüğünü sormak üzere, sonra da –ileri sürülen kimi aykırı görüşlere bakmaksızın- buyruk olarak ilgililere bildirdiğimiz kararları, Eylülün 13-14’üncü gecesi, şöylece saptamış ve yazmıştım:
“Kongrece alınması düşünülen önlemleri kapsayan buyruk örneği aşağıda bilginize sunulmuştur: Bu konudaki yüksek görüş ve düşünceleriniz alındıktan sonra Genel Kurulca görüşülerek yürürlüğe konulacaktır. 15.09.1919 günü öğleye değin görüşlerinizi bildirmenizi bekliyoruz efendim.
Ulusal amaçları haincesine yorumlayan ve başka anlamlara çeken; girişimlerimizin ve ulusal ayaklanmamızın yasa dışı olduğunu ilan eden, padişahlık ve halifelik katına karşı ulusun sonsuz bağlılığını yasaya ve türeye uygun her türlü araçla belirtmeye can attığımız halde, Padişah ile ulus arasında bir engel duvarı kuran; halkı birbirine karşı silahlandıran ve birbirini öldürmeye yöneltip kışkırtan İstanbul Hükümeti ile bağlantıyı kesmek zorunda kalan Genel Kongre Kurulu, aşağıdaki kararları size bildirmeyi ödev sayar:
- Devlet işleri, Padişah Hazretleri adına ve yürürlükteki yasalara göre, eskisi gibi yürütülecektir. Soy ve mezhep ayrılığı gözetilmeksizin halkın canı, malı, ırzı ve her türlü hakları güven altında bulundurulacaktır.
- Hükümet görevlilerinin kendilerine verilmiş görevleri, ulusun yasal isteklerine göre yürütmeleri doğaldır. Bununla birlikte, görev yapmaktan çekinenlerin özür bildirmeleri, görevden çekilme sayılarak yerlerine uygun görülen kişiler vekil olarak atanacaklardır.
- Görev sırasında ulusal amaç ve gidişe aykırı davranışları görülecek ve anlaşılacak olanlar, din ve ulusun esenliği adına kesin olarak ağır cezalara çarptırılacaklardır.
- Görevden çekilmiş memurlardan ve halktan, her kim olursa olsun ulusal kararlara aykırı davranışlarda bulunan ve bozgunculuk aşılayanlar da ağır cezalara çarptırılacaklardır.
- Ülkenin ve ulusun esenliği ve mutluluğu, adalet ve haktanırlıkla ve ülkede dirlik ve güvenin sağlanmasıyla gerçekleşebilir. Bu yolda gereken her türlü önlem alınması, kolordu komutanlarıyla valiliklerden ve bağımsız mutasarrıflıklardan beklenir.
- Ulusun dileklerinin Padişah Hazretlerine bildirilmesi başarıldıktan sonra ulusça inanılıp güvenilecek, yasal bir hükümet kuruluncaya dek, yazışmalar Sivas’taki Genel Kongre Temsilciler Kuruluyla yapılacaktır.
- İşbu kararlar, bütün ulusal örgütlerin merkezlerine bildirilecek ve halka duyurulacaktır.”
Mustafa Kemal
Baylar, bilginize sunduğum bu son genelgemiz üzerine, kimi hafif kimi de oldukça ağır karşı görüşler, direnmeler ve dahası, karşı girişimler ve korkutmalarla bile karşılaştık. Karşı görüşler ve yermeler, yalnız son genelgemiz içeriği üzerinde de kalmadı. Bununla ilgili olarak, daha başka noktaları da kapsadı. Bu konuda yüksek kurulunuzu özel olarak aydınlatmak için bu yolda geçmiş olan yazışmalardan bir bölümünü kısaca sunmama izin vermenizi rica ederim.
(Söylev’in bu bölümünde Atatürk, İstanbul Hükümeti ile ilişkiyi kesme konusunda Erzincan Hakları Savunma Derneği, Diyarbakır 13. Kolordu Komutanı Cevdet Bey, Erzurum Merkez Kurulu, Malatya’daki İlyas Bey, Sivas Hakları Savunma Derneği, Temsilciler Kurulu üyesi ve birçok çağrıya karşın Sivas Kongresine gelmemiş olan Servet Bey ve 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa gibi kişi ve kurumların kaygılarına, düşüncelerine, direnmelerine ve kendisinin bunlara verdiği yanıtlara, belgelere dayalı olarak yer vermiştir.)
Bu tartışmalar üzerinde daha birçok sorular soruldu ve açıklamalar yapıldı. Üstelik “Hakları Savunma Kurulunun Trabzon Merkezi” uydurma imzasıyla, başka illere bizi yeren teller de çekildiği görüldü. On beş gün sonra da Trabzon’dan bir tel aldık. Ama Servet Bey’den değil… Olduğu gibi bildirirsem durum anlaşılır.
