Birinci Dünya Savaşı sonunda (30 Ekim 1918 tarihinde) imzaladığı Mondros Mütarekesi’yle yenilgiyi kabul etmiş olan Osmanlı Devleti aynı zamanda bu mütarekeyle kendi geleceğini de batılı devletlerin insaf duygularına teslim etmişti. Padişah Vahdettin, Anadolu’nun İngiltere, Fransa gibi ülkeler tarafından parçalanacağı söylentilerine ‘’İngiltere ve Fransa bizim eski ve sağlam dostlarımızdır. Böyle bir işe kalkışmazlar.” cevabını vermekteydi. Oysa devletler arası ilişkileri dostluklar değil çıkarlar belirlemekteydi. Bu gerçeği görememenin bedelini Türk ulusu savaş meydanlarında binlerce yeni şehitler vererek ödemek zorunda kaldı.
Vahdettin, kurtuluşu teslimiyette görürken, bir akıl adamı olan ATATÜRK, ülkeler arası ilişkilerin rengini çıkar birliğinin veya çıkar çatışmalarının belirlediğinin farkında olduğu içindir ki Türk ulusunun kurtuluşunu “Ya istiklâl ya ölüm”de görmüştür. İşte iki yönetici arasındaki fark: Birinin dünya gerçeklerinden uzaklığı devletin parçalanmasını hazırlarken, diğerinin gerçekçiliği yeni bir devletin güçlü temeller üzerinde doğuşunu sağlamıştır. Aşağıdaki diyalog ATATÜRK’ün devletler arası ilişkilere yönelik düşüncelerini yansıtan güzel örneklerden birisidir:
ATATÜRK, Ankara Erkek Lisesinde yapılan bir sınavda bulunuyordu. Sınava giren çocuklardan biri sorulan soruya şöyle cevap vermişti:
-Fransa ile olan geleneksel dostluğumuz gereği…
ATATÜRK hemen öğrencinin sözünü keserek sordu:
-Hangi geleneksel dostluk? Bu da nereden çıktı, kim söyledi bunu?
O zaman coğrafya öğretmeni ATA’nın öfkesini azaltmak için:
-Ben söyledim Paşam diye yanıt verdi.
Gazi bu kez bana döndü.
-Sen söyle bakalım tarih hocası… deyince hemen ayağa kalkarak yanıt verdim:
-Paşam ortada geleneksel bir dostluk yoktur. Yalnız ortak hareketlere Fransız yazarları bu adı yakıştırmışlardır. Örneğin Kırım Savaşı’nda olduğu gibi…
ATATÜRK bu yanıtımdan hoşlandı.
-Aferin, dedi. Bu gerçekten böyledir. Ne yazık ki Türk’ün geleneksel dostu yoktur. Ortak çıkarlar söz konusu olunca Avrupalılar hemen buna geleneksel dostluk adını yakıştırmışlardır, dedi.
Dr. Semih Nafiz Tansu
Arıburnu; Atatürk, Anekdotlar-Anılar, s. 137.