Sivas’ta Temsilciler Kurulu Adına
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne
Trabzon Belediye Kurulunun, örneği aşağıda bulunan telyazısı İstanbul’a şimdi çekiliyor. Bir örneğinin de 15. Kolordu Komutanlığına yazdırıldığı bilgilerinize sunulur.
1 Ekim 1919 Mevki Komutanı
Ali Rıza
Örnek
İstanbul, Sadrazam Ferit Paşa Hazretleri’ne Bugüne dek Anadolu’dan yükselen ulusal çığlığı Trabzon, kendisine özgü ağırbaşlılıkla inceledi ve izledi. Ülke bu duruma daha çok katlanamaz. Yurt sevginiz varsa artık görevinizi bırakınız Paşa Hazretleri.
Belediye Başkanı Üye Üye Üye
Hüseyin Ahmet Mehmet Avni Mehmet Salih
Üye Üye Üye Üye
Hüsnü Temel Mehmet Şefik
Kâzım Karabekir Paşa’dan 17 Eylül 1919 günü de kişiye özel bir gizli tel aldım. Pek içten ve kardeşçe bir dille yazılmış olan bu telde bir iki uyarma vardı. Kâzım Karabekir Paşa: “Paşam!” diyor, “Sivas’tan gelen bildirimler ve genelgeler, kimi zaman Temsilciler Kurulu adına kimi zaman da doğrudan doğruya sizden geliyor. 10 Eylül 1919 günü, İstanbul’daki Hükümete doğrudan doğruya bildirim yaptığınız ve uyarma yazıları yolladığınız olmuştur. Şuna inanmalısınız ki böyle imzanızla yaptığınız bildirimler, sizi çok sevgi ve saygıyla sevenler arasında bile, büyük bir içtenlik ve düşünce esenliği ile eleştiriliyor… Bunun ne denli etkili olacağını ve tepkilere yol açacağını çok iyi bilirsiniz. Bu bakımdan Temsilciler Kurulu ve Kongre kararlarının her zaman imzasız, yalnızca Temsilciler Kurulu diye yayılmasını rica ederim.” Telyazısı şu sözlerle son buluyordu. “Yüksek kişiliğinizin, elbette ortada tek başına görülmemesi ülke yararı bakımından gereklidir. Oy birliği ile (bu işte oyları toplanan kişilerin ya da kurulun bugüne değin öğrenilememiştir.) bilginize sunulan bu dileklerimin iyi karşılanacağına inanıyorum, ellerinizden öperim.”
Kâzım Karabekir Paşa’yı gerçekten duraksattığını ve bizi eleştirmeye dek götürdüğünü gördüğünüz noktaları elden geldiğince belirgin olarak yorumlamanın ve açıklamanın gerekli olduğu besbellidir. O günlerdeki duygu ve düşüncelerimden esinlenen görüşlerimi, bugünün yeni etkilerine kendimi kaptırmaktan çekinerek belirtmek için, o gün verdiğim karşılığı olduğu gibi bilginize sunmayı yeğlerim.
19 Eylül 1919
On Beşinci Kolordu Komutanı Kâzım Paşa Hazretleri’ne
Sayın Kardeşim,
Derin bir içtenliğe dayandığından kuşku duymadığım kanılarınızı açık ve kardeşçe bir dille bildirmiş olmanız, kardeşlik bağlarımızı pekiştirmiş ve beni yürekten sevindirmiştir. Aklınıza gelen sakıncaları çok iyi anlıyorum. 10 Eylül günü Hükümete doğrudan doğruya yazılmış bir bildirim yoktur. Yalnız telgrafhanede bulunduğum bir sırada İçişleri Bakanı Adil Bey’le makine başında bir rastlantı sonucu karşı karşıya geliverdik. Onun Sivas Valisi Reşit Paşa’ya verdiği yersiz karşılıklar üzerine, ben de ona karşı, salt kişisel olmak üzere, bildiğiniz biraz sertçe uyarmalarda bulundum. Bu, basbayağı bir konuşma biçiminde olup geçmiştir. Bundan başka gerek hükümete gerek Padişaha, gerekse yabancılara başvurmalarımızda hep “Kongre Kurulu” ya da “Temsilciler Kurulu” sözleri, imza yerine geçmiştir. Yalnız Amerika Senatosuna yazılan ve sizin de bildiğiniz bir mektuba Kongre kararıyla beş kişi imza koymuştur ki bu arada benim de imzam vardır. İçerde yapılan açık yazışmalara gelince bunda da “Temsilciler Kurulu” sözlerini imza yerine kullanmakta idik. Ancak bunun kimi çevrelerde kötü etki yaptığı, güvensizliğe yol açtığı görüldü. Gerçekten böyle genel bir deyimin bildirdiği kişiler ve güç gizli kalıyor. Ortada sorumlu kimdir? (…) İşte bu nedenlerden dolayı, bu imza işi siz kardeşimin bildirmenizden önce, Temsilciler Kurulunda görüşülmüştü. Temsilciler Kurulunun gizli bir komitenin yürütme kurulu olmayıp hükümetten resmî izin almış, yasal ve türeye uygun bir derneğin temsilcilerinden meydana gelmiş olması dolayısıyla, ilgili yasaya uyularak kararları ve bildirimleri sorumlu bir kişinin imzalaması zorunlu görülmüştü. Temsilciler Kurulunun bildirim ve yayımlarını genel ve belirsiz bir ad altında yaparak düşeceği yasa dışı durumdan doğacak sakıncalar, bu bildirim ve yayımlara imza atılması üzerine ulusal akıma karşı olanların yapmakta oldukları zararlı propagandalara katabilecekleri zarardan üstün görüldü ve sonuç olarak, bildirim ve yayımlara imza atılması, oy birliği ile karar altına alındı. Bu karar alındığı halde, bu kez yaptığınız kardeşçe uyarma üzerine, sorunun bir daha görüşülmesini Temsilciler Kuruluna önerdim. Daha önce ileri sürülmüş olan gerekçe ve düşüncelerden dolayı, yazılan şeylerin, Temsilciler Kurulu kararıyla olduğu açıklanmak üzere yazılmasına oy birliğiyle karar verdiler. Kendimle ilgili bulunduğundan, bu görüşmelerde yansız kalmayı uygun gördüm. İlke olarak, bir kişinin imza etmesi kabul edildikten sonra, benim yerime başka bir kişinin imza etmesi söz konusu oldu. Bu noktada, Kurulun ileri sürdüğü sakıncalar şunlardır: Bütün dünya, benim bu işin içinde bulunduğumu bilir. Bugün başka bir kişinin imzasıyla bildirimler yapmaya başlanınca ve benim adımın ortadan kalkmasıyla, ya aramızda bir bozuşma ve ayrılık olduğu sanılacak ya da herhangi bir kişi imza eylediği halde benim ortaya çıkmaktan çekinir, yasal olmayan bir durumda bulunduğum ve böylelikle, yapılan işlerin de yasal olmadığı sanısına düşülecektir. Bundan başka, kamuya inan ve güven verici başka bir arkadaşımız, imzasıyla ortaya çıkınca, bugün benim için düşünülen sakıncalar o arkadaşımız için de düşünülecektir. O zaman onun da çekilip başka birinin imza atmaya başlaması gibi sonunda bizim için güçsüzlük belirtisi olacak bir sıra gütmek gerekecektir. Bilmem böyle bir tutumu ne ölçüde uygun bulursunuz? (…) Benim, kamu yararına ve geniş kapsamlı olan işlerimizde kendi görüşlerime göre değil, bütün değerli arkadaşlarımın candan ve gönülden birliği ile çalışmayı yeğlediğimi, siz kardeşim de kabul edersiniz. Bununla birlikte bu konuda başkaca düşünceleriniz olursa bildirmenizi siz kardeşimden bekler, üstün saygı ve içtenlikle gözlerinizden öperim kardeşim.
Mustafa Kemal
Baylar, İstanbul Hükümetiyle yazışmayı kestiğimiz 12 Eylül 1919 gününden sonra Ferit Paşa Hükümetinin düştüğü güne dek değişik zamanlarda Padişaha, yabancı devlet temsilcilerine, İstanbul Belediyesine ve bütün basına çeşitli andırı ve bildiriler yazıldı. 20 Eylül 1919 günlü, Sadrazam Damat Ferit imzalı bir genel bildirim ile Padişahın da bir bildirisinin yayımlandığını anımsayacaksınız. Bu bildirinin önemli yerlerini bir daha anımsatmak isterim. Bunları sıra ile göstereceğim:
- Hükümetin izlediği siyaset sonucunda, İzmir’de geçen acıklı olaylar, Avrupa’daki uygar devlet ve ulusların dikkatlerini çekti ve kardeşlik duygularını uyandırdı.
- Bir özel kurul, olay yerinde yansız olarak soruşturmaya başladı. Hakkımız uygarlık dünyasının gözleri önünde belirmektedir.
- Ulusal birliğimizi bozacak hiçbir karar ve öneri olmadı.
- Kimi kimselerce, sözde halk ile hükümet arasında karşıtlık olduğu ilan ediliyor.
- Bu durum, yasa koşullarına uygun olarak bir an önce yapılmasını istediğimiz seçimleri de geri bıraktırdığı gibi barışın yaklaşmakta bulunduğu bir sırada, varlığı çok gerekli olan Millet Meclisinin toplanmasını da geciktirecektir.
- Bugün bütün ulusumdan beklediğim, Hükümetin buyruklarına tam uymaktır.
- Büyük devletlerin adalet duyguları, Avrupa ve Amerika kamuoyunun ılımlı davranışı, durumumuzu ve onurumuzu koruyacak bir barışa yakında kavuşmak umudumu sağlamlaştırmaktadır.
Bilirsiniz ki bu bildirinin yayımlanması bizim, ülke ile İstanbul Hükümeti arasında yazışmayı ve ilişkiyi kestiğimiz ve bunda direnmekte bulunduğumuz günlerde oluyor. Her halde, verdiğimiz yönerge ve genel buyruklara uyulsa, hiçbir yerden alınmaması ve halka okutturulmaması gerekirdi. Oysa karar ve bildirilerimize uyulmayarak ve görüşümüze büsbütün aykırı olarak bu bildirinin kimi yerlerce alındığı, şimdi bilginize sunacağım bir telyazısından anlaşıldı.
(Burada, Karabekir Paşa’nın Trabzon Mevki Komutanına yazdığı ve bu bildirinin yayılması yolundaki düşüncelerini içeren bir teline yer veren Atatürk; Kâzım Karabekir Paşa’ya bu bildirinin yayılması için aracılık yapmayı doğru bulmadığını, ancak, her merkezden İstanbul’a bir tel çekilmesinin daha uygun olacağını bildirmekte ve sözlerini şöyle sürdürmektedir:)
Padişahın bu bildirisinin, ulus üzerinde yapacağı kuşku götürmeyen kötü etkilerin bir ölçüde önüne geçebilmek için, söz konusu bildirinin içindekileri yalanlamaya ve etkisiz bırakmaya yarayacak nitelikte Padişaha bir karşılık yazmayı ve bunu yurtta dağıtıp yayarak okutturmayı tek çıkar yol olarak düşündük ve öyle yaptık.
(Atatürk Söylev’in bu bölümünde, ulusal girişim ve kararların gereği gibi yürütülmediği Trabzon’da ulusal örgütlenmeyi sağlayabilmek için Yarbay Halit Bey’in görevlendirildiğini ve Karabekir Paşa’nın bu görevlendirmeye karşıcıl bir tutumla yaklaştığını anlatmaktadır. Öte yandan Ferit Paşa Hükümetinden dolayı pek çok sorunla karşılaşıldığı da vurgulanmakta ve bu sorunlara bazı örnekler verilmektedir. İstanbul Hükümetince Dersim Mutasarrıflığına atanan Osman Nuri Bey, Ankara Valisi Muhittin Paşa, Çorum Mutasarrıfı Samih Fethi Bey, Niğde Mutasarrıfı, Saymanı ve Komiserinin tutuklanmaları bu örnekler arasında sayılabilir. Atatürk daha sonra, İstanbul Hükümetinin Kastamonu Valisini değiştirmesi sonucunda çıkan olayları ayrıntılı bir biçimde ele almakta ve Kastamonu’daki birlik komutanı Albay Osman Bey ile yaptığı yazışmalarına yer vermektedir. Kendisine 1617 Eylülde çekmiş olduğu şu teli okuyarak sözlerini şöyle sürdürmektedir:)
Önlemlerinizde ve işlerinizde başarılar dilerim. Bize durumunuzdan ve gelmekte olan valinin tutuklandığından bilgi vermenizi bekleriz.
Mustafa Kemal
Ferit Bey, Vali Vekili; Albay Osman Bey, Kastamonu ve dolayları Komutanı olarak çalışmaya başladıktan bir iki gün sonra, kendilerini yeniden telgraf başına çağırarak bilgi istemiştim. İstanbul’dan gereken yerlere, istenildiği gibi halkın imzası altında teller yazıldığı ve bütün illerle ve sancaklara da bu tellerin gönderildiği bildirilmekle birlikte, birtakım sorular da soruluyordu. Bu arada “Halk diyormuş ki:
- Başka illerin kamuoyu bizimle birlik değiller midir?
- Bu olağan dışı durum ne zamana dek sürecektir?
- Hükümetin direnmesine karşı ne gibi önlem alındı? Bizi aydınlatmak iyiliğinde bulununuz Paşam!”
Halktan geliyormuşçasına sorulan bu soruların Vali Vekili ve Komutan Beylerin de kafalarında yer etmekte olduğunu düşünmek, ona göre karşılık vermek yorulmaya değerdi. Bundan dolayı Sivas- Kastamonu telini saatlerce tutan uzun bilgi verildi ve açıklamalar yapıldı. Bu açıklamaları şöylece özetleyebilirim:
- Ulusal tepki yurdun her köşesinde sarsılmaz ve ateşli olarak vardır. Bütün illerin en ufak köylerine değin halk ve en ufak birliğine değin bütün ordularımız baştan aşağı duyarlı ve tam birlik olarak kendilerine bildirilen kararları uygulamakta ve yürütmektedirler ve halkın ikinci ve üçüncü sorularına yanıt olmak üzere de:
- Ne zaman ki Kastamonu halkı, bu durumu olağan dışı bulup kaygıya düşmekten kurtulacak ve amacımızı gerçekleştirinceye dek dayanmakta kararsızlık belirtisi göstermeyecektir; işte o zaman bu olağan dışı durum kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Hükümetin direnmesi olağandır. Buna karşı başka önlem almadan önce, ilk önlemimizi gereği gibi ve her yerde kesinlikle uygulama yollarını düşünelim. Örneğin: Bolu durumu üzerine ne yapılmıştır? Bolu kesimine dek bütün yerlerin İstanbul’la resmî iletişiminin kesildiğine güvenebilir miyiz? Bununla ilgili olarak beklediğimiz bilgi daha gelmedi. İşte bu dediğim önlem İstanbul’a değin yayılabilirse Hükümetin direnme gücü kalmayacağını sanırım. Ama bundan sonra da gene çok bilinçsizce ve çok bönce bir direnmeyi sürdürmek isterlerse, elbette daha etkili önlemler uygulanabilir.
(Sonra edinilen bilgilerden, Yeni Valinin -İçişleri Bakanından- Zonguldak’ta kalması yönünde buyruk aldığı, ancak barınamayınca İstanbul’a döndüğü öğrenilmiştir.)
Sırası gelince bildirmiştim ki 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Kongre adına, kimi kararlar ve önlemler almıştı. Ali Fuat Paşa’ya Kongrece “Batı Anadolu Ulusal Güçler Komutanı” diye bir san verildi. Paşa, Eskişehir ve dolaylarını ulusal bir bölge sayıp komutanlığına Süvari Yarbayı Atıf Bey’i; Afyonkarahisar dolaylarını da ulusal bir bölge sayıp komutanlığına 23. Tümen Komutanı Ömer Lûtfi Bey’i atamıştı. Bu tümen ile Anadolu’ya geldiğimizin daha ilk günlerinde ilgilenildiğini o günlerle ilgili konuşmalarım sırasında söylemiştim. İstanbul Hükümeti Fuat Paşa’nın yerine Hamdi Paşa’yı atamış ve göndermişti. Hamdi Paşa, Eskişehir’e dek geldi. Orada, kendisine 16 Eylülde İstanbul’a dönmesi gerektiği bildirildi.
İngilizler, Eskişehir Bölgesi Ulusal Güçler Komutanı olan Atıf Bey’i tutuklayıp İstanbul’a gönderdiler. Ulusal Güçler Komutanı olan bir kişinin kendini kolaylıkla düşman eline düşürmeyecek önlemleri almış olması gerekirdi. Bu konudaki dikkatsizlik ve önlemsizlik, kendisini kurtarmak için uzun süre üst üste girişimlerde bulunmamızı gerektirdi. Bilirsiniz, o sırada
Eskişehir’de İngiliz birlikleri vardı. Fuat Paşa toplayabildiği Ulusal Güçler ile birlikte Eskişehir’e yakın Cemşit denilen yere gitmişti. Eskişehir’i uzaktan sardı. Eskişehir’de bulunan Anlaşma Birlikleri Komutanı General’un Soli Flud (Solly Flood) Fuat Paşa’ya gönderdiği bir mektupta kullanılan deyimler ve Ulusal Güçlerimizi niteleyişi; komutanlarımızın ve Ulusal Güçlerimizin yüksek onur ve özsaygılarına karşı bir saldırı sayıldığından ve adı geçen Generalin hak ve yetkisi dışında görüldüğünden, bu konu üzerine İstanbul’da bulunan Anlaşma Devletleri siyasal temsilcilerinin bir andırı ile dikkatleri çekilmişti. 25 Eylül 1919 günü General Soli Flud’un Fuat Paşa’ya gönderdiği bir kurul –ki bir kurmay binbaşı ile Eskişehir’deki İngiliz denetleme subayından meydana gelmişti- İngilizlerin içişlerimize ve ulusal hareketimize hiç karışmayacaklarına söz verdi. Bu sıralarda, İngilizler, Merzifon’da bulunan birliklerinin geriye alınmasına memnun olup olmayacağımızı sormuşlardı. Elbette, pek memnun olacağımızı bildirmiştik. Gerçekten oradaki kuvvetlerini bütün ağırlıkları ile birlikte önce, Samsun’a çektiler. Sonra oradan da İstanbul’a götürdüler. Eskişehir’de üstünlük sağladıktan sonra, Fuat Paşa’yı, Bilecik ve Bursa dolaylarına göndermeyi düşünüyorduk.
Baylar, Konya’da Vali Bulunan Cemal Bey, Ferit Paşa Hükümetinin Anadolu’da önemli bir dayanak noktası durumuna girdi. Konya’da Ordu Müfettişi olan Cemal Paşa’nın İstanbul’a gidip gelememesi, orada bulunan Kolordu Komutanı Selahattin Bey’in kararsızca davranışları ve sonunda habersizce İstanbul’a çekilip gitmesi, Konya ve dolaylarını Vali Cemal Bey’in etkisi altında bırakmıştı. Oraya, amacı yakından anlamış bir kişinin gönderilmesi gerekiyordu. Sivas’ta yanımızda bulunan Refet Bey’in gönderilmesi, uygun görüldü. Refet Bey yola çıktı. Konya’da Temsilciler Kurulunca gönderilen bir komutanın gelmekte olduğu haber alınınca, yurtsever kişiler canlanmış; öte yandan da Vali Cemal Bey cezaevinde ne kadar kanlı katil, ne kadar tutuklu varsa hepsini çıkarıp silahlandırarak kendisine bir güç sağlamak istemişti. Ancak Konya’nın sayın halkı, bu alçakça davranışa karşı ayaklanarak, yurtseverliğin gerektirdiğini yapmaya karar vermiş ve bunu sezen Cemal Bey, 26 Eylülde İstanbul’a kaçmıştır. Halk, belediye dairesinde toplanarak Hoca Vehbi Efendi’yi vali vekilliğine getirmişti.
(Atatürk burada, Albay Refet Bey’in istediği 2. Ordu Müfettişliği unvan ve yetkisinin yerinde olmadığını belirtmekte ve konuşmasını şöyle sürdürmektedir:)
Baylar, her yeri çalışmaya ve ulusal örgütler kurmaya yöneltmek için uğraşırken İstanbul Hükümetinin isteklerine hizmet eden kimi sivil örgütlerin baş yöneticilerinin sözde ruhsal gözdağı veren telyazılarını da alıyorduk. Örneğin; Urfa Mutasarrıfı Ali Rıza adında biri, yaptıklarımızın Anlaşma Devletleri’ne saldırı sayıldığını ve bu yüzden bütün Osmanlı ülkesinin Anlaşma Devletleri askerlerince ele geçirileceğini, böylelikle Türk Hükümetine son verileceğini, ilgililerle görüşerek öğrendiğini bildiriyor ve İstanbul Hükümeti ile anlaşmamızı öneriyordu. Bu telin mutasarrıfa yabancılarca yazdırıldığına kuşku yoktu. Buna, elbette gereği gibi karşılık verildi.
Baylar, anımsarsınız ki yurdumuzda ve Kafkasya’da inceleme yapmak üzere Amerika Hükümeti, General Harbord’un başkanlığı altında bir kurul göndermişti. Bu kurul Sivas’a geldi. 22 Eylül 1919 günü General Harbord ile uzun uzadıya görüşmelerde bulunduk. Generale, ulusal ayaklanmanın amacı ve ereği, ulusal örgüt ve birliğin ortaya çıkış nedeni, Müslüman olmayan azınlıklara karşı olan duygular, yabancıların ülkemizde yıkıcı propagandaları ve işleri üzerine geniş ve kanıtlı açıklamada bulundum. Generalin kimi beklenmedik sorularıyla karşılaştım. Örneğin; Ulus düşünülebilen her türlü girişim ve özveride bulunduktan sonra da başarı elde edilemezse ne yapacaksın? sorusuna verdiğim karşılıkta –yanlış anımsamıyorsam- demiştim ki: Bir ulus varlığını ve bağımsızlığını korumak için düşünülebilen girişim ve özveriyi yaptıktan sonra başarır. Ya başarmazsa demek, o ulusu ölmüş saymak demektir. Öyle ise, ulus yaşadıkça ve özverili girişimlerini sürdürdükçe başarısızlık söz konusu olamaz.
Generalin sorduğu sorudan asıl amacın ne olabileceğini araştırmak istemedim. Ama verdiğim karşılığı onun beğendiğini bugün yeri gelmişken söylemek isterim.
Baylar, Eylülün 25. günü akşamı, Ankara’da bulunan 20. Kolordu Komutan Vekili Mahmut Bey’den aldığım bir gizli telde şunlar bildiriliyordu:
(Atatürk, Söylev’in bu noktasında Selanik’ten tanıyıp sevdiği ve aynı zamanda bir tarikat üyesi de olan Abdülkerim Paşa’nın, kendisine İstanbul Hükümeti ile Ulusal Güçler arasında arabuluculuk yapmayı önerdiğini anlatmakta, bu öneriye yönelik yazışmaların ayrıntılarına değinmekte ve bu girişimin herhangi bir sonuç vermediğini bildirmektedir. Kerim Paşa ise bu yazışmaları ve bunlardan doğan sonuçları doğal olarak Padişaha da bildirmiş ve Ferit Paşa Hükümetinin direnci iyice kırılmıştır. Bu noktaya gelindikten sonra; Atatürk elbette, Padişah ile görüşmek isteyen Ali Galip, Servet ve Zeki Beylere de engel olduğunu belirtmekte ve sözlerini şöyle sürdürmektedir:)
Baylar, bu son söylediklerimle bir gerçek üzerinde daha sizleri aydınlatmak isterim. Trabzon Valisi Galip Bey ile Zeki Bey’in, Saray ve Ferit Paşa ile ilişkileri vardır. Bir kurul olarak İstanbul’a gitmek istemelerinin, ulusal amaca hizmet için olmayıp İstanbul’da gerekenleri aydınlatmak ve kimi önlemler önermek ve yeni buyruklar almak gibi ereklere dayandığından, bence kuşkulanmaya yer yoktu. Nitekim Zeki Bey daha sonra İstanbul’a gittiğinde arkadan yeterince para ve cephane yollamaya söz verilerek ve özel yönerge ile Trabzon ve Gümüşhane dolaylarında, örgütler kurmak üzere gönderilmiştir. Adı geçeni İnebolu’da tutuklatarak Ankara’ya getirtmiştim. Bana, bu söylediklerimin tümünü itiraf etti. Yalnız, sözde İstanbul’u aldattığını, alacağı para ve silahları bize teslim etmek isteğinde bulunduğunu söyledi. Buna, o gün ve dahası, bugün bile inanacak kolay kandırılabilen kimseler bulunabilir mi? Bununla birlikte ben, bu kişiyi Erzurum Kongresi ile ilişkisine saygı gösterip yalnız gerekli uyarma ve öğütlemelerle yetinerek salıvermiştim.
Baylar, İstanbul Hükümetince, Kolordu Komutanı olarak Konya’ya gönderilen Sait Paşa’yı 30 Eylülde İstanbul’a geri gönderdik. Konya Valisi kaçak Cemal Bey’in, kaçmadan önce düzenlediği ilk bozkır olayının önüne geçmek için, Yirminci Kolordu ve Niğde’deki On birinci Tümenin aracılık ve yardımlarıyla gereken önlemler alındı ve İstanbul’un beklediği kötülüğü durdurduk. Ereğli, Bolu, Adapazarı, İzmit dolaylarında kurulmasına çalışılan Ulusal Güçler, eylül ayının son günlerinde büyük duyarlık göstermeye başladı ve o çevrelerdeki Ulusal Güçlerin başkanları, Hükümet çekilmemekte direnirse İstanbul’a yürümeye hazır bulunduklarını bildiriyorlardı. Bu durumu, 28 Eylülde, bütün yurda ve elbette İstanbul’a da genelge ile bildirdik. Ancak İzmit kentinde 2 Ekim günü olumsuz denebilecek yeni bir durum karşısında kaldık. O sırada İzmit Mutasarrıfı, Suat Bey adında bir kişi idi. Kendisini telgraf başına çağırdık. Son günlerdeki bildirimlerimizin tümü alınarak gereğinin yapılıp yapılmadığını sordum. Mutasarrıf Bey yaptığı açıklamada diyordu ki: “Bildirimleri aldım. Anlaşmazlık ve karşıtlık olmaması için, halkı serbest bırakarak dinlemeyi, en doğru bir tutum olarak gördüm. Olumsuz söylentiler vardır. Temsilciler Kurulundan açıklama istemek ve özellikle amacın, İttihat Hükümetini önceki biçimde diriltmek olup olmadığını kesin olarak anlamak istemektedirler. Ben en yansız bir adam olmak üzere düzeni ve güvenliği korumakla yükümlüyüm. Ben her kim ve her ne için olursa olsun, sonucu bilinmeyen bir serüvene başkalarını sürüklemeyi doğru görmem. Ölçülü ve ağır davranılması düşüncesinde olduğumu tam bir tecrübem üzerine bilginize sunarım.”
Verdiğim yanıt tam olarak şöyleydi:
Sivas, 2 Ekim 1919
Suat Bey’e
İzmit’te en küçük anlaşmazlığa ve karışıklığa meydan vermemek, temel göreviniz olduğu gibi bizim de özelikle rica ettiğimiz bir iştir. Örgütlerimizin ve ulusal eylemimizin yasal amacını ve niteliğini gerek size ve gerek İzmit’te birçok kişiye ve bütün dünyaya karşı yazdığımız ve yazmakta bulunduğumuz bildiri ve açıklamalarla, en kinci düşmanlarımıza bile anlatmış olduğumuza kuşkumuz kalmamıştır. Artık ancak ayak takımının söylentisinden başka bir niteliği olmayan dedikoduların karar vermede etkili olabileceğine olanak vermiyoruz. Bundan başka, halkın sorup öğrenmeyi gerekli gördüğü noktalar vardıysa, bunlar neden hemen sorulup çözümlenmemiş bulunuyor? Siz yansız durumda kalmayı yeğ görüyorsunuz. Oysa tutumunuz hiçbir zaman yansızlık olamaz. Çünkü siz ulusun yasal ayaklanmasına karşı yansızlığınızı ileri sürdüğünüz halde, haince davranışlarıyla yasa dışı olan ve aslında yok sayılan Ferit Paşa Hükümetinin memurluğunu yapıyorsunuz. İttihatçılığın diriltilmesiyle uğraşacak dar görüşlülerden olmadığımızı siz pek güzel anlayabilirsiniz. Size, pek temiz duygularla fakat bütün kesinliği ile şunu bildiririm ki siz artık Ferit Paşa Hükümetine güven beslemiyorsanız bunu, İçişleri Bakanlığına resmî olarak bildirmelisiniz. Eğer ulusun buyruk ve isteğine aykırı olarak Ferit Paşa Hükümetine güveniniz varsa İzmit’in sayın halkını, yasal ve ulusal eyleminde serbest bırakmak üzere hemen görevinizden ayrılıp İstanbul’a gidiniz. Bu iki noktadan herhangi birine uymazsanız, sizin için doğabilecek durumun yaratıcısı ve sorumlusu yine siz olacağınızı tam bir içtenlikle bildirmeyi bir vicdan görevi sayarım.
Temsilciler Kurulu adına
Mustafa Kemal
Mutasarrıf Bey’in: “Kulunuzu soğukkanlılıkla dinleyiniz efendim; ben iyi anlatamadım. Amacınızın yüceliği ve yasallığı üzerine hiç söz söylenemez.” cümleleriyle başlayan yanıtında, yazılan satırlar: “Bizi yarınki cuma namazı toplantısına dek, kendi hâlimize bırakınız. Ferit Paşa’ya, kim bilir kaç kez kalemle saldıran beni ne denli kötü gözle görüyorsunuz efendim?” cümleleriyle sona eriyordu. Bunun üzerine, ertesi günkü cuma namazı toplantısına değin bekleyeceğimizi bildirmek için yazdığım telyazısına, şu iki cümleyi ekledim: “Sizi kötü gözle gördüğümü sanmanız doğru değildir. Çünkü vicdanımız sızlamaksızın varabileceğimiz yargılar, ancak gerçek sonuçların alınmasına bağlıdır efendim.”
O günlerde İzmit’te, Albay Asım Bey adında bir kişi, tümen komutanı olarak bulunuyordu. Asım Bey’e de bir iki günden beri, telgraf başında bildirimde bulunulmuştu. Ama hiçbir yanıt alınamıyordu. Onu da 2 Ekim günü makine başına çağırdım, konuştum. Kendisine: “Hükümetin düşeceği ve belki de düşmüş olması kesin olarak beklenir; bu durumda ulusun dayancı ve istenci her türlü kuşkunun üstünde bir sağlamlık gösteriyor.” dedikten sonra, kesin düşünce ve kararını beklemekte olduğumu söyledim. Tümen Komutanı Asım Bey’in uzun uzun özür ve düşünce bildirmekle doldurduğu karşılığından çıkan somut anlam, şimdiye dek yanıt vermeyişinin nedeni, İstanbul’daki Kolordu Komutanına yazdığı buyruk isteme yazısına karşılık alamayışından ileri geldiği ve yarınki cuma namazında kararlar alınacağı, cümleleriyle özetlenebilir. Kimi öğüt ve özendirmeleri kapsayan yanıtımda başlıca şunları dedim: “Ferit Paşa’nın, yarına dek çekilmesi çok kuvvetle beklenebilir. Böyle olunca, yarınki toplantınız sonunda Padişah Hazretlerinden ve belli olursa yeni hükümet başkanından, hükümetin ulusal isteklere tam olarak uyacak yansız kişilerden kurulmasının rica edilmesini ve bunun beklendiğinin bildirilmesini sağlayınız. Bir de yurdumuzu ve ulusal bağımsızlığımızı kurtarmak için, kurulacak yeni hükümet ile birlik olarak, daha pek çok çalışmamız gerektiğinden Temsilciler Kurulu kararı ile bildirdiğim noktaları göz önünde bulundurarak tam sessizlik içinde örgütler kurulmasının sürdürülmesini rica ederim.”
Baylar, ben Asım Bey’e bu son cümleleri yazdırırken (2 Ekim 1919, saat 15.40’tan sonra) araya imzasız şöyle bir özel tel girdi:
“Paşa Hazretleri, İstanbul’da yakın arkadaşlar söylediler. Bütün akşam gazeteleri yazıyormuş. Ferit Paşa sağlık durumu dolayısıyla çekilmiş. Tevfik Paşa, hükümeti kurmakla görevlendirilmiş. Daha sabahtan söyleniyordu fakat doğrulanmamıştı, şimdi doğrulandı efendim.” Bu teli kim veriyor? Anlayınız, dedim. Sormaya zaman kalmadan telin şöylece arkası geldi: “Biz, Ankara telgrafçıları! Paşa Hazretlerine saygılarımızı sunarız ve yurdumuzun başına karabasanlı bir bela olan bu Hükümetin devrilmesi için, ulusun başında bulunup başarı sağlayışınızı kutlarız. Lütfen söyleyiniz.”
Telgraf iletişimi kesildi. Gerçekten 2 Ekim günü Ferit Paşa Hükümeti düşmüş bulunuyordu. Ancak yeni hükümeti kuran Tevfik Paşa değil, Senato üyelerinden Korgeneral Ali Rıza Paşa idi. Baylar, sırası gelmişken bilginize sunayım; bütün telgrafçılarımızın, ulusal girişim ve eylemlerimize yaptıkları özverili hizmetlerin ulusal tarihimizde önemli yeri vardır. Kendilerine bugün açıkça teşekkür etmeyi bir ödev sayarım.
Malatya’da 15. Alay Komutanı
SÖYLEV (1919-1927) ve DEMEÇLER (1928-1938) syf: 65-82